Dünyamız, Eğlence İsteyen Trump’ı Memnun Etmek İçin Seferberliğe Hazır
Çarşamba günü sona eren NATO zirvesi ne Orta Doğu’daki ne de Ukrayna’daki savaşı sona erdirecek. Tam tersi, "hegemon" güç ABD’nin NATO müttefiklerine “savunma harcamalarınızı artırın” çağrısı, tüm dünyayı bir savaş ekonomisine çevirecek. Peki hegemonyaya karşı durabilecek gücümüz var mı?

NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin ABD Başkanı Donald Trump’a attığı mesaj, Trump tarafından kendi sosyal medya mecrası Truth Social’da yayınlandı. Trump’a İran’daki askerî saldırıları nedeniyle coşkulu bir mesaj gönderen Rutte, bu saldırıları “gerçekten olağanüstü” olarak nitelendiriyor, Trump’ı “başka kimsenin cesaret edemeyeceği” bu girişimi nedeniyle tebrik ediyordu.
Rutte ardından NATO üyelerinin, her yıl gayrisafi yurt içi hasılalarının (GSYH) yüzde 5’ini savunmaya ayırma taahhüdüne işaret edip şöyle diyordu: “Donald, Amerika, Avrupa ve dünya için gerçekten, gerçekten önemli bir ana bizi getirdin. Sen onlarca yıldır hiçbir Amerikan başkanının başaramadığı bir şeyi başaracaksın.”
NATO tarihinde herhalde hiçbir ABD Başkanı, birliğin üyelerini Trump kadar pervasızca kendi isteklerine uymak zorunda bırakmamıştı. Ve yine hiçbir ABD başkanı, kaprisleriyle reel siyaseti bir lunaparka çevirmesine rağmen yine bu kadar fazla alkış da almamıştı. NATO ülkelerinin “hegemon” güç olarak ABD’nin politik ilgileri etrafında dönmesi reel politik bir zorunluluk olsa da, belki de tarihte ilk kez bir ABD başkanının ruh hâli siyaseten bu kadar merkeze alınmış durumda.
Hollanda’da Trump’ı En İyi Şekilde Ağırlama Telaşı
Trump’a iltifatlar edip övgüler yağdırarak onu memnun etmeye çalışan tek siyasetçi Rutte değil: NATO zirvesine başta katılıp katılmayacağı belli olmayan ve “Yüzde 5’te anlaşmazsanız gelmem!” tehditleri savuran Trump nihayet Lahey’e geldiğinde Hollanda Kraliyet Sarayı’nda geceledikten sonra gazetecilerin huzurunda Kral tarafından “iyi uyuyup uyumadığı” soruluyor. Zirvenin ikinci gününde, gazeteciler ordusu müttefik ülkelerin temsilcilerine Trump’ın emrivakilerini eleştiren sorular yönelttiğinde, koca koca ülkelerin başbakanları Trump’ı koruma altına alıp, “Trump NATO’ya önem vermese, onun güçlenmesi için yüzde 5 şartını neden koysun ki?” diyor. Trump’ın G7 zirvesindeki gibi bir anda sıkılıp NATO zirvesinden de erken ayrılmasından korkarak NATO üyelerinin aile fotoğrafı alelacele çektiriliyor. Almanya Başbakanı Friedrich Merz bile, yüzde 5’lik savunma harcamaları hedefinin tek adam dayatmasından olduğu eleştirilerine ön cevap olarak, “Biz bu kararı birilerini memnun etmek için yapmıyoruz, inandığımız için savunma harcamalarını artırıyoruz,” diyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Misafirliğe gidildiğinde tüm istekleri yerine getirilmezse ve keyfi kaçarsa etrafın altını üstüne getirmesinden korkulduğu için etrafında dört dönülen çocuk personasındaki Trump’ı memnun etmek için ülkelerimizin siyasi liderleri çoktan birer pervaneye dönüşmüş durumda. Trump NATO zirvesinde bir arıza çıkartır mı, her an bir siyasi skandala imza atar mı, duygu durum değişikliği veya belki de sadece jetlag yüzünden aniden masayı devirir mi belirsiz. Bu nedenle Lahey’de 28 bin polisin eşlik ettiği, kırmızı halıların havada uçuştuğu zirvede başta NATO Genel Sekreteri Rutte olmak üzere herkes göz ucuyla Trump’ı kolluyor.
Öyle ki Rutte, İran-İsrail Savaşı’nı bir futbol maçı gibi anlatan Trump’a, kavga eden iki çocuğu ayırdığı için “dady” (babacık) bile diyebiliyor. Trump ise, sonradan yaptığı basın toplantısında bir gazetecinin kendisine, “Rutte size biraz önce baba dedi. Siz NATO müttefiklerinizi çocuklarınız gibi mi görüyorsunuz?” sorusuna, “Bence Mark (Rutte) beni seviyor. Eğer sevmiyorsa geri gelip ona sert bir şekilde vururum,” cevabını veriyor.
Peki Trump’ı gerçekten de memnun edebilir miyiz? Daha da önemlisi, Trump’ın memnuniyeti, NATO müttefiklerinin yüzde 5’lik savunma harcamaları hedefi örneğinde tam olarak neye mal olacak?
NATO’nun Taahhüdü ve 1 Milyar İnsanın Güvenliği
32 ittifak üyenin liderlerinin katıldığı ve 24 Haziran’da Hollanda’nın Lahey kentinde tamamlanan NATO zirvesinin sonucuna göre 2035 yılına kadar, NATO müttefiklerinin yıllık savunma harcamaları kendi GSYH’lerinin yüzde 5’ine kadar çıkarılacak. Avrupa’yı şimdiye kadar, Hint Okyanusu ve Asya Pasifik’in doğusuna askerî birlik göndermek için bir platform olarak kullanan ABD için AB’nin eski önemi kalmadı. Tam da bu nedenle Trump’ın ocak ayında verdiği ültimatomla gerçekleşen bu değişiklik müttefiklerin tamamı için devasa bir bütçe gerektiriyor.
NATO üyeleri, askerî harcamalarını yüzde 5’e çıkartma konusunda -kısmen- hemfikir. Zira Avrupa’da ABD’nin mevcudiyeti azalacak ve başta AB olmak üzere birçok ülke cephede Rusya ile kafa kafaya kalacak. Yüzde 5 savunma hedefi ile “daha güçlü, daha adil ve daha caydırıcı bir NATO’nun temelleri” attığını iddia eden Rutte’ye göre ise bu kararın ABD ile bir alakası yok: “İster Rusya’dan ister terörizmden, siber saldırılardan, sabotajlardan ya da stratejik rekabetten gelsin, bu ittifak (NATO) müttefik topraklarının her bir karışını savunmaya hazır, istekli ve muktedir kalacaktır. Yeni taahhüt bir milyar insanımızın özgürlük ve güvenlik içinde yaşamaya devam edebilmesini güvence altına alacak.”
NATO’nun savunma doktrini, “barış” ve “güvenliğin” ancak daha fazla silahlanma ve caydırıcılıkla ilgili olduğuna duyulan inanca dayanıyor. Oysa dünyayı yerle bir eden düzinelerce savaşın ardından bugün barışın tanklar ve drone’lerle değil, potansiyel savaş ihtimali taşıyan uluslararası sorunların önleyici bir biçimde sönümlendirilmesi ile sağlanabildiğini biliyoruz. Hem de bu yol çok daha ekonomik.
NATO’nun Silahlanma Çağı
Trump’ın tek bir ültimatomuyla bütçe planlarında savunmaya devasa alan açan NATO müttefikleri için bu itaat, bugün “Rus tehdidi” karşısında başka alternatifi olmayan bir opsiyon olarak masada. Oysa silahlanma ve savunmaya yapılacak harcamalar – Almanya örneğinde olduğu gibi- sadece borçlanma getirmeyecek, aynı zamanda sosyal ödemelerden de ciddi anlamda kesintilere yol açacak.
Dahası bu silahlanma çılgınlığı, Avrupa’nın güvenliğinden ziyade ABD’nin silah şirketlerinin işine gelecek. Dolayısıyla da sadece birkaç para babasının zenginleşeceği, sosyal demokrasinin zayıflayacağı bir dönem kapıda.
NATO’nun savunma hedefi, girdiğimiz çağın bir silahlanma çağı olduğunu bize gösteriyor. Trump’ın İran-İsrail Savaşı’nı sona erdiren ABD saldırılarını “güç yoluyla barış” (peace through strength) olarak nitelendirmesi de, Friedrich Merz’in NATO zirvesine gitmeden önce Federal Mecliste yaptığı hükûmet açıklamasında “Putin sadece gücün dilini anlıyor. Barış çalışması da yalnızca bu dili konuşmak anlamına geliyor.” demesi de bu çağın içerisinde oluşumuzun göstergelerinden. Savaş, barışın bir aracı; hatta kısmen eş anlamlısı artık.
Soğuk Savaş döneminde revaçta olan ve ABD’nin dış politika stratejilerinin temel taşına dönüşen bu anlayışa göre savaşa hazırlıklı olmak, barışı korumanın en etkili yolu olarak görülüyor. Güçlü bir savunma, potansiyel tehditleri caydırma, düşmanı korkutma ve barışı savaşmadan sürdürme olarak görülen bu yolun bir silahlanma yarışı doğuracağı, diplomasiyi zayıflatacağı ve barışın tanımını sorgulatacağı açık. Zira sorulması gereken esas soru şu: Ülkelerimizi silahlarla ve tehlikeli patlayıcılarla doldurduğumuz bir “barış” gerçekten de barış olacak mı? Düşmana karşı her an patlamaya hazır olan ağır silahların ortasında kendimizi gerçekten de güvende hissedecek miyiz?
Trump, savunma doktrinini diplomasiden silahlanmaya doğru çekerken, bu savunma/silahlanma çılgınlığı toplumlarda onay da buluyor. Statista’nın verilerine göre Almanya’da toplumun yüzde 70’i, savunma harcamalarının artırılmasına destek veriyor. CDU/CSU seçmenleri arasında bu oran yüzde 92’ye çıkarken, Sol Parti seçmenlerinde bu oran yüzde 48. Bu yüksek oranlar, bir yanıyla savunma harcamalarına daha fazla bütçe ayrılmasını savunan insanların, ciddi bir güvensizlik hissi ile karşı karşıya kaldığını, diğer yanda ise partiler arası farklar incelendiğinde siyasi-ideolojik ayrımların toplumları ele geçirdiğini gösteriyor.
“Hegemon” Konumdakinin Tanımlama Gücü
AB’nin koruyucu gücü olan ABD, bir yandan “Ben artık sizin ağabeyiniz değilim” derken, diğer yanda ise evlatlarını istediği zaman tokatlayıp istediği zaman sırtını sıvazlayan bir baba rolüne geçiş yapmış durumda. Karşısında Rusya, ötesinde Orta Doğu, daha da uzağında Çin olan Avrupa ülkeleri, kendilerinden beklenen silahlanma çılgınlığını, kendi seçimleriymiş gibi takdim etmeye çalışadursun, Trump, “hegemon” güç olarak tanımlama gücüne de sahip. Neyin tehdit, neyin düşman olduğunu, bütün bunlarla nasıl başa çıkılması gerektiğini o dikte ediyor. Tam da bu dikte sayesinde Gazze’deki soykırım, NATO’nun bir gündem maddesine dönüşmüyor. İran’a saldırı, barışın tesisi için olağanüstü başarılı bir hamle olarak sunuluyor. Ve güvenlik için silaha daha fazla yatırım yapılması asla sorgulanmıyor.
NATO zirvesi, başta AB ülkeleri için bir ölüm-kalım sorusuna sahipti: Trump, NATO’nun 5. Maddesi olan birliğin ortak savunulması yükümlülüğünü hâlâ taşıyor mu? Bir NATO üyesi saldırıya uğradığında ABD koruyucu kalkanını saldırıya uğrayan ülkenin üzerine çekecek mi?
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin Trump’a attığı sms, bu soruya aslında bir yönüyle cevap veriyor. Dünyanın feodal ağası olan Trump, pohpohlanıp sırtı sıvazlandıkça her şey yolunda olacak. Ona sadece şöyle demek gerekiyor: “Bu senin zaferin! Hiçbir ABD Başkanının yapamadığını sen yaptın!” Belki de milyonlarca avroluk zirve düzenlemek yerine, tüm müttefikler Trump’a böyle sms’ler atsaydı daha iyi bir sonuç bile elde edilebilirdi.