Yeni Hükûmet Yenilik Getirecek mi?
16 yıl süren Hristiyan demokrat hükûmetin ardından sosyal demokrat-yeşil-liberal bir koalisyon iş başına geldi. Koalisyon sözleşmesinin -soru işaretleri barındırsa da- Müslümanlar ve göçmenlerle ilgili önemli yenilikleri içerdiği görülüyor.
Sosyal demokrat siyasetçi Olaf Scholz’un şansölyeliğinde yeni hükûmet kasım ayında göreve başladı. Koalisyon sözleşmesinin deklare edilmesi, bakanlıkların koalisyon ortakları arasında paylaşılması, kabinede görev alacak kişilerin tespiti, kabinenin Cumhurbaşkanınca onayı ve devir-teslim törenleriyle eskiden yeniye geçiş sürecinde yaşanan siyasi ritüelleri basından takip ettik. Sosyal-yeşil-liberal iktidar önümüzdeki dört yıl ülkenin kaderini şekillendirmek üzere direksiyonu devralmış oldu.
Yeni hükûmet gerçekten yeni mi, yoksa sosyal demokratların bir önceki Merkel hükûmetinde koalisyon ortağı olduğunu dikkate aldığımızda- eskinin devamı mı? Bu soruya cevap vermek için okunması gereken metin 177 sayfalık koalisyon sözleşmesi. Sözleşmede ekonomi, maliye, dış politika, iç politika, eğitim, kültür veya çevre alanlarında hükûmetin dört yıl içerisinde ulaşmak istediği hedefler yazılı hâle getirilmiş durumda. Bu alanlarla ilgili o alanda söz söyleme donanımına sahip kişi veya kurumlarca yorumlar yapıldı. Bu yazıda daha çok göç, İslam politikası ve ırkçılıkla mücadele alanlarında Scholz hükûmetinin meselelere nasıl yaklaştığı ve neler vaat ettiği ele alınacak.
Geçmişe Bakış
Başlangıçta geçmiş dönemle ilgili bir hatırlatma yapmakta fayda var. Hristiyan Demokrat Angela Merkel liderliğindeki yaklaşık 16 yıl boyunca bu alanlar, Almanya’nın bir göçmen ülkesi olduğu gerçekliğini kabullenmekte zorlanan muhafazakâr siyasetin gölgesinde şekillendi. Her ne kadar 16 yıl öncesinden bugüne Merkel ile birlikte Hristiyan Demokratlarda ciddi farklılaşma yaşanmış olsa da göç, Müslümanlar ve ırkçılıkla mücadele konularında yenilikçi söylemlere mesafeli duran bir yaklaşım temelde devam etti. İslam politikası alanında örneğin Hristiyan Demokratların gündeminde daha çok Müslümanların entegrasyonu, “İslamcı” extremizmle mücadele veya radikalleşmeye karşı imam eğitimi gibi güvenlik eksenli siyaset ağır bastı.
Göç, İslam ve ırkçılık konularında Hristiyan Demokratlara kıyasla daha açık olan Sosyal Demokratlarla Yeşillerin iktidarda yer alması bir yenilik getiriyor mu? Yeni Almanya gerçekleriyle örtüşen ve bekleyen sorunların aşılmasına katkıda bulunabilecek hedefler hükûmet programında yer alıyor mu? Almanya’da nüfusun yaklaşık dörtte birinin göç kökenli olduğunu, 5 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığını ve ırkçılığın hâlâ iyileştirilememiş bir yara olarak devam ettiğini göz önünde bulundurduğumuzda yapıcı ve kalıcı siyasal hedeflere daha fazla ihtiyacın olduğu ortada. Bu konularla ilgili bölümlere baktığımızda yeni bir dönemin habercisi niteliğinde ciddi farklılıkların olduğunu söyleyebiliriz.
Göç, Katılım ve Vatandaşlık Hukuku
Bu alanda ortaya konulan hedeflerde sol siyasetin ağır bastığı görülüyor. Göç tarihçisi Prof. Dr. Jochen Oltmer’in Mediendienst-Integration platformuna yaptığı açıklama göç konusundaki temel değişikliğe dikkat çekiyor: “Göç ve entegrasyonun ele alınış türündeki değişiklik dikkat çekiyor. Geçmiş yıllara kıyasla göç artık öncelikli olarak savunma yöntemleriyle karşı konulması gereken bir güvenlik tehdidi olarak görülmüyor. Göçmenler daha az sorunlu spesifik bir grup olarak, daha çok toplumun bir parçası olarak kabul ediliyor.” Bu yaklaşımın hâkim olması göç ve entegrasyon politikalarının normalleşmesi adına olumlu bir gelişme.
Sosyal-yeşil-liberal koalisyonun sözleşmesinde geride bıraktığımız yıllarda beklemede duran meselelerin çözülmesine ilişkin maddeler yer alıyor. Sözleşme örneğin çifte -daha doğrusu birden fazla- vatandaşlıkla ilgili şu şekilde tercüme edebileceğimiz cümleleri içeriyor: “Modern bir vatandaşlık yasasını oluşturacağız. Bunun için birden fazla vatandaşlığı mümkün kılacağız ve Alman vatandaşlığını alma sürecini kolaylaştıracağız. 5 yıl içerisinde Alman vatandaşı olmak mümkün olacak. Özel entegrasyon çabasının olduğu durumlarda Alman vatandaşlığı 3 yılda alınabilecek.”
Muhafazakâr Helmut Kohl’un ardından iktidara gelen Sosyal Demokrat Gerhard Schröder’in yönetiminde ülke köklü değişikliklere şahit olmuştu. Göç Yasası bu dönemde çıkmış, Almanya nüfusun azımsanmayacak kesimini oluşturan göçmenler gerçeğiyle daha da barışık hâle gelmişti. Buna benzer bir şekilde çifte vatandaşlık meselesi bir zamanlar tutucu muhafazakârların “kan bağı” ısrarıyla yumuşak karnı olması nedeniyle şiddetli tartışmalara neden oluyordu. Schröder bu direnci aşarak “coğrafya bağı” prensibine yasada yer vermek suretiyle ülkeye sınıf atlattırmıştı.
Scholz hükûmeti birden fazla vatandaşlığı mümkün kılarak vatandaşlık meselesini göç ülkesine yakışır bir hâle getireceğe benziyor. Bu arada birinci nesil misafir işçilerin Alman vatandaşı olabilmeleri için dil seviyesinin düşürülmesi ve Alman vatandaşlığına geçme sürecinde yer alan “Alman yaşam şartlarına uyum” şartının kriterlerinin netleştirilmesi hedefleri iyi düşünülmüş noktalar olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunların gerçekleştirilmesi durumunda ülke için yeni bir sınıf atlama durumu ortaya çıkacaktır.
İslam Politikası
Almanya’da nasıl ki demografik şartlar 16 yıl öncesi gibi değilse nüfusun din ile ilişkisi de farklı bir durumda. Bir taraftan kilise üyeliğinden çıkma veya dinî inanca sahip olmama anlamlarındaki sekülerleşme artmışken diğer taraftan Müslümanların varlığıyla yeni bir dinî grup toplumda yer alıyor, kabul görmek istiyor. Bu sosyal durumun siyaset ve hukuk alanlarına yansımaları oluyor. Koalisyon sözleşmesi buna binaen Müslümanlarla ilgili maddeler içeriyor.
İlk dikkati çeken nokta Müslümanlarla ilgili daha belirgin, somut hususların yer alması. 2018 yılındaki hükûmet programıyla kıyaslandığında bakış açısı itibarıyla da ciddi bir ilerleme söz konusu. Zira iç politikada İslam meselesi sadece güvenlikçi ve sorunlaştırıcı bir yaklaşımla ele alınmıyor. “Müslüman yaşam” alt başlığında, “Müslüman yaşamdaki çeşitliliği dikkate almak ve özellikle gençlik derneklerini desteklemek istiyoruz. Müslüman kadın ve erkeklere ve kurumlarına yönelik tehditlerle kapsamlı koruma, önlem ve mağdurların daha iyi desteklenmesiyle mücadele edeceğiz.” cümlelerine yer veriliyor. Ama yalnızca bu maddeyle yetinilmiyor. “Özellikle de Müslüman cemiyetleri kapsayıcı bir şekilde dinî cemaatlerin katılımı ve temsilinin iyileştirilmesi”, “Alman üniversitelerinde eyaletlerle iş birliği içerisinde kadın ve erkek imamlar için mesleki eğitim programlarının oluşturulması”, “dinî cemaatler arası iş birliğinin ve buluşma mekânlarını teşvik edilmesi” maddeleri de hükûmetin ülkede yaşayan Müslümanların meseleleriyle ilgili tutumunu gösteriyor.
Bu hedeflere somut olarak nasıl ulaşılacağını zaman gösterecek. Her bir hedef bile farklı kesimlerce tartışma konusu olabilir. Kimisi olumlu kimisi olumsuz değerlendirebilir. Ancak bu maddeler ülkedeki Müslüman olgusunun hükûmetçe kabul edildiğini ve hükûmetin meseleleri tek boyutlu bir şekilde radikalleşme-extremizm bağlamında ele almak istemediğini gösterir türde.
Irkçılıkla Mücadele
Kasım 2011 tarihinde NSU isimli ırkçı bir terör yapılanmasının ortaya çıkması, 1 Haziran 2019 tarihinde mülteciler için yaptığı çalışmalarıyla tanınan siyasetçi Walter Lübcke’nin ırkçı birisi tarafından öldürülmesi, 9 Kasım 2019’da Halle’de sinagoga düzenlenen ırkçı saldırı ve 19 Şubat 2020 tarihinde Hanau’daki ırkçı terör saldırısı ırkçılığın Almanya için nasıl bir bela olduğunu fazlasıyla gösterdi. Bu olaylar silsilesini dikkate alarak hükûmet sözleşmesinde, “Aşırı sağ ve ırkçılıkla mücadeleyi devam ettireceğiz, içeriğini geliştirecek ve finansal olarak güçlendireceğiz.” hedefinin yer alması önemli. Buna ek olarak “antisemitizm, Müslüman düşmanlığı, ırkçılık gibi insan düşmanlığına karşı mücadelenin” zikredilmesi de bu hükûmetten beklenen doğal bir tutum.
İnternette nefret ve komplo teorilerine karşı çalışmaların güçlendirilmesi, demokrasi teşvik yasasının oluşturulması, derneklerle ilgili kamu yararlığı yasasının güncellenmesi gibi adımlarla hükûmet ırkçılıkla mücadeleyi daha da güçlü hâle getirmek istiyor. Tüm bu maddelerin ne kadar yeterli olacağı tabii ki tartışılır. Irkçılıkla mücadele alanında uzmanlaşmış Amadeu Antonio Vakfı sivil toplumun taleplerinin genel olarak dikkate alındığı kanaatinde. Ancak özellikle polis ve ordu gibi kurumlardaki ırkçılıkla mücadele konusunun yer almamış olmasını eleştiriyor. Polis ve orduda ırkçılık meselesinde son yıllarda fazlasıyla vakaların gündeme geldiğini dikkate aldığımızda sosyal-yeşil-liberal demokrat hükûmetin bu konuda körleşmiş olması şaşırtıcı.
Yazımızın başlangıcında şu soruyu sormuştuk: Göç, İslam ve ırkçılık konularında Hristiyan Demokratlara kıyasla daha hassas olan Sosyal Demokratlarla Yeşiller’in iktidarda yer alması bir yenilik getiriyor mu? 177 sayfalık koalisyon sözleşmesi hem bakış açısı hem de maddeler itibarıyla bir yeniliğin olduğunu belgeliyor. Bu yenilik uygulamada kendisini gösterecek mi, gösterecekse nasıl olacak? Bu soruya cevap vermek için önümüzdeki dört yıl fazlasıyla zamanımız olacak.