'Avusturya'

Avusturya İslam Toplumu (IGGÖ) Başkanı: “Müslümanlara Yönelik Şüphe Hâlâ Var”

Avusturya İslam Toplumu (IGGÖ) Başkanı Ümit Vural ile ülkede İslam ve Müslümanlara dair söylem ve İslam Yasası’na dair eleştirileri hakkında konuştuk.

Avusturya İslam Toplumu (IGGÖ) Başkanı Ümit Vural

IGGÖ 1979 yılında, 1912’de çıkarılan İslam Yasası’na dayanarak oluşturulmuş “tanınmış” bir dinî cemaat. Avusturya’da tanınmış bir dinî cemaat olmak ne demektir?

Avrupa’daki bütün ülkeler arasında Avusturya’nın konumu çok özel. 1912 yılına dayanan bir İslam Kanunu var. Bu kanun İslam’ın devlet nezdinde kamu tüzel kişiliğine sahip bir dinî cemaat olarak tanınmasına zemin oluşturuyor. IGGÖ 1979 yılından beri Avusturya’da İslam’ı resmî olarak temsil eden bir kurum.

Avusturya’da 16 tane resmî dinî cemaatten bir tanesi IGGÖ. Bunun beraberinde getirdiği birçok özellik var. En önemli özelliği Avusturya okullarında din dersinin verilebiliyor olması. Bugün Avusturyamızda yaklaşık 2.400 okulda 700’e yakın İslam din dersi öğretmeniyle 90 bini aşan öğrenciye her hafta İslam din dersi veriliyor. Bu çok kıymetli bir hak. Avusturya bu bağlamda Avrupa’ya ve Avusturya dışındaki ülkelere örnek teşkil ediyor. Biz de bu hakkı layıkıyla karşılayabilmek adına kurumsallaşma yolunda önemli adımlar attık.

Aralık 2018’de seçildiniz. Geçmişe baktığınız zaman IGGÖ’nün geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreçte neler yapıldı, neler yapılamadı?

Beş yıl önce göreve geldiğimiz dönem tartışmaların çok yoğun olduğu bir dönemdi. Kendi içinde kavgalı, Müslüman olmayan toplumda da güvenilir bir partner olmaktan uzaklaşmış bir IGGÖ vardı maalesef.
Bunun haricinde 2012 İslam Diyalog Forumu ile başlayan bir süreç var. Devletin İslam Kanunu’nu şekillendirmek için başlattığı tartışma 3 yıl sürdü ve bu tartışmalar 2015 yılında yenilenen İslam Yasası’na da etki etti. O dönemi hatırlayacak olursanız Daeş’in palazlanması, mültecilerin Avrupa’ya gelişi gibi konular gündemdeydi. Dolayısıyla İslam Yasası güvenlik ve entegrasyon tartışmaları çerçevesinde görüşüldü. Zaten kanun metnine baktığınızda da güvenlik ve entegrasyonla ilgili düşüncelerin yer aldığını görüyorsunuz.

2015 İslam Kanunu yürürlüğe girdikten sonra IGGÖ’ye çok ciddi görevler verildi. O güne kadar Dernek Polisi bağlamında sivil dernek olarak cami işleten kurumlar IGGÖ bünyesinde aynı IGGÖ gibi kamu tüzel kişiliği hakkına sahip bir yapıya büründüler ve IGGÖ bütün bu yapıların üzerindeki sorumluluğu üstlenen bir çatı kurum hâline geldi. Yani Dernek Polisi’nde, İçişleri Bakanlığı’na bağlı memurların bütün sorumluluk meselelerini IGGÖ üstlenmiş oldu. Bu sorumluluğu verirken devlet bu yetkilerin hangi şekilde icra edileceği ile ilgili bir gündem oluşturmamıştı.

Asıl zorluk da burada başladı. 2015 Mart ayında İslam Yasası yürürlüğe girdi. 2015’in sonuna kadar IGGÖ’nün kendi anayasasını yeni İslam Yasası’na göre değiştirmesi gerekiyordu. Artık yeni bir yapıyla karşı karşıyaydık. O dönem benim de başkanlığını üstlendiğim bir komisyon kuruldu. Yıl sonuna kadar IGGÖ’nün Şura Meclisi’ne sunulmak üzere bir anayasa taslağı hazırladık. Bu taslak Şura tarafından onaylandı. 2016’nın ikinci ayında bu anayasa Din İşleri Dairesi (Alm. “Kultusamt”) tarafından onaylandı. Altıncı aya kadar, yani dört ay gibi kısa bir süre içerisinde bütün camilerimizin IGGÖ bünyesinde yeni bir hüviyete kavuşması ve seçim yapmaları gerekiyordu. Aksi takdirde devletin kayyum atama durumu vardı. Özetle her şeyin çok hızlı ilerlemesi gereken bir süreçten bahsediyoruz.

2016 yılında IGGÖ bünyesinde bir seçim yapıldı ve maalesef bu yükümlülüğü icra edebilecek perspektifler o zaman dikkate alınamadı. Bu zor sürecin ardından erken seçimle 2018 yılında göreve geldim.

Görevi devraldıktan sonra iki konuya ağırlık verdik: Birincisi, kendi içimizdeki kavgaya son vermemiz, bir barış ve güven iklimi oluşturmamız gerekiyordu. IGGÖ Yönetim Kurulu’nda (Alm. “Oberster Rat”) 15 kişi var ve tüm kararları oy birliği ile almaya çalışıyoruz. Örnek olarak 10’a 5 şeklinde bir oy durumu olduğunda o gündemi bir sonraki toplantıya erteleyerek tereddütte olan kardeşlerimizin de itirazlarına kulak vermeye çalıştık. IGGÖ çok kıymetli bir birliktelik. Burada siyasi bir mantıkla, “Çoğunluğu elde ettik, bu yeter” demekten ziyade bir cemaat ve uzlaşı iklimini tesis etmek önemli. Elhamdülillah, bugüne kadar kararlarımızın yüzde 99’unun bütün Yönetim Kurulu üyelerinin onayıyla geçtiğini söyleyebilirim.
İkinci ağırlık verdiğimiz konu ise, diğer dinî cemaatler ve sivil kuruluşlarla partnerlik ilişkilerimizi geliştirmekti. Bu konuda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum. Avusturyamızda genellikle Müslümanlar ve yabancılar üzerinden siyaset yapan popülist bir parti var. Bu parti yakın zamanda IGGÖ’nün kapatılmasıyla ilgili bir talepte bulundu. Zaman zaman bu talepler dile geliyordu ve ilk zamanlarda bu tarz talepler gündeme geldiğinde bunun yanlış olduğunu söyleyen tek kurum bizdik. Yalnız kalıyorduk. Fakat bu son kapatma talebi karşısında yalnız kalmadık. Çünkü diğer kurum ve dinî cemaatlerle güvene dayalı güçlü ilişkilerimiz oluşmuştu.

Yine ilkokul öğrencileri için başörtüsünün yasaklandığı dönemde çok ciddi bir hukuki mücadele verdik. Amacımız çocukların ilkokulda başörtüsü takması ya da takmaması değildi. Bu yasakla bir dinî grubun özel bir ayrımcılığa uğramasını dert ediniyorduk. Bununla ilgili bilirkişi raporları oluşturduk, Sünni ve Şii kız çocuklarımızla beraber Anayasa Mahkemesi’ne gittik ve bir yıllık süreç sonunda davayı kazandık. Bu dava sonucunda Anayasa Mahkemesi çok açık ve sert bir dille sadece Müslümanlara yönelik bir dinî sembol yasağının getirilemeyeceğini ortaya koymuş oldu.

Bunun dışında Avusturya dışındaki diğer ülkelerin resmî İslami kurumlarla özellikle imamlar konusunda ortak çalışmaya büyük ihtiyaç var. Çünkü Avusturya’da imamlar İçişleri Bakanlığı ile IGGÖ arasında ortaklaşa bir süreç sonunda vize alabiliyorlar. Verilen belgeler veya diplomalar hakkında bilgi sahibi olmak ve özellikle hangi dinî görüşün camilerimizde vaaz edileceğini yönetebilmek için diğer kurumlarla da iş birliği gerekiyor. Dolayısıyla bu uluslararası partnerlik girişimleri oldukça önemli.
Bugün Avusturya’da imamlık yapmakla Ankara’da, Sarajevo’da, Riyad’da veya Kahire’de imamlık yapmak aynı şey değil. Avusturya’nın tarihsel ve toplumsal dokusu farklı. Geçtiğimiz 5 yıllık süre içerisinde IGGÖ’de bir temel oluştu. Şimdi bu temelin üzerinde inşaya devam etmek gerekiyor. İslam din dersi öğretmenleri yetiştiriyoruz. Avusturya’da imamların da yetişmesi lazım. İslam’ın Avusturya’da hangi alana tezahürü varsa buradaki çalışmaların kurumsallaşması lazım. Özellikle hafta sonu camideki İslam din dersiyle hafta içi okuldaki İslam din dersi arasında mutlaka bir köprü oluşturulmalı.

İslam Yasası’ndan bahsettiniz. Bu yasa aslına Avrupa’da otantik bir örnek olarak gösteriliyor. Siz İslam Yasasında tam olarak neleri eleştiriyorsunuz ve yasada sizce hangi yenilikler olmalı?

İslam Yasası yaklaşık on yıldır gündemimizde. Müslümanların memnun olmadığı ve muhtemelen de insanlara “Yasanın neresi problemli?” diye sorduğunuz herkesin farklı cevaplayabileceği bir yasa metni. Biz bu eleştirileri toparlayıp söylem birliği oluşturmak için bir konferans süreci başlattık. O konferansta diğer dinî cemaatlerden ve Müslümanlardan uzmanlar da vardı.

İslam Yasası’ndaki temel sorunlardan biri, Müslümanlar açısından “Avusturya kanunun öncelikli olması gerektiği” şeklindeki ithama dayalı yaklaşım. Bu tarz bir ifade hiçbir dinî cemaatin kanununda yazmıyor, fakat İslam Yasası’nda var. Bu, Müslümanlara yönelik bir güvensizlik ve şüphenin hâlâ var olduğunu ortaya koyuyor.

Diğer bir sorun ise, İslam Yasası’nın muhataplarının hem IGGÖ hem de Alevi cemaati olmasının getirdiği pratik sorunlar. Alevi cemaatin mensuplarıyla IGGÖ mensupları aynı ilahiyat fakültesinde eğitim görüyorlar, oysa yaklaşım olarak da çok farklı iki alan. Ayırmak isteseniz de mümkün değil, zira tek bir İslam Kanunu iki cemaati düzenliyor.

Bunun ötesinde farklı sorunlar söz konusu ve biz bunlarla ilgili önümüze bir yıllık bir süre koyduk. Kendi teşkilatlarımız ve camialarımızın hukukçuları ön hazırlığı yapıyorlar. Bir uzman grubu oluşturduk ve bunun sonucunda somut taleplerimizi sıralayıp siyasileri de bilgilendirerek yeni bir sayfa açmak gayretine girdik. 12. ayda beş yıllık görevimiz doluyor. Ümit ediyorum ki 12. aya kadar bu çalışmanın ilk sonuçlarını görebiliriz. Bu konu ondan sonraki dönemde de mutlaka gündemde olması gereken bir konu.

Birçok batı Avrupa ülkesinde olduğu gibi, İslam’a yönelik söylem çok hızlı dalgalanmalarla şekilleniyor. Sizce Avusturya’da özelde IGGÖ’ye, geneldeyse Müslümanlara, İslam’a yönelik söylemin temel dönüm noktaları nelerdir?

Avusturyamızda biraz önce bahsettiğim Anayasa Mahkemesi’nin Alevilerle ilgili verdiği karar tarihî bir dönüm noktası. O güne kadar Avusturya’da İslam’ı temsil eden tek kurum IGGÖ iken bu karar başka kurumların da oluşmasına vesile oldu. Yine İslam Diyalog Forumu meselesi bugünkü İslam Yasası’nda eleştirdiğimiz bütün konuların alt yapısını oluşturuyor.

Diğer acı bir olay da 2 Kasım 2020 tarihinde meydana gelen menfur terör saldırısı. 2015 yılında Daeş gibi terör örgütlerinin palazlandığı bir iklimde İslam Yasası’nı görüşmek ne kadar yanlışsa 2020 yılındaki terör saldırısından sonra İslam Yasası’nı değiştirmek de o kadar yanlış. Biz güvenlik konularıyla dinî konuların birbirinden bağımsız olması gerektiğini söylüyoruz.

Avusturya’daki Müslümanları temsil eden IGGÖ ile siyaset arasındaki diyalog kapısının önümüzdeki dönemde iyileşeceğine dair umudunuz var mı?

Son yıllarda yeni başbakanla beraber bir söylem değişikliği yaşadığımız şüphesiz. Avusturya’da İslam’ın tarihi çok köklü ve dinî cemaatlerle kooperasyon modeli var. Fakat son yıllarda İslam’la bu kooperasyonun çok da olumlu ilerlediğini söyleyemeyiz.

2020 yılında terör olayından sonra İslam Yasası’ndaki değişiklik benim başkanlık dönemime tekabül etti. O zaman şunu söylemiştik: “İslam Kanunu elbette değişebilir. Ama mevcut terör iklimi ve güvenlik bağlamında değiştirilmesi ilkelerimize aykırıdır.”

Yasa bize rağmen değiştirildi. Bu aslında partnerlik ilişkisine çok aykırı bir tutum ve Avusturya açısından da gurur duyulacak bir durum değil. Şu an bu arızaların düzeltilmesi lazım. Biz bunun alt yapısını oluşturmaya çalışıyoruz. Elbette siyasi muhataplarımızın her birinin beklentisi ya da kendi seçmenine yönelik söylemi var. Ne yazık ki son yıllarda İslam’a dair konular seçmeni mobilize etmekte başarılı görülüyor. Tam da burada imamlarımıza, Müslüman fertlere ve cemaatimize çok ciddi görevler düşüyor. Kendimizi doğru ifade etmek için özel gayret sarf etmemiz gerek.

Biz görevimizi iyi yaptığımızda, liyakatli insanları göreve getirdiğimizde, güzel bir ekip çalışması yaptığımızda bu iklimi oluşturabileceğimiz konusunda adım gibi eminim. Yeter ki biz geçmişteki hatalardan ders alalım, dinimizi doğru temsil edelim, gönüllülük ile profesyonelleşme arasındaki dengeyi doğru oluşturalım ve ehliyetli insanları göreve getirelim. Herkes aynı kanaatte olmak zorunda değil, farklı düşünen insanlar çoğulcu toplumumuzda hep olacak. Biz vicdanlı insanlara ulaşmanın yollarını arayacağız.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler