'Dosya: "Uluslararası Hukuk"'

BM Güvencesi Altında Soykırım: Bosna’da Uluslararası Hukukun Çöküşü

Uluslararası hukuk kâğıt üzerinde güçlü görünse de siyasi irade olmadığında yaptırım gücünden yoksun kalır. Bosna Savaşı, göz göre göre işlenen bir soykırımın, adaletin önüne geçen jeopolitik çıkarların ve uluslararası sistemin ahlaki sınavda yaşadığı büyük çöküşün yakın tarihteki en çarpıcı örneklerinden biri.

©Northfoto/shutterstock.com. Değişiklikler: Perspektif.

Bosna Savaşı, uluslararası hukukun sınırlarını acı bir şekilde gözler önüne serdi. Soykırım ve savaş suçlarını yasaklayan normlara rağmen, siyasi iradenin eksikliği nedeniyle bu hukuk normları kitlesel vahşeti önlemekte yetersiz kaldı. Savaş sonrası kurulan mahkemeler ve barış anlaşmaları, uluslararası toplumun adalet ve istikrar çabalarını yansıtsa da nihayetinde şu gerçek ortaya çıktı: Güçlü devletlerin kararlılığı olmadan uluslararası hukuk, jeopolitik çıkarların gölgesinde kalıyor.

Gerçek Dünyada Uluslararası Hukuk

Uluslararası hukuk; devletler ve uluslararası örgütlerin nasıl davranmaları gerektiğini belirleyen kuralları kapsar. İnsan haklarından çevrenin korunmasına kadar pek çok alanı düzenler ve çatışmaları önlemeyi amaçlar. Ancak bu sistemin zayıf noktası şudur: Yaptırım gücü tamamen siyasi iradeye bağlıdır. Güçlü ülkeler çıkarları doğrultusunda bu kuralları esnetebilir veya göz ardı edebilirken, zayıf ülkeler çoğu zaman kuralların tüm yükünü taşır.

Bosna Savaşı bu acı gerçeği ifşa etti. Soykırımı ve savaş suçlarını yasaklayan açık yasal düzenlemelere rağmen, uluslararası toplum sivillere yönelik katliamları durdurmakta başarısız oldu. Bu kriz, uluslararası hukukun -örneğin savaş suçları mahkemelerinin kurulması gibi-  neler başarabileceğini göstermesinin yanı sıra en büyük zaafını da gözler önüne serdi: Siyasi irade olmadığında, en güçlü yasalar bile kâğıt üzerinde kalmaktan öteye gidemez.

Bu idealler ile güç siyaseti arasındaki gerilim bugün de devam ediyor. Uluslararası hukuk önemli standartlar sunuyor, ancak etkili olup olmaması, devletlerin bu standartları uygulayıp uygulamama konusundaki tercihlerine bağlı.

Bosna’da Uluslararası Hukukun İflası

Sizi 1990’lara götüreyim: Soğuk Savaş’ın ardından Avrupa’da barışın hâkim olması beklenirken Bosna II. Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en korkunç vahşetlerden bazılarına sahne oldu. Daha da şaşırtıcı olan da dünyanın bu katliamları önleyecek yasalara sahip olmasıydı. Ama ne yazık ki bu yasaları kullanmadık.

Saraybosna, dört yıla yakın bir süre kuşatma altında kaldı. Keskin nişancılar çocukları hedef aldı. Pazar yerleri güpegündüz bombalandı. 1990’ların Avrupa’sında bile toplama kampları kuruldu; insanlar aç bırakıldı, işkence gördü ve infaz edildi. Ya Srebrenitsa? Birleşmiş Milletler (BM) tarafından “güvenli bölge” ilan edilen bir yerde, 8.000’den fazla erkek ve oğlan çocuğu bir haftada katledildi. O sırada Hollandalı barış gücü askerleri silah bakımından yetersizdi ve üstleri tarafından kaderlerine terk edilmiş şekilde olup biteni izlemekten başka bir şey yapamadılar.

İronik olarak bu tür bir vahşeti önleyecek kurallar aslında o dönem de zaten mevcuttu. Cenevre Sözleşmeleri sivillerin hedef alınmasını yasaklıyordu. Soykırım Sözleşmesi, kitlesel katliamları suç sayıyordu. BM Şartı, Güvenlik Konseyi’ne müdahale yetkisi veriyordu. Ama gerçekte ne oldu? Diplomatlar oyalandı, büyük güçler birbirleriyle tartıştı. Rusya, müttefiki Sırpları korumak adına güçlü müdahaleleri engelledi. ABD ve Avrupa ise yeni bir “Vietnam bataklığına” sürüklenmekten korktukları için tereddüt ettiler. BM barış gücü askerleri, siyasi korkaklık yüzünden elleri kolları bağlı hâlde kaldılar.

En trajik durumlardan biri ise silah ambargosuydu. Bosnalı Sırp güçleri Sırbistan’dan gelen tanklar ve ağır silahlarla saldırırken, savaşın mağduru olan Bosna hükûmetine kendini savunmak için silah alma hakkı bile tanınmadı. Düşünün ki, komşularınız evinizi yakarken size “karşılık veremezsin” deniyor. İşte uluslararası hukukun gerçek yüzü buydu.

100.000 kişinin ölümü ve Srebrenitsa soykırımının ardından ancak 1995 yılında NATO’nun hava saldırılarıyla müdahale etmesi sonucu savaş sona erdi. Bu da şu soruyu akla getiriyordu: Dünya daha erken harekete geçseydi kaç hayat kurtarılabilirdi?

Birleşmiş Milletlerin Rolü: Adalet ve Barış İnşası

BM Koruma Gücü (UNPROFOR) Bosna’ya gönderildi, ancak sınırlı yetkileri ve siyasi irade eksikliği nedeniyle katliamları önlemede başarısız oldu. Şiddeti azaltma amacı taşıyan BM silah ambargosu, iddia edilenin aksine Bosna’nın savunmasını zayıflattı. Srebrenitsa gibi “güvenli bölgelerin” düşmesi, uluslararası hukukun yalnızca teoride var olduğunu; güçlü devletler çekimser kaldığında bu hukuk sisteminin çöktüğünü gösterdi.

Savaş sonrasında BM ve diğer uluslararası aktörler adaleti sağlamak ve Bosna’da istikrarı kurmak için çaba harcadı. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY), Radovan Karadžić ve Ratko Mladić gibi savaş suçlularını yargılayarak hesap sormada önemli adımlar attı. Ancak mahkeme yavaşlığı ve seçici adaleti nedeniyle eleştirildi. Barışı sağlayan Dayton Anlaşması ise BM değil, esasen ABD ve NATO öncülüğünde yapıldı. Bu anlaşma savaşı sona erdirdi ama etnik ayrılıkları kurumsallaştırarak Bosna’yı kırılgan bir yapıya mahkûm etti. Uluslararası toplum destekli Yüksek Temsilcilik Ofisi (OHR), gerektiğinde yasa çıkarma ve yetkilileri görevden alma gibi olağanüstü yetkilerle donatılarak dış denetimin hâlâ var olduğunu ortaya koydu.

Bosna’da Uluslararası Hukuk “Güçlünün Hukuku” Muydu?

Bosna örneği, uluslararası hukukun ne ölçüde güç siyasetine bağlı olduğunu da gösterdi. ICTY ve Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) gibi kurumlar adalet arayışına girse de etkileri çoğu zaman jeopolitik çıkarlarla sınırlı kaldı. 1995’te NATO’nun savaşı sona erdiren müdahalesi hukuki ilkelerden çok stratejik hesaplara dayanıyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin daimî üyesi olan Rusya, Sırbistan’ı korumak adına güçlü yaptırımları engelledi.

Ancak uluslararası hukuk tamamen etkisiz de değildi: Uluslararası Adalet Divanı’nın Sırbistan’ın soykırımı önleyemediğine dair kararı, tam devlet sorumluluğunu kabul etmese de önemli bir hukuki emsal teşkil etti. Ayrıca Avrupa Birliği’nin, Bosna’nın üyelik sürecini reformlara bağlayan koşulluluk politikası, hukuki ve siyasi araçların davranışları etkilemek için nasıl bir arada kullanılabileceğini de ortaya koydu.

Bosna ve Bugünün Küresel Düzeni

Birleşmiş Milletler Barış Gücü Bosna’ya geldi ancak siyasi çekingenlik nedeniyle görev yetkileri kısıtlandığı için katliamı durduramadı. BM’nin silah ambargosu, Bosnalı güçleri savunmasız bırakırken, saldırganlar ise silahları serbestçe temin etti. Srebrenica’nın sözde “güvenli bölge”si ise bir katliam alanına dönüştü ve uluslararası hukukun uygulanmadığı sürece anlamını yitirdiğini gözler önüne serdi.

Savaş sonrası dünya adaleti sağlamak için adımlar attı. ICTY, Karadžić ve Mladić gibi savaş suçlularını mahkûm etti; delil olarak toplu mezarlar açıldı, telefon kayıtları analiz edildi, kurbanların tanıklıkları kaydedildi. Tüm bu ezici kanıtlara rağmen, soykırım inkârı hâlâ sürüyor. Daha geçen yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda bazı ülkeler Srebrenica Soykırımı Kararı’nı desteklemeyi reddetti. Reddedenler arasında sadece Rusya ve Sırbistan yoktu, şaşırtıcı şekilde birkaç Müslüman çoğunluklu devlet ve hatta iki NATO/AB üyesi ülke de siyasi sonuçlardan kaçınmak için oylamada çekimser kaldı.

ABD’nin arabuluculuğunda imzalanan Dayton Anlaşması, silah seslerini durdurdu ancak etnik temizliği bölünmüş bir devletle ödüllendirdi. Bugün Bosna, liderlerinin hâlâ birlikte yönetememesi ya da yönetmek istememesi nedeniyle uluslararası denetim altında kalmaya devam ediyor. Çıkarılan acı ders ise şu: DNA kanıtları ve savaş suçları davalarına rağmen, jeopolitik çıkarlar ahlaka üstün geldiğinde adalet tökezler. Ve hayatta kalanlar için dünyanın acılarını tam anlamıyla kabul etmekte tereddüt etmesi, verilen herhangi bir mahkeme kararından daha derin yaralar açar.

Hikmet Karčić

Hikmet Karčić, Bosna-Hersek’teki Saraybosna Üniversitesi’ne bağlı İnsanlığa Karşı Suçlar ve Uluslararası Hukuk Araştırma Enstitüsü’nde araştırma görevlisidir. Çalışmaları soykırım, Holokost, İslamofobi, toplumsal hafıza ve aşırılık üzerine yoğunlaşmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler