Kutsayıcı ya da Lanetleyici Geleneklerden Modern Yaklaşımlara: Dinlerin Engelliliğe Bakışı
Düşünce tarihi incelendiğinde, insanların niçin engelli olarak yaratıldığı ve engelliliğin insanoğlu için ne anlama geldiği sorularına birtakım cevapların verildiği görülür. Peki dünya üzerindeki dinler bu konuda ne diyor?
Çevremize baktığımızda, hayatının herhangi bir döneminde arzu etmediği olay ve olgularla karşılaşmamış insan yoktur. Yaşanan çeşitli acı ve sıkıntılar hemen her insana az çok tesir ettiği gibi, onları ister istemez birtakım duygu ve düşüncelere sevk eder. Ayrıca karşılaşılan acı durumlar insanları tatmin edici bir cevap bulana kadar, “Neden?” ya da “Neden ben?” şeklindeki sorularla karşı karşıya bırakır. Bu soruların en bariz şekilde ortaya çıktığı konulardan biri engellilik olgusudur.
Engellikle ilgili bu tür sorulara verilen teolojik temelli cevaplar incelendiğinde negatif açıklamaların çokluğu dikkat çekmektedir. Neticede, geçmişten günümüze engellilik konusunda yapılan yorumlar ve engelli insanların maruz kaldığı muamele ve uygulamalar değerlendirildiğinde insanı mutlu eden bir tabloyla karşılaşıldığı söylenemez. Kaldı ki tarihte karşımıza çıkan olumsuz yaklaşımlar varlığını günümüzde de sürdürmektedir.
Bu yazıda Yahudilik, Hristiyanlık, Hinduizm, Budizm, Caynizm, Sihizm, Daoizm, Konfüçyanizm ve Şintoizm gibi yaşayan dünya dinlerinde engellilik olgusunun nasıl yorumlandığı ve ne tür yaklaşımların ileri sürüldüğü ana hatlarıyla ele alınacaktır.
Yahudi Geleneğinde Engelliliğe Bakış
Eski ve köklü tarihî geçmişiyle yaşayan dünya dinlerinin en önemlilerinden birisi olan Yahudilikte engelliliğe bakış ve ortaya konulan tartışmalar noktasında Yahudi kutsal kitabı Tanah ve rabbanik metinlerin dikkatle incelenmesi gerekir. Tanah incelendiğinde körlük, sağırlık ve topallık gibi olguların gerçek ya da mecazi anlamlarda geçtiği çok sayıda pasajla karşılaşılır. Bu bağlamda ilk olarak “Tanrı’nın Suretinde Yaratılma” algısına işaret etmek gerekir. Tekvin kitabında (1:26) insanoğlunun -erkek ve kadın- Tanrı’nın suretinde yaratıldığı ifade edilir. Bu durum “başlangıçta hiçbir engelliliğin olmadığı” şeklinde yorumlanabilir ki bu bakış açısından engelli insanları dışlamanın, bir anlamda Tanrı’nın yaratışını beğenmemek anlamına geleceği Talmud’da da çeşitli hikâyelerle (Bkz. Ta’anit 20a-b) aktarılmaktadır.
Engellilik konusunda Yahudi kutsal metinlerinde karşımıza çıkan ana temalardan biri, hastalık ve engelliliğin itaatsizliğe karşı Tanrı’nın bir cezası olduğudur. Tesniye kitabında geçen “Rab sizi iyileşemeyeceğiniz Mısır çıbanıyla, urlarla, kaşıntıyla, uyuzla vuracak. Rab sizi delilikle, körlükle, şaşkınlıkla cezalandıracak.” (28:27-28) ifadesinde ve diğer birçok metinde bu anlayışın izlerine rastlamak mümkündür. Engellilik konusunda en dikkat çekici noktalardan biri, Hârûn soyundan gelen din adamlarıyla ilgili kuralların anlatıldığı Levililer kitabı 21. bölümde karşımıza çıkar: Burada körlük, topallık, cücelik, kamburluk vb. birtakım durumlar bir kusur ve kirlilik unsuru olarak değerlendirilerek bu gibi kusurlara sahip din adamlarına ritüellerin icrasıyla ilgili sınırlandırma getirilmektedir.
Tanah’ta körlük ve sağırlık gibi durumlara zaman zaman mecazi atıflarda bulunulduğu ve gözleri fiziksel olarak sağlam olduğu hâlde gerçeği görmeyen, kulakları duyduğu hâlde işitmeyen İsrailoğulları’nın uyarıldığı görülmektedir. Son olarak Tanah’ın çeşitli bölümlerinde İsrailoğulları’ndan toplumdaki, sağlam ya da engelli herkese eşit muamele etmeleri ve engelli insanlara hayatı zorlaştırmamaları istenmektedir (Levililer 19:14; Tesniye 27:18).
Çağdaş Yahudi düşüncesi incelendiğinde tüm insanların Tanrı’nın suretinde yaratıldığı inancının, engelli hakları ve engellilerin topluma entegrasyonunda temel ahlaki prensip olarak kullanıldığı görülür. Engellilik konusunda araştırmalar yürüten modern Yahudi uzmanlar, binaların engellilerin giriş ve çıkışına uygun inşa edilmesi; Yahudi kutsal kitapları, dua kitapları ve diğer kitapların engelliler için uygun baskılarının yapılması; engellilere mahsus okul ve müfredatların dizayn edilmesi ve koşer programların geliştirilip desteklenmesi hâlinde engelli Yahudilerin yaşamlarının kolaylaşacağına dikkat çekmekte; esasında bütün insanların ihtiyaç sahibi olduklarına vurgu yaparak toplumsal dayanışmanın altını çizmektedirler.
Hristiyan Geleneğinde Engelliliğe Bakış
Bilindiği üzere kendisini Yahudi geleneğinin bir mirasçısı sayan Hristiyanlığın kutsal metinleri Eski Ahit ve Yeni Ahit olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır ve bunlardan ilki Yahudilerin kutsal metnini barındırır. Kitab-ı Mukaddes’in Hristiyanlar tarafından kutsal kabul edilen ikinci kısmı ise Yeni Ahit olarak bilinir ve 27 kitap ihtiva eder. Yeni Ahit’in ilk dört kitabını oluşturan Kanonik İncillerde engellilik olgusuna ve çeşitli engellere sahip insanlara doğrudan atıfta bulunan onlarca pasaj karşımıza çıkar. Bu pasajların bazısında, kişinin ya kendisi ya da aile fertlerinden birinin işlediği bir günahın cezası olarak engelli olduğuna yönelik inancın devam ettirildiği görülür. Öte yandan Yuhanna İncili’nde yer alan ve Îsâ (a.s.)’ın, havarileri ile yolda giderken kör bir dilenci ile karşılaşmasının anlatıldığı hikâye, mevcut inanç karşısında Îsâ (a.s.)’ın tavrını ortaya koymaktadır. Bu karşılaşmada öğrencileri Îsâ (a.s.)’a, “Rabbî, kim günah işledi de bu adam kör doğdu? Kendisi mi, yoksa annesi babası mı?” diye sorduklarında Îsâ onlara, “Ne kendisi, ne de anne-babası günah işledi. Tanrı’nın işleri onun yaşamında görülsün diye kör doğdu…” (Yuhanna 9:1-34) cevabını vermiştir.
Hastalıklı, engelli ve toplum dışına itilmiş insanlarla temas kuran ve onları iyileştiren Îsâ motifine dair İncillerde çok sayıda rivayet bulunmaktadır. Kanonik İncillerde çeşitli engellilik durumlarına büyük oranda kelime anlamıyla atıfta bulunulmasına karşın, özellikle körlük olgusundan birçok yerde mecazi anlamda bahsedilir. Bu bağlamda İncillerde, Ferisilere hitap ederken ya da onlardan söz ederken “körlerin kör kılavuzları”, “Ey körler!” ve “Ey kör kılavuzlar!” gibi tabirler kullanan Îsâ (a.s.), böylece onların gerçeği görmeyen insanlar olduklarına vurgu yapmaktadır.
Hristiyanlığın ilk dönemlerde yayılışını anlatan Elçilerin İşleri kitabı, Îsâ (a.s.)’dan sonra havarilerin de engellilere yönelik çeşitli iyileştirme olayları gerçekleştirdiklerine dair nakiller içerir. Yeni Ahit’in geri kalan metinlerinde birkaç yerde yine körlük ve sağırlık gibi olgulara mecazi olarak atıfta bulunulur. Söz konusu metinleri referans alan Hristiyan geleneği incelendiğinde engellilik ve engelli insanlara dair ortaya konan temel yaklaşımlar şu şekilde sıralanabilir: Engellilik “insan olmanın vazgeçilmez bir parçasıdır; Tanrı’nın gücü ve merhametinin bir işaretidir; insan yaşamının bir gizemidir, kişinin kendisi ya da anne babası tarafından işlenen günah(lar)a yönelik bir cezadır, kötülüğün bir boyutu ya da sonucu” olarak ortaya çıkan bir durumdur… Engelliler ise; “yeterli inanca sahip olmadıkları için engelli doğan ya da engelli olan insanlardır, masum, günahsız ve durumlarının erdemi sayesinde kurtulacak azizlerdir, yardıma ve merhamete muhtaç insanlardır, insanlık dışı, garip ve ucube varlıklardır, şeytanın ve kötü ruhların etkisi altındaki” varlıklardır…
Bu cevaplar, engellilik konusunda Hristiyan düşüncesinin karmaşık ve çeşitlilik arz eden bir tarihe sahip olduğunu gösteriyor. Hristiyan geleneğinde ortaya konulan düşüncelerin büyük çoğunluğunu, çağdaş engellilik araştırmacılarının dikkat çektiği üzere, negatif algılamalar oluşturuyor. Bu yaklaşımların bir kısmı günümüzde de sürdürülmekte, bir kısmı ise artık hâkim olmasa bile izleri varlığını devam ettirmektedir.
Öte yandan 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren engelli bireylerin yaşamın tüm alanlarına katılımını sağlamak için sürdürülen çabalar, kiliseleri ve dinî cemaatleri engelli insanların varlığını dikkate almaya mecbur bırakmıştır. Bu doğrultuda hem Dünya Kiliseler Birliği’ne üye kiliseler hem de Katolik Kilisesi tarafından çeşitli toplantılar organize edilerek bazı dokümanlar ortaya konmuş ve litürjiye katılım, kilise içinde ve dışındaki mimari engellerin kaldırılması gibi birtakım kucaklayıcı adımlar atılmıştır. Dahası, engellileri kucaklayıcı yaklaşımlar üretme ve değişim için Kilise’yi harekete geçirme güdüsünün sonucunda “Engellilik Teolojisi” (İng. “Disability Theology”) adı verilen teolojik bir alan ortaya çıkmıştır. Engellilik Teolojisi’nin doğuşu ve gelişimine rehberlik eden Hristiyan teolog ve araştırmacıların yaklaşım ve bakış açıları incelendiğinde temel vurgunun, tarihsel süreçte engellilerin yanlış algılandığı, kötü muamele gördüğü ve ihmal edildiği gibi negatif hususlar üzerinde yoğunlaştığı görülür.
Hint Dinlerinde Engelliliğe Bakış
Hinduizm, engellilik konusunda bireylerin gündeme getireceği “Neden ben?” sorusuna karma yasası bağlamında bir cevap sunar. Türkçedeki “Ne ekersen onu biçersin.” atasözüyle tanımlanabilecek karma inancı, bazı anlayış farklılıkları olmakla birlikte bütün Hint kökenli dinlerce benimsenen ortak bir inançtır. Genel anlamda bu inanç, fert tarafından işlenen her fiilin –ister dinî bir ibadet, isterse sıradan ahlaki bir davranış olsun- zorunlu olarak mahiyetine uygun iyi veya kötü sonuçlar doğurmasını ifade eder. Karma yasasına göre, kişinin bir ömür boyunca işlediği ameller hâlihazırdaki ya da bir sonraki yaşamlarında meyve verir; bir kişinin kötü talihi, mevcut ya da geçmişte yaptığı kötü amellerinin sonucu (kötü karma) olabilir.
Karma yasasının, kötü talihi Tanrı’ya atfetmeyi önlemek için dahice bir yöntem olduğu söylenebilir. Öte yandan geçmişteki kendi eylemlerinden kaynaklansa bile, engelli bireyin sorunlarının en aza indirilebilmesi için diğer insanların ilgisine ihtiyaç söz konusudur. Nitekim aynı karma yasasına göre, bugün sağlıklı olan insanların da yarın aynı durumla karşı karşıya kalma ihtimali söz konusudur.
Diğer Hint dinleri, Budizm, Caynizm ve Sihizm de bir şekilde karma inancını sürdürmektedir. Budizm ve Caynizm, karmanın etkilerini azaltmada herhangi bir doğaüstü gücün aracılık edici rolünü reddeder. Sihler ise tersine, Tanrı’nın isminin zikredilmesiyle ve Sihizm’in en değerli metni olan “Guru Grand Sahib”’in okunmasıyla kötü karmanın etkilerinin azaltılabileceğine inanmaktadırlar.
Çin ve Japon Dinlerinde Engelliliğe Bakış
Bilindiği üzere Çin dinleri dendiğinde akıllara Konfüçyanizm ve Daoizm gelmektedir. Konfüçyanistlerin kutsal metinleri engellilik meselesini doğrudan konu edinmemektedir. Bir din olmasının yanı sıra, ahlak sistemi olarak da tanımlanan Konfüçyanizm’de, hiyerarşik sosyal düzenin ve sosyal ilişkilerin devam ettirilmesine vurgu yapılır. Bu noktada genel olarak konuya bedensel farklılık ve sorumluluklar açısından yaklaşıldığını ve en az çalışabilenlere daha az değer atfedildiğini söylemek mümkündür. Bu bağlamda Konfüçyanist ailelerin kendilerine utanç getirdiği için özürlü çocuk sahibi olmayı rahatsız edici buldukları, ailelerindeki engelli bir üyenin varlığını ifşa etme konusunda da büyük utanç hissettikleri söylenebilir.
Daoizm’de evren ve tabiatın işleyişi, “yin ve yang”ın uyumu ve dengesiyle açıklanır. Daoizm iyilik ve kötülük, sağlık ve hastalık, engelsizlik ve engellilik arasındaki mutlak ayrımlara dayanan bir çatışma ikiliğini reddeder. Dolayısıyla temel hedefin uyum olduğu Daoizm’de engellilik doğanın ve insanın uyumsuzluğunun birleşmesinden kaynaklanır; engelli bir kişinin varlığı, düzeltilmesi gereken bir sorun olan yin ve yang dengesizliğine işaret eder.
Tespit edilebildiği kadarıyla geleneksel Çin düşüncesinde engelliliğin, utanç ve günahkârlıkla bağlantılı bir şekilde daha ziyade negatif yorumlandığı söylenebilir. Son yıllara kadar Çin toplumunda engelli bireylerin “canfei ren” şeklinde, “engelli çöp insanlar” olarak etiketlendiği görülür. Modern Çin’de de engelli insanların hâlen damgalandıkları, ötekileştirildikleri ve istismar edildiklerinin altını çizmek gerekiyor.
Japonların millî dini Şintoizm olsa da Japonya’ya VI. yüzyılda gelen Budizm ve Konfüçyanizm’in Japon inançları üzerinde önemli etkileri olmuştur. Şintoizm’in engelliliğe bakışı konusunda ise Japon yaratılış mitleri bize ipuçları vermektedir. Bir anlamda Japon mitoloji külliyatı olarak niteleyebileceğimiz “Kojiki/Kociki ve Nihongi” adlı kitaplarda yer alan yaratılış hikâyesi, belli oranda Âdem ve Havva’nın öyküsünü ve Hristiyanlıktaki asli günah doktrinini çağrıştırır. Yaratılış hikâyesinin anlatıldığı Şinto metinleri bir bebeğin dünyaya engelli olarak gelişine anne babasının günahının/kirliliğinin sebep olduğuna işaret eder. Bu durum ayrıca “kami”lerin mukaddes tutulması gerektiği, aksi hâlde korkunç dünyevi sonuçlar ortaya çıkabileceği şeklindeki geleneksel Japon inancını yansıtır. Bu noktada Japonların iyi şansı çekmek ve istenen sonuçlara ulaşmak için tapınak ve mabetlerde dua etme, ibadet yerlerine katkıda bulunma ve sahibini kötü şanstan koruyan muska satın alma ve takma gibi eylemlere yöneldikleri görülür.