'Dosya: "Gönüllülük"'

İslami Açıdan Gönüllülük ve Hayırseverlik

Sosyal hizmetler ve hayır işlerini düşündüğümüzde çoğu zaman önce aynı dine mensup olduğumuz kişiler aklımıza gelse de bizlerle aynı inanca sahip olmayan kişilere de yardım elimizi uzatmak, Müslüman olarak görevlerimiz arasında. İslam’daki sosyal yardımlaşma anlayışı, bunun en açık kanıtı.

@Shutterstock değişiklikler: Perspektif

Komşuluk, Onur ve Sevgi

Hem İslam ülkeleri hem de bu ülkelerin dışındaki Müslüman azınlıkların yaşadığı çok dinli toplumlarımız bağlamında gönüllülük ve sosyal sorumluluk konularını anlayabilmek için İslam etiği ve İslam’a dayalı sosyal sistemlere bakmak elzemdir. İslam haricinde başka bir inanca sahip olanların yahut herhangi bir inanca sahip olmayanların bu sistemler içinde dikkate alınıp alınmadığı sorusunu yanıtlamadan gönüllülük veya sosyal sorumluluk çalışmalarından nasıl söz edebiliriz ki? Veya zekât olgusuna değinmeden İslami sosyal modelden söz etmek mümkün müdür? Tüm bunları bir düşünelim.

İslam’da Sosyal Devlet Anlayışı ve Zekât

Öncelikle İslam’ın sosyal bir toplum yapısının olduğunu belirtmek gerekir; zira zekât esasında toplumdaki otorite ile ilgili bir sorumluluktur. Hz. Muhammed (s.a.v.)’e hitaben Kur’an’da şöyle buyrulur: “Onların mallarından sadaka al; bununla onları temizleyip arındırırsın…” Hz. Peygamber’in vefatından sonra zekât kurumunu re’sen yöneten Müslüman idareciler bu ayetin toplumsal idareye hitap ettiğini belirtmiştir. Ayrıca Kur’an’da “zekât toplayan memurların” zekât hakkı olan üçüncü grup olarak zikredilmesi, özel bir kurumun bu amaç için personel görevlendirmesi gerektiğinin kanıtı olarak yorumlanabilir. İbn Hacer el-Askalanî’nin altı yüz yıl önce vurguladığı gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Muaz (r.a.)’ı Yemen’e göndermesi ve ona zekâtı zenginlerden alarak bölgedeki yoksullara dağıtmasını söylemesi de Müslüman toplumun bu konuda bariz bir sorumluluğu olduğunu göstermektedir.

Gayrimüslimlerin Zekât Alma Hakkı

İslam coğrafyalarında yaşayan gayrimüslimler de ihtiyaç duydukları sosyal hizmetlerden faydalanma hakkına sahip olmuştur. İdarenin gayrimüslimlere yönelik sosyal hizmetlerine ilişkin, Halid bin Velid’in 7. yüzyılın ortasında Hira’nın Hristiyan sakinleri ile yaptığı sözleşmeyi göz önünde bulundurmak gerekir. Bu sözleşmeye göre çalışma gücü olmayan yaşlılar, düşkünler ve ihtiyaç sahibi borçluların vergiden muaf tutulmaları ve güvencede olmaları garanti edilmiştir. Hz. Ömer bir Yahudi adamın yaşlılık ve yoksulluk sebebi ile dilendiğini öğrenmesi üzerine adamı Beytülmal’e götürmüş; ona ve onun durumundakilere yardım edilmesini emretmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere bu hakların elde edilmesi politik bir mesele değildir; İslam ahlakının kendi özünden kaynaklanmaktadır. Halife bu davranışını evrensel adalet değeri ile gerekçelendirmiştir. Bu sosyal hizmetlerin zekât paraları ile finanse edilip edilemeyeceği hususunda görüş ayrılığı ortaya çıkmaktadır. Âlimlerin büyük bir çoğunluğu yoksulları ve ihtiyaç sahiplerini göz önüne alarak, gayrimüslimlerin zekât alma hakkı olmadığı görüşündedir. Buna karşın gayrimüslimlerin zekât alma hakkına sahip olduklarını belirten İslam âlimi sayısı da az değildir. Ayrıca zekât kurumlarının gönüllülük esasına dayanan bağışlarla çalıştığı ve şu ayetin gayrimüslimlere bağışta bulunulmasına izin verdiği göz önünde bulundurulmalıdır: “Onları hidayete erdirmek sana düşmez. Allah, dilediğini hidayete erdirir. Hayır namına ne infak ederseniz kendinizedir. Zaten yalnız Allah rızasını kazanmak için infak edersiniz. Verdiğiniz her hayır tam olarak size ödenir. Ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız.” İbn Kesir’in tefsirinde de gayrimüslimlerin Müslümanlar tarafından maddi yardım da dâhil olmak üzere desteklenebileceği ifade edilmektedir.

Sosyopolitik marjinalleşmeye karşı koymak için toplumun genelini fahri çalışmalarla zenginleştirmek dışlanmış bir azınlığın taktiksel bir hesabı olarak görülemez. Burada asıl söz konusu olan politik güçten de öte dinî bir emir olan insan sevgisi ve hayırseverliktir. Zira insan sevgisinin Hristiyanlığa ait bir kavram olduğunu düşünen bir kişi Hz. Peygamber’in şu hadislerini bilmiyor demektir: “Kendin için istediğini başkaları için de iste, Müslüman ol!”, “Mümin birleştirir ve siz onu tanırsınız. Arkadaş edinmeyen ve başkalarıyla arkadaşlık yapmayan bir insanda iyi bir şey yoktur. En iyi insanlar, insanlar için en faydalı olanlardır!”

Gereklilikler ve Olanaklar

Almanya’da Müslümanların toplum için sosyal alanda katma değer oluşturma olanakları, buradaki Müslüman yaşantıda kurumsallaşmanın ve uzmanlaşmanın henüz tamamlanmamış olması sebebi ile oldukça kısıtlıdır. Bir öz eleştiri yaparak bunu kabul etmeliyiz; zira idrak ve kabul, daha iyiye giden yoldaki ilk adımdır. Bununla beraber, cahillerin veya araştırma tembellerinin veya sağ popülistlerin, biz Müslümanların topluma katkılarını inkâr eden söylemlerini ise kabul etmemeliyiz. Almanya’daki Müslümanların başlıca kurumlarını oluşturan 2600 cami, Müslümanların ibadetlerini yerine getirdiği ve bir buluşma noktası olarak kullandığı, aynı zamanda çeşitli eğitim hizmetleri aldığı bir yer olarak kalmıyor. Bunun da ötesinde bu camiler, birbirlerine sosyal hizmet ağları ile bağlı olup, üniversiteler, öğrenciler, medya uzmanları, sivil toplum örgütleri, göçmen örgütleri ve kamu kurumları için yardımcı bir el olarak işlev görüyor. Camiler tüm bu görevleri, çoğu zaman toplum veya medya tarafından takdir edilmeksizin gerçekleştiriyor. “Alman İslam Konferansı”nın yazılı metinlerinde dahi imamların rutin görevlerine ek olarak gençlik ve sosyal hizmet çalışanlarının ve manevi rehberlerin görevlerini üstlendiği kabul edilmektedir. Müslüman kurumların toplumun geneline sağladıkları katkıların vurgulanması için “İyi bir şey yap ve bundan bahset.” (Alm. “Tue Gutes und sprich darüber”) şeklindeki pazarlama sloganı, dinî meselelerden sorumlu olanlar tarafından da tereddüt etmeksizin uygulanmalıdır.

Organize Sivil Toplum ve Sosyopolitik Katılım

İbn Hişâm’ın siyerinde de görebileceğimiz gibi, Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik gelmeden önce, henüz 25 yaşına gelmemişken ezilenlerin ve zayıfların haklarını koruyan bir kuruluş olan Hilfü’l-Fudûl’un kurucu üyelerinden biriydi. Daha sonra peygamberlik yıllarında bu derneğin onun nezdinde birçok şeyden daha değerli olduğunu ve böyle bir derneğin çağrısını İslam döneminde de takip edeceğini belirtmişti. Müslüman temsilciler olarak ortak değerler için organizasyonlara, derneklere ve birliklere bağlılığın kökeni yadsınamaz şekilde Hilfü’l-Fudûl’e dayandığını göz önünde bulundurmak durumundayız. Bu sayede sahip olduğumuz değerler hakkında pek de inandırıcı olmayan konuşmalar yapmak yerine bu değerleri yaşayabiliriz. Aynı zamanda toplumun ileri gelenleriyle iş birliği yaparak bu kişilere Müslüman düşmanlığı, İslam düşmanlığı, Müslüman karşıtı ırkçılık konularında duyarlılık kazandırılabilir. Ayrıca ve hatta özellikle, Almanya’daki Müslüman cemaat sivil toplumda ayrımcılığa maruz kalsa dahi sosyal alandan kendini geri çekmemeli. Buna Federal Almanya Anayasası’nda izin verilse bile (ve bu uygulama zengin elitler tarafından gerçekleştirilse bile bu başka bir konu) bir Müslüman bu konuda kesinlikle kendini izole etmemelidir. Zira dinimiz bunu biz Müslümanlara yasaklamaktadır. Aksi hâlde Peygamberimizin komşulukla ilgili sözlerini nasıl anlayabilir ve uygulayabiliriz?

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Şerafettin aşıcı
    2021-11-30 23:03:55

    Türkiye genelinde büyük iş hayırsever işadamı larimizdan ünlü şarkıcı lardan futbolcu lardan bağış yapmak isteyen lere de sesimizi duyurmak amacıyla aicil olarak hayırsever işadamı larimizdan ünlü şarkıcı lardan futbolcu lardan bağış yapmak isteyen lere de sesimizi duyun sesimizi duyurmak amacıyla

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler