'Almanya'

Almanya’da Koalisyon Müzakereleri ve Değişen Dengeler

Almanya’da gerçekleşen Federal Parlamento seçimleriyle güç dengeleri değişti. Oluşacak hükûmetin gündeminde küresel iklim krizi, iş gücü ihtiyacı ve dijitalleşme gibi alanlar olacaktır.

Fotoğraf: Maxx-Studio/shutterstock.com

Almanya’da 26 Eylül’de gerçekleştirilen Federal Parlamento seçimleri bitti ama etkileri ve tartışmaları devam ediyor. Her seçim sonrasında olduğu gibi bu seçimde de mağlubiyet parti içi tartışmaları beraberinde getirdi. Değişken oyların, yeni genç seçmenlerle göçmen kökenli seçmenlerin parti oyları için ne kadar önemli olduğu tekrar görüldü. Elde edilen sonuçlara göre bugünlerde Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberaller arasında koalisyon görüşmeleri yapılıyor, yeni hükûmete doğru gidiliyor.

Partilerin farklı meselelerle ilgili görüşlerinin değil de adayların daha fazla konuşulduğu bir seçimi geride bıraktık. İlginç bir şekilde göç veya İslam konuları pek tartışılmadı. Afganistan’da yönetimin Taliban’ın eline geçmesi mülteci meselesini gündeme getirdi ancak genel hava 2015’in tekrarlanmaması yönündeydi. Bir yanda ABD ve Avrupa diğer yanda Çin ve Rusya, Avrupa-Asya arasındaki küresel güç terazisinin değiştiği bir dünyada dış politikada öncelikler yeterince seslendirilmedi. Merkez halk partilerinin mücadele yönteminde farklılaştığı küresel iklim krizi alt tonda ele alındı. Sosyal ve iş piyasası politikalarında asgari çalışma saati ücretinin 12 Euro’ya çıkarılmasının önüne geçilemedi. Bunların yerine Hristiyan Demokratlar Birliği (CDU) şansölye adayı Armin Laschet’in gafları, Hristiyan Sosyal Birliği’nden (CSU) Markus Söder’in sataşmaları ve böylelikle CDU’nun iç kavgaları, Sosyal Demokrat Parti (SPD) adayı Olaf Scholz’un serinkanlılığı veya Yeşiller (Grüne) eş başkanı Annalena Baerbock’un toyluğu gündeme geldi.  

16 yıldır iktidarın başı olan Hristiyan Demokratların bu seçimlerde birinciliği kaybetmesi birden fazla taşı yerinden oynatacak. Dolayısıyla hükûmet değişikliğinin her alanda kapsamlı siyaset ve bununla ilintili olarak personel değişimini beraberinde getireceği gayet açık. Özellikle de Yeşiller ve Liberallerin iktidar ortağı olması ciddi bir kan tazelemesi olacağına işaret ediyor. Bu tazelenmenin ne yönde olacağını hükûmet kurulduğunda daha net bir şekilde göreceğiz. Yeni iktidarla birlikte siyasette hangi konuların zorunlu olarak dikkate alınması gerektiğini ele almadan önce partilerin içinde bulundukları duruma bakmakta fayda var.

Beş Partide Durum Ne?

Uzun süredir bir kişi tarafından yönetilen bir parti o kişinin ayrılmasıyla birlikte krize düşer ya da en azından ciddi şekilde sarsılır. Şu sıralar Hristiyan Demokratlarda bu hâl gözüküyor. Parti Angela Merkel sonrasına geçiş krizi yaşıyor. Merkel, siyasette kazanmakla kaybetmek arasında gizlenen kader çizgisinde kazanmanın ona gülmesiyle 2001’den bu yana partisine liderlik yaptı. Kaderin kaybetmek tarafı ise Armin Laschet’e güldü. Ancak birinciliği kaybetmesi ona pahalıya mal oldu. Parti genel başkanlığıyla birlikte Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde parti başkanlığını ve başbakanlığı da kaybetmek durumunda kaldı. Hristiyan Demokratlar şimdilerde sadece Armin Laschet’i değil, parti yönetimini topyekûn değiştirmekle meşgul. Bu değişim süreci sadece kişilerle mi kalacak? Parti kimliği ve politikaları konularında da parti içi tartışmalar yapılacak mı? Merkel çizgisinde devam mı edilecek yoksa sağın sağındaki oyları kaybetmemek için sağa mı kayılacak? Bu sorulara şu aşamada net cevap vermek mümkün değil. Ama bilinen iki şey var. İlki, Merkel zamanında uykuda bekleyen parti içi sorunların gün yüzüne çıkması. İkincisi Hristiyan Demokrat Parti’nin muhalefete alışacak olması. Tüm bunlar için de CDU’nun başına kimin geleceği önemli.

Sosyal Demokrat Parti’nin durumuna bakmadan önce Avusturya’dan bir örneği dikkate almak önem arz ediyor. Hatırlanırsa Avusturya Halk Partisi ÖVP’nin başına geçtiğinde Sebastian Kurz seçimlerde galibiyet için “partisiz tek adam” diye tanımlayabileceğimiz formülü geliştirmişti. Yani kendisini baskın bir şekilde ön plana çıkararak partisini arka plana itmişti. Bu şekilde Avusturya Halk Partisi daha doğrusu Sebastian Kurz seçimlerin galibi oldu. Almanya’da bu derecede olmasa da seçmenler nezdinde adayın daha da belirgin olduğu bir durum yaşandı. Sosyal demokrat aday Olaf Scholz da seçim sürecindeki açıklamalarıyla kendisini doğrudan öne çıkardı. Sakin kişiliği ile seçmen nezdinde güven aldı. “Daha iyi yapacağız.” diyerek bir bakıma Angela Merkel iktidarının devamı olma iddiasında bulundu. Bu söylem zaten hükûmet ortağı olarak geçmişteki icraatların sorumluluğunu taşıyan SPD için de realist bir yaklaşım oldu. Asgari ücretin artırılması vaadi, sosyal demokratların kendi tabanlarına mesaj vermeleri açısından sembolik bir değer taşıdı. Galibiyetin keyfini çıkaran ve koalisyon görüşmelerine liderlik yapan SPD’yi önümüzdeki aylarda bekleyen gizli bir sorun var. O da Scholz’un başbakan olması durumunda parti başkanlığı ile sorun yaşayıp yaşamayacağı. Bunu da zaman gösterecek.

Yeşiller’in seçim performansını da aday bağlamında irdelemek mümkün. Parti ilk olarak seçim yarışının farklı dönemleri arasında seçmenlerin partiye yönelik ilgisinde nasıl derin farkların olabileceğini gösteren bir örnek. Annalena Baerbock’un şansölye adayı olarak açıklandığı dönemde anketler onu birinci sırada gösteriyordu. Ancak -bir önceki seçimlerde sosyal demokrat aday Martin Schulz örneğinde görüldüğü gibi- Baerbock’un performansı bu ilginin devam etmesini sağlayamadı. Onunla ilgili kamuoyunda gündeme gelen iddialar ve acemi siyasetçi görüntüsü Yeşiller’e oy verebilecek seçmenlerin diğer adaylara kaymasında sebep olarak görülebilir. Böylelikle Yeşiller özellikle de iklim değişikliği tehdidinin yaşandığı bir konjonktürde ve 2017 seçimlerine kıyasla ciddi oy artışına rağmen seçimlerde liderlik için tarihî bir fırsatı kaçırmış oldu.

Liberaller bir önceki seçimlere kıyasla oylarını biraz artırdı. Bu açıdan baktığımızda fazla üzerinde durmaya gerek olmayan bir durum var aslında. Ancak bu sonuçla Federal Meclis’te yer alması -partiler arası denklemi dikkate aldığımızda- onu hükûmet kurma ihtimalleri arasında kilit noktaya getirdi. Nihayetinde hükûmet dört merkez parti -SPD, CDU, Yeşiller ve FDP- arasında kurulabilir. An itibarıyla SPD, Yeşiller ve Liberaller arasında görüşmeler yapılıyor. Bu durum uzun süre muhalefette kalan Liberal Parti’ye seçim sonrasında koalisyon pazarlıklarında parti vaatlerini hayata geçirebilmek için özel bir güç katıyor.

Seçim sonuçlarıyla ilgili tartışmalara baktığımızda önceki seçimle bu seçimin arasında bir noktada önemli bir farkın olduğunu görebiliriz. 2017 seçimlerinde Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) oy artışı fazlasıyla tartışılmıştı. Parti bu seçimlerde oy kaybetti. Ama Federal Meclis’e girebilecek seviyede seçmen desteğini de aldı. Oy kaybı hayra alamet gibi değerlendirilebilir. Ancak diğer yandan bu tablo partinin seçmen desteği açısından istikrarını koruduğunu da gösteriyor. Bununla ilgili yoğun tartışmaların yapılmaması ülkenin bu partiye alıştığını gösteriyor. Daha çok bir Doğu Almanya partisi olarak AfD’nin varlığı sıradanlaştı, normalleşti. İşte bu durum hayra alamet midir? Üzerinde etraflıca durmaya değer bir gelişme.

Hükûmeti Zorunluluklar Bekliyor

Şu günlerde Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Liberaller arasında koalisyon görüşmeleri devam ediyor. Bu yazı yayımlandığında hükûmet kurma çalışmalarında belirli bir mesafe katedilmiş olacak. Kurulacak olan hükûmetin hedefleri nihai olarak koalisyon sözleşmesinde yer alacak. Burada ne gibi sonuçların ortaya çıkacağını göreceğiz. Fakat olası hükûmetin Almanya’nın, ülkemizin geleceği adına iç politikada göz önünde bulundurması gereken bazı zorunluluklar var. Bunlardan ilki hiç şüphesiz iklim krizi. Klasik soğuk Almanya ikliminin son yıllarda sıcak Akdeniz iklimine dönüşmesiyle bu kriz hissedilmeye başlandı. Krizin günlük hayat itibarıyla ne anlama geldiğini ise son sel felaketinde bizzat gördük. Diğer ülkelerde yaşanan orman yangınları ve sel felaketi gibi doğal afetler meselenin küresel çapta yansımalarını gösteriyor. Dolayısıyla iklim krizi tüm siyasetin temel yörüngesi olmak durumunda.

İkinci zorunluluk demografik alanda. Ülkenin içinde bulunduğu sosyoekonomik refah düzeyinin korunması insan kaynağına bağlı. Yani sistemin devam etmesi için iş gücüne ihtiyaç var. Almanya sınırları içerisinde yaşayan insanlarla bu karşılanmıyor. Her ne kadar teknolojik olanaklar gelişse de bu, ihtiyaç duyulan insan kaynağını bertaraf etmiyor. Dolayısıyla bir taraftan makineleşmenin artması diğer taraftan da yurt dışından yeni insan kaynağının temin edilmesi uygulanması kaçınılmaz durumlar. Bu da sürdürülebilir bir göç, mülteci ve entegrasyon politikasının şekillendirilmesini zorunlu kılıyor.

Dikkate alınması gereken üçüncü zorunluluğu hayatın dijitalleşmesiyle meydana gelen köklü değişiklikler oluşturuyor. Teknolojik yenilikler bugün küresel çapta her alanda dönüşüme neden oldu. Bireyden ulus devlete her bir unsur sanal, dijital alanın gelişmesiyle -beraberinde getirdiği gelecekte nasıl bir birey ve toplumun oluşacağına ilişkin birçok soru ve sorunlarla- evrime uğruyor. Dijital çağda yapısal dönüşümü sağlıklı bir şekilde yapmak siyasetin bu alana vereceği önemle doğrudan bağlantılı. Olası hükûmetin bu alanda koyacağı siyasal hedefler Almanya’nın dijitalleşmede hangi yönde ve seviyede var olacağını belirleyici nitelikte olacaktır. 

Netice olarak küresel devletler liginde ilk sıralarda yer alan Almanya’da bir parlamento seçimleri daha geride bırakılarak Merkel iktidarı sonlandı. Halk Hristiyan Demokratları muhalefete, Sosyal Demokratları ise iktidara taşıdı. Yeşiller ve Liberaller gösterdikleri oy artışıyla iktidar ortağı olmaya hak kazandı. Bugünlerde bu üç parti arasında koalisyon müzakereleri yapılıyor. Görüşmelerde küresel iklim krizi, iş piyasasında duyulan iş gücü ihtiyacı ve dijitalleşmenin beraberinde getirdiği zorunlulukları dikkate almak durumundalar. Zira üç alanın da günlük hayata, iş piyasasına doğrudan etkileri söz konusu. Bu tablo içerisinde şimdi sıra hükûmeti kurmakta.

Ünal Koyuncu

Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji, tarih dallarında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır. Koyuncu, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde Ülke Masaları’nı koordine etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler