'Dosya: "Uluslararası Hukuk"'

Haroon Raza: “Tarihte İlk Kez, Savaş Suçu İşleyen İsrail Askerleri Korkuyor”

Gazze’de işlenenen savaş suçları gündemde. Hind Rajab Vakfı ve 30 Mart Hareketi'nin kurucularından Haroon Raza ile İsrail askerlerine karşı yürüttükleri savaş suçu davalarını ve adalet mücadelesinin küresel boyutunu konuştuk.

Siz Hind Rajab Vakfı ve 30 Mart Hareketi’nin kurucuları arasındasınız ve her iki kuruluşa da hukuk danışmanlığı veriyorsunuz. Öncelikle Hind Rajab Vakfı’ndan bahsedebilir misiniz? Bu vakfı kurma fikri nasıl ortaya çıktı?

Her şey 7 Ekim 2023’ten sonra başladı. Gazze’deki hastanelerden biri ilk kez İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından saldırıya uğradığında, Hollanda’daki savcılar nezdinde doğrudan bir şikâyette bulundum. Bu şikâyet, çeşitli hükûmet yetkilileri ve Batı Şeria’daki işgali destekleyen, Gazze’deki durumu yaratan şirketlere yönelikti. Zira Gazze’deki felaket Batı ve İsrail devleti tarafından oluşturulmuş durumda.

Kısa bir süre sonra Brüksel’de Diabo Bujaja’nın liderliğinde 30 Mart Hareketi’ni kurduk. IDF askerlerine, Gazze’de Filistinlilere karşı yürütülen soykırımın sorumlusu olan bireylere ve kurumlara karşı davalar açmaya başladık.

Bu süreçte, 30 Mart Hareketi’nin çatısı altında, özellikle IDF askerlerine, üst düzey yöneticilere, bakanlara ve üst rütbeli subaylara karşı hukuki mücadeleye odaklanan özel bir organizasyona ihtiyaç duyduğumuzu hissettik. Hind Rajab Vakfı bu şekilde ortaya çıktı. Vakıf 30 Mart Hareketi’nin bir alt kuruluşu olarak doğdu diyebiliriz. Belçika’da Brüksel merkezli faaliyet gösteriyoruz ve IDF askerlerine ve soykırımdan sorumlu olan, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işleyen kişilere karşı davaları burada koordine ediyoruz.

Bahsettiğiniz bu strateji “hukuki taarruz” (İng. “offensive litigation”) olarak biliniyor. Bu stratejiyi biraz daha açıklayabilir misiniz?

Kurum içinde bir soruşturma birimimiz var ve dışarıdan araştırmacılarla da çalışıyoruz. Dünyanın dört bir yanından, her yargı bölgesinden avukatlar dâhil binlerce gönüllümüz var. Şu anda kendi avukatlarımız tarafından oluşturulan ve 15’ten fazla kişinin yer aldığı bir hukuk ekibimiz bulunuyor. Hindistan’dan ABD’ye, oradan Meksika’ya kadar pek çok farklı ülkede faaliyet gösteriyoruz.

Yaptığımız şey, IDF savaş suçlularının hareketlerini takip etmek. Burada her IDF askerinden bahsetmiyoruz; suçlarını çevrimiçi platformlarda veya üçüncü taraf platformlarda açıkça yayınlamış ve kamuya duyurmuş kişilerden bahsediyoruz. Bu tür kanıtları topladıktan sonra, bu kişilerin herhangi bir yargı yetkisine sahip bir ülkeye hareket etmesini bekliyoruz. O noktada onlara karşı dava açıyoruz.

Peki İsrail ordusunun içinde, komuta zincirindeki düşük rütbeli askerlerin savaş suçlarından yargılanması hukuken mümkün mü?

Elbette. Savaş suçu işleyen birisi, bu suçu kendisi işlemiştir. Mahkemede bunun askerî bir emir olduğunu öne sürebilirsiniz. Ancak bir emir Cenevre Sözleşmesi, Roma Statüsü ve diğer yasalarla çelişiyorsa bu yasa dışıdır ve en azından bu emri yerine getirmemeniz gerekir.

Çoğu zaman, aslında İsrail askerlerine herhangi bir emir bile verilmediği görülüyor. Bu savaş suçlarını işleyenler, Gazze’yi kendi istedikleri gibi hareket edebilecekleri bir oyun alanı olarak görüyorlar. Kadın kıyafetleri giymeleri için emir aldıklarını sanmıyorum, ama bunu yapıyorlar. Özellikle belli bir binayı havaya uçurmaları için doğrudan emir aldıklarını sanmıyorum, ama bunu yapıyorlar. Aynı şey kundakçılık ve özellikle Filistinli rehineleri kaçırma şekilleri için de geçerli.

Yani ortada herhangi bir emir olmasa bile, İsrail askerlerini sık sık, alenen ve utanmadan suç işlerken görüyoruz. Bu yüzden yaptıklarından elbette sorumlular. Tıpkı II. Dünya Savaşı’nda Naziler tarafından verilen bazı emirlerin yasa dışı olması gibi bu emirlerin de yerine getirilmemesi gerekiyor. Zira aynı ilkeler ve aynı uluslararası hukuk bugün de geçerli.

“Yakalanmaktan  Korkmaları Suçlarının Farkında Olduklarını Gösteriyor”

İsrail askerlerini hedef almanız konusunda hukuk camiasındaki meslektaşlarınızdan eleştiri alıyor musunuz?

Elbette! Geçen yıl Baro Etik Komitesi’nden uyarı aldım, ama bundan utanmıyorum. Uyarı, 30 Mart Hareketi için yürüttüğüm bir çalışmada yaptığım küçük bir hatayla ilgiliydi. Şu anda Hollanda’dayım. Açıkçası Siyonizmi destekleseydim ya da bir zaman makinesiyle beş ya da on yıl ileri gidebilseydik, sanırım bu şekilde uyarılmazdım. Belki bir ihtar alırdım ya da “Daha dikkatli ol” derlerdi, ama bu kadar sert olmazdı.

Bununla birlikte, vakıf başkanımız sürekli tehdit altında. İsrail Diaspora Bakanı Amichai Chikli’nin, X platformunda doğrudan ona yönelik bir tehditte bulunduğunu biliyoruz. Bu kişi, “Çağrı cihazına dikkat et” diye yazdı ki bu, geçmişte Hizbullah’a yönelik saldırılarla ilgili kullanılan bir ifade. Bu nedenle başkanımız güvenlik koruması altında. İsrail hükûmetinin -Mossad ve Schin Bet dâhil olmak üzere- bize yönelik bir görev gücü oluşturduğunu öğrendik. Bu bilgi resmî internet sitelerinde de var. Bütün bunlar, doğru bir şey yaptığımızı gösteriyor. İsrail hükûmetini hiç olmadığı kadar rahatsız ediyoruz.

Tarihte ilk kez, savaş suçları işlemiş İsrail askerleri korkuyor. Bu daha önce hiç olmadı. Ve biz onları fiziksel olarak kovaladığımız için korkmuyorlar -ki bunu asla yapmayacağız- asıl korkuları yakalanmak. Benim ya da herhangi bir İslam ülkesinin onları yakalayacağı korkusu  da değil; Avrupa’dan, Güney Amerika’dan ve diğer tatil noktalarına gitmekten korkuyorlar. Bu da aslında onların suçlu olduklarının farkında olduklarını gösteriyor. Ne yaptıklarını biliyorlar. İyi bir avukat tutup yargılanmayı göze almak yerine, kaçmayı tercih ediyorlar. Çünkü mahkûm edileceklerini biliyorlar. Bu da bizim iddiamızı doğruluyor: Gerçekten savaş suçları işlediler.

Bu sürecin adımları nelerdir? Dava açmak için kanıtları nasıl topluyorsunuz? Bu davaları gerçekleştirebilmek için aşmanız gereken en zor kısımlar nelerdir?

Açıkçası süreç kolay. Çünkü bu insanlar, savaş suçlarını ya kendileri yayınladılar ya da Siyonist siteler isimlerini yayınladı ve nerede olduklarını söylediler. Çevrimiçi, çevrimdışı her şeyi kaydettik ve yedekledik. Tek yapmamız gereken, biri hareket hâlindeyken, ipuçları aldığımızda ya da araştırmalarımızla birilerini hareket ederken gördüğümüzde, onların kendileri hakkında sağladığı tüm delillerle dosyayı almak, bir şikayet oluşturmak ve başvuruyu yapmak. Birkaç ay önce İsrail ordusu, mensuplarına emir verdi; ama komiktir ki, onlara savaş suçu işlememelerini söylemediler. “O suçları yayınlamayın.” dediler. Bu, doğru işi yaptığımıza ve aslında suç işlediklerine dair çifte onay aldığımız anlamına geliyor. O emri aldıklarında, sosyal medya paylaşımlarını ve hesaplarını silmeye başladılar. Ama biz ve birçok paydaşımız her şeyi zaten kaydetmiştik.

Diyelim ki, bir ele geçirme operasyonu ile ilgili iki tane kanıt vardı. O kanıt, çevrimiçi, çevrimdışı, dünya çapında her yerde. Aynı şey, bize yapılan fiziksel tehditler için de geçerli. Eğer ben düşersem, diğer kurul üyeleri devralacak. Eğer hepimiz düşersek, diyelim, o zaman bir sonraki kişi devralacak. Yani üzerimize gelmeleri sorun değil. Adalet için çalışıyoruz ve geri adım atmayacağız. Bizim kelime dağarcığımızda “geri dönüş” yok.

İsrail’in savaş suçları için asla sorumluluk almadığını ve bu yüzden bu davaların boşa açılıyor olabileceğini düşünenlere ne dersiniz?

Şüpheciler şu ana kadar haklılar, zira İsrail henüz sorumluluk almadı. Ve bu uluslararası hukuk için bir sınav. Uluslararası hukuk ölü mü yoksa canlı mı göreceğiz. Eğer ölüyse, o zaman da iyi bir hukuki savaş vermiş ve bu insanları adalete teslim etmek için elimizden geleni yapmış olacağız. Eğer uluslararası hukuk hâlâ canlıysa, ki uluslararası hukukun hâlâ işler bir fonksiyonda olmasını umut ediyorum, bir ülke sonunda sorumluluk üstlenecek. İster Türkiye, ister Pakistan, ister Güney Afrika, ister İrlanda olsun, birileri adım atacak ve onlara zaten gönderdiğimiz bilgilerle bir şey yapacaklar. Bu insanları bir listeye koyacaklar ya tutuklamak için ya da en azından o ülkelere seyahat ederlerse, biraz daha fazla sorgulamak için, ki bu, içinde bulunduğumuz durumu göz önünde bulundurduğumuzda en asgari gereklilik.

1948’e kadar dönüp geçmişe baktığımızda, İsrail askerlerinin hukuken hiç bu kadar korktuğunu görmedik. Gerçekten mahkemede başlarına neler geleceğinden korkuyorlar. Bu bize umut veriyor.

Fransa, Belçika, Sri Lanka gibi birçok ülkede davalarınız var. Bir süre önce Brezilya’da İsrailli bir asker olan Yuval Vagdani, yaptığınız hukuki girişim nedeniyle tatil sırasında ülkeden çıkarıldı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Ben 22 yıl boyunca Hollanda’da bir ceza savunma avukatı olarak çalıştım. Şimdiye kadar dünyada hiçbir hâkimin, “Evet bu İsrail ordusu askeri hakkında makul bir şüphe var. Bu kişi bir savaş suçlusu olabilir. Polis ve savcılık onu araştırmak zorunda.” dediğini görmedim. Dolayısıyla bu hukuki bir başarıydı.

Diğer bir başarı ise, bu kişinin direkt olarak İsrail’e değil Arjantin’e gitmesiydi. Arjantin’de hazır bir avukatımız vardı, orada zaten iki başka İsrailli asker hakkında şikâyet dosyası açmıştık. Arjantin’deki avukatımız bu kişi hakkında üçüncü bir şikayet açtı. Bu kişide bunun üzerine İsrail’e kaçtı ve verdiği röportajda şunu söyledi: “Bir hâkimin hakkımda soruşturma açtığını öğrendiğim gün hayatımdaki en kötü gündü. 7 Ekim’den daha kötüydü.”

Şikâyet dosyası açmanın etkilerinden biri bu olduğuna göre demek ki şunu anlıyorlar: Eğer Filistinlileri öldürürlerse ya da camileri ve hastaneleri yok ederlerse, doktorları kaçırıp rehin alırlarsa, artık bunun bedeli olacak ve örneğin Bali’de bir plajda rahatlayamayacaklar.

“Dünyada Kimse Binaların İçindeki Sivillerle Dümdüz Edilmesini Kabul Etmez”

Hangi ülkeler başlattığınız hukuki süreci işletme konusunda daha duyarlı?

Güney Amerika çok duyarlı, Belçika duyarlı, Fransa ise daha az duyarlı. Ama İsrail’in yaptıklarının ve işgalin gayri meşruluğunun anlaşılması ile birlikte birçok ülkenin tutumu da değişiyor. Ben gençliğimden beri İsrail devleti hakkında böyle bir algı değişimi görmedim. Dünya kamuoyu İsrail’in soykırım eylemlerinin yanlışlığı konusunda ağırlıklı olarak mutabık.

Çünkü durum o kadar net ki! Gazze’de 6 yaşındaki Hind Rajab yardım çağrısı yaparken ve yanındaki kuzeni daha yeni öldürülmüşken, 355 kurşun ile öldürüldü. Biz de Hind Rajab’ın anısını yaşatmak için tüm gücümüzle çaba sarfediyoruz. Hind Rajab sivildi. Hamas ya da herhangi bir örgütle ilgisi yoktu. Üstelik ailesi İsrail ordusundan bulundukları yeri terk etmeleri yönünde bir direktif almıştı ve kaçmaya çalışıyorlardı. Bir ambulans onlara yardım etmeye geldiğinde ise bir tank ateşiyle ambulansı havaya uçurdular. Tüm bunlar tespit edilmiş gerçekler. İsrail, bu olayla ilgili yalan söylemeye devam ediyor. Takip ettiğimiz önemli soruşturmalardan biri bu. Dünyada hiç kimsenin, bir binanın içinde çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve engelliler olduğu bilinmesine rağmen dümdüz edilmesini onaylayabileceğini sanmıyorum.

Gazze’de Down sendromlu 20 yaşındaki bir genç, muhtemelen Hollanda’da eğitilmiş bir Alman çoban köpeği tarafından öldürüldü. Bu gencin ailesi zorla evden çıkarıldı. Evde kalan çocuk kan kaybından öldü. Duygusal yaşı dört veya beş yaşında olan birinden bahsediyoruz. Biz vakıf olarak bu davalarla da ilgileniyoruz. Dünya bu olaydan habersizdi. Instagram, Snapchat ve bunu söyleyeceğimi asla düşünmezdim ama, TikTok’un varlığına şükrediyoruz. Çünkü artık bu görüntüler sansürlenmiyor. Önceden yalan söyleyen bir ana akım medya vardı. Şimdi her şey telefonumuzda paylaşılıyor. Ölüm tehdidi altında, keskin nişancıların hedefi olup, evleri bombalanan, eşleri ve çocukları öldürülen cesur Filistinli gazeteciler için de şükrediyoruz. Artık yalan söylemek mümkün değil.

Hind Rajab Vakfı olarak nihai amacınız nedir?

Nihai amacımız bir gün Hind Rajab Vakfı ve 30 Mart Hareketi’ni lağvetmek ve artık bu iki kuruma ihtiyacın kalmadığı bir döneme ulaşmak. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ve dünya ülkelerinin, biz talep etmeden, yalvarmadan, çağrı yapmadan savaş suçlularının peşine düşmesi bizim nihai hedefimiz. Ancak o gün benim açımdan mutlu bir gün olacak ve bu işi bırakacağım. Çünkü adalet yerini bulmuş olacak ve bu adalet yalnızca güçlüler için değil, zayıflar ve ezilenler için de geçerli olacak.

Yalnızca Batı Şeria ile Gazze’deki değil, Filistin topraklarının tamamında İsrail işgalinin sona ermesini hedefliyoruz. Herkesin, yani Yahudilerin, Müslümanların ve Hristiyanların herhangi bir tacize uğramadan, bir yerden başka bir yere serbestçe gidebilmesini, Kudüs’e ulaşabilmesini, istedikleri yerlerde dua edebilmelerini ve her şeyden önce barış içinde bir arada yaşayabilmelerini hedefliyoruz. Bizim vizyonumuz bu.

Hind Rajab Vakfı olarak biz, savaş suçları işlendiğinde sorumluların yakalanacağı ve her ülkede bu suçlarla mücadele için özel birimler oluşturulacağı günü bekliyoruz. Ancak o gün geldiğinde duracağız ve elimizdeki tüm kanıtları bu birimlere teslim ederek savaş suçlularının tutuklanıp yargılanıp haklarında hüküm verildiğinden emin olacağız.

Esma Güney Aksoy

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlayan Güney Aksoy, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji bölümünde ikinci lisans eğitimine devam etmektedir. Ağırlıklı olarak duygulanım sosyolojisi, medya ve hukuk antropolojisi alanları ile ilgilenen yazar, aynı zamanda Fidiro Kahvesi ve Talking Anthropology podcastlerinin yapımcı ve sunucularından biridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler