Teorisiz Komplonun Hayaleti ve Müphemliğe Yer Açmak
Yeni komploculuğun klasik tipteki sorgulamalara ihtiyacı yoktur. İzah etmez, sadece iddia eder. Peki komplocu bakışa panzehir ne olabilir?
Tanımı yapılmayan bir kavramın üzerine konuşmak kısır döngüye neden olur. Komplo kavramı hakkında merhum Haydar Cemal mealen “Vuku bulana kadar her şey komplodur. Vuku bulursa tarih olur.” der. Cemal’in kastının gizli kurulan bir düzen hakkında fikir yürütme olduğunu göz önünde bulundurmalı. Hadiseleri bu biçimde okumayı klasik anlamda komploculuk olarak tarif edebiliriz. Klasik komploculuk, belirli işaretler üzerine inşa edilmiş alternatif anlatılar, akıl oyunlarıyken bugün daha yaygın olan modern komploculuk herhangi bir makul izaha, kurguya ihtiyaç duymayan, büyük kısmı muhayyel, hülasa “teorisiz komplo” üretimi olarak görülebilir.
Anlatıya ve Anlatının Arkasındaki Otoriteye Güvensizlik
Nancy L. Rosenblum ve Russell Muirhead birlikte kaleme aldıkları “A Lot of People Are Saying” kitabında, bu yeni tip teorisiz komploculuğun izahı ya da siyasi teoriyi önemsemediğini, kişi ve kurumların meşruiyetini ortadan kaldırma amacıyla muhatabını yersiz, yönsüz bıraktığını ve netice itibariyle insanların olağanüstü gerekçelerle ve orantısız iddialarla vakayı anlamlandırmaya çalıştıklarını ifade ederler.
Misal olarak 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelere düzenlenen saldırıları ele alalım. Bu saldırılarda klasik komplocular ısrarla, örtbas edilen veya eksik bildirilen ayrıntılar üzerinde durmuşlardır. Malzeme bilimleri ile ilgilenen hemen herkesin kolaylıkla yanıtlayacağı, “Jet yakıtı çeliği eritmez, dolayısıyla binalar çökemez” gibi iddialardan tutun nihai rapora rağmen hâlâ gizemini muhafaza eden 7 numaralı binanın çöküşüne kadar hemen her konuda resmî söylemi sorgulamışlardır. Hadisenin arkasında başka niyetler, planlar olduğunu iddia etmişlerdir ki yeni komploculuk anlayışının eskisi ile en benzer yanı bu kısmıdır. Her ikisinde de harekete geçiren etmen, temelde anlatıya ve anlatının arkasındaki otoriteye güvensizliktir.
Öte yandan yeni komploculuk klasik tipteki sorgulamalara hiç ihtiyaç duymaz; izah da etmez; sadece iddia eder. Çok kişi aynı iddiayı sıklıkla tekrar ediyorsa, maddi olarak bolca hata içerse de kurgusu güzel bir hikâye mevcutsa, herhangi bir dayanağa ihtiyaç duymadan bu iddiayı kabul etmeleri olasıdır. Tamamen doğru olmasa bile “Bir şeyler var, ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diyerek duman makinesiyle ortalığı velveleye verenleri hayranlıkla takip ederler.
Türkiye’de, özel olarak da Avrupa’daki Türk toplumunda, klasik komploculuktan modern komploculuğa geçiş öyle zannediyorum ki Batılı muadilleriyle eş zamanlı, pek hızlı biçimde vuku buldu. Başkaca sebeplerin yanında bunun temelde iki mühim gerekçesi olduğu kanaatindeyim. İlki, toplum içindeki hiyerarşi anlayışı. İkincisi ise mağlubiyetten ileri gelen “galibe” karşı güvensizlik duygusu.
Sosyal Medya Öncesi Sosyal Hayat
Modern komploculuğun yükselişinde sosyal medyanın etkisi su götürmez bir gerçek. Hatta vülgarize edersek; eskiden her köyde bir tane deli varken şimdi delilerin Facebook üzerinden Köy Delileri Grubu’nda organize olup birlikte hareket ettiklerini söylemek yanlış olmasa gerek. Tabii işin latifesi bir yana temelsiz, tuhaf fikirleri paylaşan, hatta bunların üzerine koyarak daha da ileriye götüren başkalarını bulmak, tek başına olmadığını düşünmek yalnızlık hissine ilaç gibi gelebiliyor. İnsanın doğası gereği ait olmak ve fark edilmek istediği düşünülürse bu tipte grupların etkisi yadırganamaz.
Bizde modern komploculuğa geçiş sosyal ilişkilerin daha sıkı olması, hiyerarşinin fazla sorgulanmaması, hülasa cemiyet algısının farklılığıyla daha seri vuku buldu. Yeni endüstrileşen, dolayısıyla bireyselleşen toplumumuz çok daha uzun süreler fert yerine cemiyeti önceleyen bir anlayışta idi. Avrupa’da Türk toplumu içinde ise bu hâl daha belirgindi zira insanımız yıllarca, dayanışmanın ruhi manada hayatta kalmakla eş değer olduğu şartlarda yaşadı.
Bu şartlar belli camialarda saygı duyulan figürlerin ağzından çıkan her şeyi sorgusuz sualsiz kabul eden, pek şüphe duymayan yahut da sadece saygısından ötürü büyüğünün söylediği gerçek dışı ifadeye -şüphe duysa dahi- karşıt fikir beyan etmekten imtina eden bir yaklaşımı tahkim etti.
Viyana Kapısı’ndan Dönüş
İkinci hususun, yani mağlubiyet psikolojisinin izlerini 1683’e kadar sürmek mümkün. “Batı” dediğimiz olguya karşı savaş meydanında başlayan yenilginin katman katman her alanda bizi esir almasından bahsedelim.
Tıp bu konuda öne çıkan hususlardan. Mesela 1990 yapımı, Üstün İnanç’ın aynı adlı romanından uyarlanan Mesut Uçakan filmi “Yalnız Değilsiniz” böyle bir ruh hâlinin tezahürüdür. Başroldeki karakter Serpil, seküler, Batılı tarzda yaşayan bir ailenin ferdidir. Tıp fakültesinde okumaktadır. Arkadaşlarının etkisiyle tesettüre girmeye karar verince ailesi tarafından zorla ruh ve sinir hastalıkları kliniğine kapatılır. Zira böyle bir ailenin zeki kızının dindar bir hayatı tercihi imkânsızdır, meğer ki ruhi bir rahatsızlığı olmasın.
Serpil’in ninesi “kocakarı ilaçları” yapar, Serpil burun kıvırır. Sonra Haluk Kurdoğlu’nun canlandırdığı attar karakteri aslında “bize” ait olan şeyin şifalı otlarla tedavi olduğuna ikna eder. Burada tekrar modern, Batılı olanın, “ötekinin” tıbbı ile “bizim” tıp karşı karşıyadır. Serpil “biz”, konken oynayan annesi “ötekidir”. Dolayısıyla “bizimle” kodlanan her şey iyi, (Beyaz Sinema isminden ilhamla) beyaz, “ötekiyle” kodlanan her şey kötü ve siyahtır.
Yenilene kadar sorgulanmayan, kompleksiz biçimde içselleştirilen şeyler yenilgiyle birlikte galiple ilişkili kılındı. Ya galibin yolunu takip edip özü terk etmek gerekti yahut da karşı çıkmak. Bunu Türk modernleşmesinin kavgasının bugüne yansıması olarak görmek abartılı gelebilir ama izah edelim.
Galen’in dört sıvı (kara safra, sarı safra, balgam, kan) arasındaki dengeye dayalı tıbbını kimse reddetmemiş geçmişte mesela. Hatta bugün bile hacamatı sünnete uymak için icra eden tanıdığım hemen herkese Müslüman icadı zannettirecek kadar içselleştirilmiş. Keza felsefe geleneğimizde Eflatuncular, Aristocular vardır. Kimse de yadırgamamıştır. Müslümanın yitik malıdır ilim. Membaı mühim değildir.
Bugüne gelince galiple, “öteki”yle özdeşleşen her şeyi bize dair olanla ikame etme fikri, “öteki”ne benzeme korkusu ya da kaygısı insanları istismara açık hâle getiriyor. Galibin sadece giyimi, kuşamı, oturması kalkması, hülasa yaşam tarzı değil; artık tıbbı bile reddedilip “nebevi tıp” gibi kavramlarla “bizden” yapmak; mütedeyyin, hassas insanları sömürmeye, daha da kötüsü sağlığını riske atmaya sebep olabiliyor. İlaç firmalarının, tedaviyi ticaret gören arsızların bu algıyı kesinlikle körüklediği aşikâr. Gel gelelim yine baştaki klasik komploculuk bu alanda da yerini modern teorisiz komploculuğa çoktan terk etti.
Merhum allame Ahmet Yüksel Özemre, bir dönem aynı sanrılarla hemen her ilmî buluşu Kur’an’da aramaya çalışanlara yazdığı reddiyelerde bunun ne kadar sıkıntılı bir bakış açısı olduğuna değinmiş, doğası gereği değişken olanın (bilim) yine doğası gereği kadim olanla Kur’ân-ı Kerîm ilişkilendirilmesinin özünde yanlış olduğunu belirtmişti. Düşünün ki bir bilimsel buluşun izlerini Kur’an’da bulduğunu iddia ediyor bir kişi. İlgili buluşun yerini yenisinin alması, değişmesi hâlinde yeni buluşun izi Kur’an’da bulunmazsa -hâşâ- Kur’an eksik mi yoksa yanlış mı olur?
Yarım Doktor Candan, Yarım Bilgi…
Nietzsche’nin “İnsanca, Pek İnsanca” kitabında dediği gibi; yarım bilgi tam bilgiye galebe çalar. Zira yarım bilgi, hadiseleri olduklarından daha basit bir şekilde gösterir ve bu nedenle insanın görüşünü daha anlaşılır ve ikna edici kılar. Bir vakanın bütününü, siyakını sibakını kavramak zahmetlidir. Zaman ve emek gerekir. Basit ve yanlış da olsa kolay anlaşılır bir hikâye bu yüzden daha çok talep görür. Sosyal medya kullanımının yaygınlaşması, medya okur yazarlığının düşük olması gibi etmenler bizi yeni tip komplolara meyilli kıldı. “Ötekine” güven duymamama ve pandemi işin tuzu biberi oldu. Teknoloji bahusus bıçak benzeri bir işlev gördü. Nasıl ki bıçakla ekmek kesmek de cinayet işlemek de bıçağın değil kullanıcının iradesindeyse modern teknolojinin araçsallaştırılması da yine kişiye bağlı.
Bir yandan şüphenin peşine düşmek için çokça platforma, kaynağa erişmek, soru sormak mümkün. Fakat öte yandan mesela Avustralya’da Kovid-19 aşıları hakkında gerçek dışı bir iddiayı ortaya atan çapsız sosyal medya meşhurunun videosunu Türkçe altyazı ile sosyal ağlarda görmek de mümkün. Videoyu paylaşan şahıs sosyal medya kullanıyor, video işlemeyi biliyor, İngilizce tercüme edecek kadar dili biliyor; fakat tüm bunları sorusuna cevap için araç olarak kullanmayı tercih etmiyor.
Burada netlik arayışı olduğunu söyleyebiliriz. Büyük hadiselerin kendiliğinden vuku bulmayacağı, mutlaka arkasında büyük bir planın olduğu fikri daha kolay hazmedilebilir. Yeni komploculukta her ne kadar anlatılar müphem olsa da yargılar kesindir. Siyah veya beyazdır. Griye yer yoktur. Yeni komploculuk huzursuz eder. Bazen biraz koyulaşır, bazen biraz açıklaşır. Kati ifadelerin verdiği güven duygusunu asla temin etmez. Fakat hayat siyah-beyaz değil, gridir.
Nihai çözüm önerisi sunmak zor görünüyor. İki hususa değinmiştik. İlkinin zamanla aşılacağı vaki. Sosyal ilişkilerin, hiyerarşilerin değişimi (müspet veya menfi) bu anlamda bir kırılma oluşturacaktır. İkinci hususu, yani aşağılık kompleksini aşmak en güç olanı. Başlangıç için belki naçizane müphemliğe sadece anlatılarda değil yargılarda da yer açmayı teklif edebiliriz. Hem yitik malımıza tekrar sahip çıkarız hem de şarlatanlara, manipülatörlere karşı daha dirayetli biçimde kendimizi ve sevdiklerimizi koruyabiliriz.
Çok güzel... Bilinmeyenin hasretinin giderilmesi tadında. Yüreğine sağlık. Kalemine kuvvet.