Gönüllü Çalışmaların Dünü, Bugünü, Yarını
Gönüllülük kavramı zaman içerisinde değişkenlik göstermeye başladı. Sosyolog Prof. Dr. Stefan Selke ile hem gönüllü çalışmaların yaşadığı değişimi hem de devletin gönüllü çalışmalarla olan ilişkisini konuştuk.
Her gönüllü çalışma gönüllü çalışma mıdır? Gönüllülük alanında bugün ne gibi değişiklikler söz konusu?
Gönüllü çalışmalar alanında çok bariz bir değişim görülüyor. Son zamanlarda bu alanda bazı yeni trendler yerleşik hâle geldi. Artık diğerkâmlık motivasyonuyla hareket etmekten ziyade proje bazlı bir angajman söz konusu. Diğer bir trend ise gönüllülüğün profesyonel hâle getirilmesi. Gönüllülük artık tekâmül kurslarından ayrı düşünülemez durumda. Üçüncü trend ise gönüllülüğün yeni çerçevelere koyulması. Açık söylemek gerekirse gönüllülük müessesesinde daha çok siyasi çerçeve ağır basıyor. Hem Avrupa çapında hem de Almanya’da federal ve eyalet düzeyinde oldukça profesyonel idari yapılanmalara sahip angajman siyaseti takip ediliyor. Benim için en önemli noktalardan biri “gönüllülük” kavramının kısmen hayatta kalmış ve bu esnada artık zamana uymaz hâle gelmiş olması. Aslında angajman denince gönüllü olan, vatandaş olmak hasebiyle ortaya çıkan eylem akla gelmesi gerekir. Bugün var olan angajman türlerini klasik gönüllülük ile karşılaştırmak mümkün değil. Artık angajman türlerinde çok geniş bir yelpazenin olduğunu kabul etmeli ve buna alışmalıyız.
Devletin gönüllülük müessesesi üzerindeki perspektifi nedir?
Devlet gönüllülüğü ve angajmanı çok sever. Gönüllü angajman siyaset ve bakanlıklar tarafından desteklenir. Yani gönüllülükle hiçbir problemleri yoktur. Her dört yılda bir Gönüllüler Araştırması (Alm. FWS – Freiwilligensurvey) yayımlanır. Bu yayında yaş, cinsiyet bölge vb. kriterlere göre ayrım yapılıp kimin hangi alanda ve nerede angaje olduğu veya olmadığı ölçülür. Yani angajman hususunda net bilgilere sahibiz. Angajman ölçülmekte ve desteklenmekte; hatta eyaletten eyalete değişiklik gösteren gönüllülüğe teşvik stratejileri hazırlanmaktadır. Böylelikle gönüllülük hem sembolik hem de gerçek anlamda tanınmaktadır. Gönüllülük cüzdanı, müze girişlerinde ve toplu taşımada indirim hakkı gibi uygulamalar mevcut. Hatta Federal Liyakat Nişanı’na kadar genişleyebilecek bir yelpaze söz konusu. Gönüllü angajmanın tanınması bağlamında çok sarih bir kültüre sahibiz. Gönüllülük müessesesini eleştirmek kimsenin aklına dahi gelmez. Netice itibarıyla devletin gönüllülük müessesesi ile hiçbir problemi yoktur, hatta devlet bu alanı gittikçe daha yoğun kullanmaktadır.
Devletin gönüllüleri destekleme adına hangi kaynakları bulunuyor?
Gönüllülük müessesesinde çok geniş bir yelpaze söz konusu. Bazıları tamamen gönüllü ve hiçbir maddi karşılık beklemeden çalışırken bazıları harcama ödeneği alıyorlar. Hatta bu meblağ bazen oldukça yüksek olabiliyor. Hatta bu kadar yüksek miktarda harcama ödeneği olunca meselenin artık kayıt dışı ekonomiye mi dönüştüğü düşüncesi akıllara geliyor. Artık gönüllülük ödeme olmaksızın düşünülemiyor. Ancak gönüllü çalışma için ödeme yapılırsa bu artık kazanç sağlama işine dönüşür ve bu süreç şeffaf değildir. Bence çok az istisnalar olabilir ancak gerçekten de harcamalar için ödemeler yapılıyor, gerçekleştirilen iş için değil.
Büyük çapta gönüllü angajmanın söz konusu olduğu alanlarda devlet sorumluluk almaktan kaçınıyor mu?
Bence bu hususta her şeyin bilinçli ve kasıtlı gerçekleştiği bir alan yok. Gönüllülükte daha ziyade bilinç eksikliği kaynaklı bir dönüşüm söz konusu. Vatandaşlar “talilik prensibi” (Alm. Subsidiaritätsprinzip) uyarınca bazı hizmetleri kendileri yerine getirebilirler ve getirmelidirler. Bundaki ana kriter, kayıtsız şartsız bir yardımın söz konusu olma zorunluluğudur. Uygarlaşma süreci içerisinde emeklilik sigortası, işsizlik sigortası, sosyal haklar gibi yapılar meydana getirdik. Bu alanda gönüllüler aktif olduklarında ve para kaynakları gibi hususlarda karar verici pozisyonuna geldiklerinde keyfîlik de kaçınılmaz olarak baş gösterir. Bu ise modern bir uygarlığın tam olarak önlemeye çalıştığı bir durumdur ve bu engellemeyi söz konusu temel güvenceleri kurumsal bir şekilde yerine getirmek suretiyle yapar. Bu meseledeki kırılma noktası budur. Önemli olan, Alman Parlamentosun Araştırma Komisyonunun da 1998 yılında açık bir şekilde tanımladığı üzere, eşitlik ve koşulsuzluk kriterlerinin garanti altına alınmasıdır. Bunu da ancak devlet çeşitli süreçlerle, yapılarla ve kurumlarla sağlayabilir. Devletin yetkilerini aktardığını söylemek çok iddialı olacaktır. Böyle bir niyete sahip olan tek bir siyasinin dahi olduğunu zannetmiyorum.
Bir örnek verebilir misiniz?
En açıklayıcı örnek olarak aşevlerini gösterebiliriz. Aşevleri ile beslenme, geçim, yaşam sürdürme gibi temel ihtiyaçlara yardım hedeflenir. Şimdi kişinin Mecklenburg-Vorpommern eyaletinde mi yoksa Baden-Württemberg eyaletinde mi muhtaç durumda olduğu arasında büyük fark vardır. Baden-Württemberg eyaletinde aşevi bolluğu vardır ancak doğuda aynı durumdan söz edemeyiz. Aşevleri Almanya’da 30 yıldan beri mevcut, yani bu ülkede doğan ve aşevlerini hayatın tabii bir parçası olarak gören insanlar mevcut. Bu da hem toplumsal algıları hem de haklarımız konusundaki hissiyatımızı değiştiriyor. Aşevleri neoliberalleşme sürecinin tam ortasında bulunduğumuz bir zamanda kuruldu. İnsanlar neoliberalleşmenin neticeleri hakkında bilgi sahibi değildi. Bu süreç açlığı beraberinde getirdi ve sosyal devletin işlevsiz hâle getirilmesiyle, yaşamını sürdürmek için desteğe muhtaç olan bir halk tabakası ortaya çıktı.
Fahri çalışmalar devlet için önemli bir maddi kaynak mı?
Evet, ancak bu noktada beni çok kızdıran bir hususa değinmek istiyorum. 2011 yılı Avrupa’da fahri çalışmalar yılı olarak ilan edildi. Bu, Brüksel tarafından daha 2009 yılında hazırlıkları tamamlanmış siyasi bir uygulamaydı. Bu uygulamayla çok net bir şekilde ortaya çıktı ki, gönüllü angajman, fonksiyonları, imkânları ve potansiyelleri bakımından beşerî sermaye olarak tanımlanıyor. Bu bağlamda bu potansiyelin artırılmasına yönelik stratejiler ve önlemler üzerinde çalışıldı. Yani mesele aslında bir maddi kaynak temini olarak ele alındı. Aynen bir enerji kaynağı gibi. Bu bence çok eleştirel yaklaşılması gereken bir durum. Gönüllü olmak, karşılıksız hizmet sunmak demek olan fahri çalışmalar sanki bir ürünmüş gibi ele alındı. Oysa gönüllülüğün özü insaniyettir.
Mülteci göçü esnasında çok sayıda insan gönüllü çalışmalarda yer aldı ve hâlâ yer almaya devam ediyor. Uyum sürecine oldukça olumlu katkılarda bulunan çok sayıda dernek var. Sizin bu anlamdaki angajmanınızı da biliyoruz. Devlet bu sürecin daha da güçlendirilmesi adına gönüllüleri daha fazla nasıl destekleyebilir?
Almanya aslında çok uzun süreden beri bir göç ülkesi. Bu gerçeğin hukuki zeminle tanışması ise çok sonraları gerçekleşti. Göç süreci esasında çok önceden başlamış olmasına rağmen sanki yeni bir şeyle karşılaşılmış gibi tavır takınıldı. Devlet mesela bunun önüne geçebilirdi. Bir diğer nokta ise altyapı ve sorumluluk. Devlette çeşitli sorumluluk alanları belirlenmiş durumda ancak yetki sınırları çizilemeyecek bir problem söz konusu olduğunda devlet bununla başa çıkmaktan âciz. Örneğin fakirlik, mülteciler, dijitalleşme ve eğitim yetki sınırları çizilemeyecek problemler ve bunların tek bir kaynak veya tek bir bakanlık bünyesinde ele alınması mümkün değil. İşte gönüllü çalışmalar tam da bu yetki sınırlarının çizilemediği alanlarda devreye giriyor. Burada bir kötü niyet olduğu düşüncesinde değilim.
Her insan yardım etmek ve düzensizlikleri düzeltmek ister. Fahri çalışmalar yapan kişide ümit ve kahramanlık duygusu olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Gönüllülük müessesesini ele almada hem biyografik hem de kültürel farklılıklar söz konusudur. Eğer bir yerde fahri çalışmalar sembolik ve retorik olarak abartılıyorsa problemli bir hâl alır. Eğer üniversitede angaje olmak sayesinde kişi notunu 0,2 oranında yükseltiyorsa veya başvuru sürecinde şansını artırmak gibi bir niyete sahipse ben bunu yanlış bulurum. Utopia kitabının yazarı Thomas Morus’un deyimiyle ifade edecek olursak, “yumuşak kölelik” yolunda ilerliyoruz. Bir yöne doğru yumuşak bir şekilde zorlanıyoruz ve geri kalan da biraz takdir ve madalyayla kendiliğinden halloluyor. Aslında sorulması gereken temel soru şu: Birlikte yaşamı daha iyi hâle getirmek için neler yapılması gerekir? Gönüllülüğün esasını teşkil eden bu nokta aslında çok değerlidir ve zarar görmemelidir. Eğer fahri çalışmalar araçsallaştırılırsa bu karakter ortadan kalkar.
Gönüllü çalışmaların bulunmadığı bir toplumun mahiyeti hakkında ne söylersiniz? Toplum gönüllü çalışmalar vasıtasıyla nasıl şekillenir?
Hem gönüllü çalışmalar hem de bu çalışmaları mümkün kılacak yapılar hep var olagelmiştir. Tek sorun bizim bu neoliberal düşünce tarzına alışmış olmamız. Gönüllü çalışmalarımızda bir “performans” sergiliyoruz. Hem resmî alanda hem de resmî olmayan alanda. Bu iki kutup tek bir bünyede birleşiyor, bu da modern insanın modern toplumda “bütünüyle” kullanılması anlamına geliyor. Böylelikle insandan olan beklentilerin oluşturduğu baskı artıyor. Akla gelen soru şu: Fahri çalışmalarda bulunamayanların durumu ne olacak? Nihayetinde bir şüphe toplumuna sahip olduğumuz gerçeği var. İnsanlar hep mantık çerçevesinde hareket etmek istemiyor veya bunu başaramıyor. Bir insan ya topluma faydalı olduğu, bir şeyler ürettiği, performans sergilediği, mantıklı davrandığı için faydalıdır ya da faydalı değildir. Bence insanın sağladığı fayda nazarı dikkate alınmalıdır, çünkü her insan eşit değerdedir.