Brandenburg Seçimleri: “Almanya’da Merkez Partileri Büyük Krizde”
Almanya’nın Brandenburg eyaletinde seçimler düzenlendi. Bu eyalette aşırı sağcı AfD ve sol popülist BSW'nin güç kazanması, ülkenin demokratik merkezini yeni sınamalarla karşı karşıya bırakıyor. Peki merkez partilerinin karşılaştığı kriz ne anlama geliyor? Almanya nasıl bir yol ayrımında?
Almanya, 2025 yılının eylül ayındaki Federal Seçimlere yaklaşırken bir dizi eyalet seçiminden geçiyor. En son Brandenburg Eyalet Seçimleri de 22 Eylül tarihinde düzenlendi. Almanya’nın doğu eyaletlerinden Brandenburg’daki eyalet meclisi seçimini yüzde 30,9 oyla Sosyal Demokrat Parti (SPD) kazandı. Her ne kadar SPD yüzde 30,9 alarak 1990’dan bu yana Brandenburg’da eyalet seçimlerini sekizinci kez üst üste kazanan parti olmuş olsa da ve oyunu bir önceki seçimlere göre 4,7 puan artırmış olsa da özellikle Saksonya ve Thüringen’deki başarısızlığının ardından iktidar koalisyonundaki SPD açısından bunun ne denli kutlanmaya değer bir zafer olduğu bir soru işareti. Zira Almanya’nın merkez sol partisi olarak SPD, merkez partilerinin karşı karşıya kaldığı krizden doğrudan etkileniyor.
Brandenburg seçimlerinin esas kazananlarının aşırı sağcı AfD ve sol popülist BSW partilerinin olduğunu söylemek mümkün. Seçim öncesindeki anketlerde AfD uzun süredir öndeydi. Yüzde 29,2 oy alarak ikinci parti konumuna yükselen AfD, oyunu 2019 seçimlerine göre 5,7 puan artırdı. Böylece Almanya’da 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde aşırı sağcı bir parti ikinci kez bir eyalet parlamentosu seçiminde ikinci sırayı almış oldu. AfD, 1 Eylül’de yapılan eyalet seçimlerinde Thüringen’de birinci, Saksonya’da da ikinci parti konumuna gelmiş ve böylece Almanya’nın büyük bir siyasi çalkantının eşiğinde olduğu yorumlarına yol açmıştı.
Eyalette ilk kez seçime katılan “Sahra Wagenknecht İttifakı-Anlayış ve Adalet İçin” (BSW) ise yüzde 13,5 alarak üçüncü parti oldu. Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) ise yüzde 12,1 ile Brandenburg’daki eyalet seçimlerinde bugüne kadarki en kötü sonucunu elde etti. Yüzde 5 barajını aşamayan Yeşiller, Sol Parti ve Hür Demokrat Parti (FDP) eyalet parlamentosuna girmelerine olanak sağlayabilecek doğrudan (direkt) adayları da kazanamayınca meclis dışında kaldı. Bu sonuçlara göre eyalet meclisine yalnızca 4 parti girebildi.
Almanya’da Siyasi Merkez Krizde
Federal hükûmetin “trafik lambası” koalisyonunda yer alan Yeşiller ve FDP’nin bir eyalet meclisinin dışında kalması farklı bir siyasi analizi gerekli kılıyor. Brandenburg Eyalet Seçimleri, öncesindeki Thüringen ve Saksonya seçimleriyle birlikte ülkedeki “merkez partileri”nin devasa bir krizle karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.
Sorun sadece “merkez” olarak nitelendirilen partilerin meclis dışında kalması ya da oy kaybetmeleri değil. Mümkün olduğu kadar geniş halk kitlelerine hitap eden, bu yönüyle demokratik meşruiyeti güçlü ve yine bu nedenle siyasi ajandasıyla toplumsal uzlaşı oluşturma potansiyeli yüksek olan bu “merkez” partilerine ilginin azalması, diğer yönüyle toplumsal çatışmalar için de yeni bir zemin oluşturuyor. Zaten mülteci ve göçmen karşıtlığı üzerinden toplumsal barışa dair iddiaları (iyimser bir tabirle söyleyelim) zayıf olan aşırı sağcı AfD’nin başarısıyla merkez partilerini sarsması bu yönüyle oldukça tehlikeli bir gidişat. Mevcut durumda merkez partileri, bu merkezin sağ ve sol ucunda yer alan iki partinin siyasi ajandasına Brandenburg’ta bağımlı durumda. Bunu bir imgeyle özetleyecek olursak, mevcut durumda merkez partileri hem sağ hem de soldan çekiştirilen bir korkuluğa benzetebiliriz. Almanya’nın doğu eyaletlerindeki karşılığını çoktan yitirmiş olan merkez partileri ya sağa doğru yatacak, ya sola doğru çekilecek ya da bu dirence dayanamayıp parçalanarak içindeki samanları etrafa saçacak.
Brandenburg’un yeni eyalet parlamentosunda SPD ve BSW ittifakının dar bir çoğunluğa sahip olacağı ve bu nedenle CDU ile üç partili bir koalisyonun da gündeme gelebileceği tahmin ediliyor. AfD ise eyalet meclisinde 30 sandalye ile engelleyici bir azınlığa sahip olacak. Yani aşırı sağcılar örneğin anayasa yargıçlarının seçimi gibi üçte iki çoğunluk gerektiren bazı kararları bloke edebilecek ve anayasa değişikliklerine etki edecekler. Brandenburg’ta hiçbir parti AfD ile hükûmet kurmak istemese de, AfD’nin sandalye çoğunluğuyla büyük bir nüfuzu olacağı açık.
Azınlık Hükûmeti mi Kurulacak?
Brandenburg Eyalet Başbakanı Dietmar Woidke (SPD) birlikte çalışmak için ilk olarak CDU ile görüşmeler yapacağını açıkladı. Olası bir SPD-CDU koalisyonunda her iki parlamento grubu da eyalet parlamentosunda AfD ve BSW ile aynı sayıda sandalyeye sahip ve dolayısıyla mutlak çoğunluğa sahip değiller. Bu da SPD ve CDU’dan oluşacak muhtemel kırmızı-siyah koalisyonunun bir azınlık hükûmeti olacağını gösteriyor. CDU ve BSW’nin siyasi görüş ve pozisyonlarının birçok noktada birbirinden çok uzak olduğu da göz önünde bulundurulduğunda Brandenburg’u hükûmet kurma ve sonraki süreçte zor günlerin beklediği söylenebilir.
Öte yandan SPD Eyalet Parlamentosu Grup Başkanı Daniel Keller bu sabah rbb24 radyosuna yaptığı açıklamada CDU’nun yanı sıra BSW ile de görüşmelere açık olduklarını, istikşafi görüşmelere bu hafta başlamak ve“önümüzdeki haftalarda ilerleme kaydetmek” istediklerini açıkladı. Keller AfD ile ise görüşmek istemediğini belirtti.
BSW’nin Koalisyon Şartı: Barış Politikası
BSW ilk önce SPD ve CDU arasındaki görüşmelerin sonuçlanmasını bekleyecek. BSW Eş Başkanı Amira Mohamed Ali seçim sonuçlarının partisi için büyük bir başarı olduğunu belirterek, barış politikasının BSW için önemli bir konu olduğunu ve olası bir koalisyon ortaklığının da ancak gerçek bir değişime bağlı olduğunu, sadece birkaç görev için hükûmete dahil olmayacaklarını açıkladı.
BSW’nin liste başı adayı Robert Crumbach da Deutschlandfunk radyosuna yaptığı açıklamada BSW’nin bir koalisyona katılabilmesi için yeni bir siyaset tarzının gerekli olduğuna vurgu yaparak, partisinin Brandenburg’da odaklanacağı konular arasında eğitim politikası, yerel ekonomi ve barış politikasının yer aldığını ifade etti. BSW özellikle Ukrayna’ya silah sevkiyatının durdurulmasını ve ABD üslerinin Almanya’da mevzilenmemesini talep ediyor.
AFD: “Geleceğin Partisiyiz”
AfD Eş Başkanı Alice Weidel, partisinin genç seçmenler arasında aldığı yüksek oy oranlarına dikkati çekerek bunun partisinin “geleceğin partisi” olduğunun kanıtı olduğunu belirtti. Eşbaşkan Tino Chrupalla ise diğer partileri AfD’yi kasıtlı olarak iktidardan ve hükûmetten uzak tutmaya çalışmakla suçlarken, bunun uzun süre yaramayacağını söyledi. Brandenburg’daki seçim sonuçlarının değerlendirildiği basın toplantısında konuşan Chrupalla, ülkenin doğusundaki üç eyalet seçiminde ve geçtiğimiz haziran ayındaki Avrupa seçimlerinde elde ettikleri başarıların ardından AfD’nin federal seçim kampanyasına “muazzam bir rüzgarla” girdiğini vurguladı.
Gerçekten de Almanya’da AfD’nin rüzgarı esiyor. Merkez partilerini, bir ülkenin demokratik çeşitliliğini ve gücünü muhafaza etme iradesi gösteren siyasi yelpaze olarak tanımlarsak, AfD rüzgarının bu yelpazenin rüzgarını keseceği kesin. Özellikle Avrupa’nın diğer ülkelerinde aşırı sağa karşı “cordon sanitaire”, yani güvenlik duvarının yavaş yavaş aşındığı (ya da yine iyimser tabirle “aşınmak zorunda kaldığı” diyelim) gerçeğiyle birlikte aşırı sağın yalnızca meclise girmediği, merkez siyaseti dönüştürdüğü ve böylece aslında mevcut siyasi kültürü de derinden etkilediği bir diğer gerçek.
Almanya’nın doğusunda yer alan ve yaklaşık 2 milyon seçmenin oy kullanma hakkı olduğu Brandenburg’ta, yüzde 72,9 ile bugüne kadarki en yüksek katılım oranı kayıtlara geçti. Seçmen merkez partilere kesif bir uyarı göndererek “alternatif” partilerin eline çok büyük bir koz verdi. Bu kozun önümüzdeki seneki Federal Meclis Seçimleri’nde de yine bu partilere mi verileceği, yoksa Almanya’daki seçmenin federal seçimlerde daha rasyonel mi davranacağı henüz belli değil. Bir diğer muamma ise, bu işaret fişeğini alan merkez partilerin, bu siyasi krizden “merkezi terk ederek” çıkmak gibi bir strateji güdüp gütmeyecekleri. Özellikle Solingen’deki terör saldırısı sonrası merkez partilerinden müteşekkil federal hükûmetin iltica politikasını sertleştirip rasyonaliteden uzak ve popülist bir iltica politikasına geçmesi bu konuda merkez partilerin hâlâ doğru bir strateji geliştirmediğini gösteriyor.