"ırkçılık nedir"

Irkçılıkla İlgili Kavram Karmaşası: Irkçılık Nedir, Ne Değildir?

İki farklı dinî ya da etnik grup arasındaki anlaşmazlık her zaman ırkçılık mıdır? Bu soruyu cevaplayabilmek için “ırkçılık” kavramı ile ilgili karmaşayı gidermekte fayda var.

Fotoğraf: Michal Urbanek/shutterstock.com

Amerika’da mayıs ayında siyahi Georg Floyd polis tarafından öldürüldü. Almanya’da ise şubat ayında Hanau’da göçmen kökenli dokuz genç insan aşırı sağcı bir saldırgan tarafından katledildi. Gerek Türkiye’de gerekse Almanya’daki Türkler arasında bu iki olayın da ırkçılıktan kaynaklandığını sorgulayan olmadı. Türkiye’de ise nisan sonlarında Adana’da Suriyeli genç Ali Al Hamman polis tarafından öldürüldü. Geride kalan haftalarda da İstanbul’da bir kiliseye saldırı düzenlendi. Ancak bu son iki olay da gerek siyasilerce gerekse de basında – belki küçük bir grup dışında – ırkçılıkla ilişkilendirilmedi. Bu ve bir sonraki yazıda, Türkiye toplumunda ırkçılıkla ilgili farkındalığın zayıf olmasının nedenleri aranacaktır. Yani bizi asıl ilgilendiren “bizde ırkçılık olmaz” tavrının nerden kaynaklandığıdır. Bu yapılırken, ırkçılığın tanımlamasına, farklı biçim ve dinamiklerinin ortaya çıkarılmasına çalışılacak, kapitalizm ve medya ile ilişkisi tartışılacaktır. Önce “ırkçılık nedir” sorusuyla başlayalım.

Irkçılık Nedir?

Suriyeli genç Ali Al Hamman’ın polis tarafından öldürülmesi ırkçı bir eylem midir, yoksa Türkiye’de sıkça karşılaşılan tipik bir orantısız polis şiddeti midir? Dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle, örneğin ayaklarından değil de kalbinden vurulmuş olması, hem büyük bir kin ve öfkeye işaret ediyor, hem de orantısız bir polis şiddeti olduğunu ortaya koyuyor. Ancak polislerin ırkçı olup olmadığını bilmiyoruz. Olaya ırkçılık tanımını koyabilmek için polislerin sicilleri, geçmişi ve sorgulama sürecinin detaylı bir şekilde incelenmesi gerekmektedir. Ne ki toplumun, siyasetin, basının ne tür bir tepki verdiği, mahkemenin nasıl bir karar aldığı da önemli ipuçlarıdır. Fakat faillerin gerçek motivasyonunu bilmemiz, kendileri itiraf etmedikleri sürece, neredeyse imkânsız. Ancak çok iyi bildiğimiz bir gerçek var; o da Türkiye toplumunda Suriyeli mültecilere yönelik aşağılayıcı, dışlayıcı, hasmane, onları eşdeğer görmeme gibi tavırların ve ırkçı yaklaşımların bir hayli yaygın olduğudur. Peki, ırkçılık tam olarak nasıl bir düşünce kalıbı, davranış biçimidir?

Irkçılık kavramı çoğu kez düşüncesizce ve belirsiz bir biçimde kullanılmaktadır: Örneğin bir halka ya da etnik gruba mensup birinin bir başka halka ya da etnik gruba karşı beslediği olumsuz duyguları tanımlamak için “ırkçılık” kelimesi sıkça kullanılır. Ancak ırkçılık bir gruba karşı beslenen her türlü ön yargıyı kapsamaz; bu ön yargı kültürel ve dinsel içerikli olsa da. Irkçılığı olabildiğince geniş tanımlamak hem kavramı muğlaklaştıracağından hem de olur olmaz yerde kullanımını beraberinde getireceğinden tercih edilecek bir durum değildir.

Bizim burada önerdiğimiz ırkçılık kavramı iki bileşenden oluşmaktadır: Farklılık ve asimetrik güç ilişkisi. Bu bağlamda, etnik ve kültürel farklılıklar ırsî (doğuştan), silinemez ve değiştirilemez olarak tanımlandığında ırkçılıktan söz etmeliyiz. Irkçı yaklaşım, dil, gelenek, akrabalık ilişkileri ve kan bağına dayanan etnik farklılıkları hayalî bir kolektifin varoluşsal ve değişmez karakteristiği olarak yeniden yorumlar. Bu, farklılığın değişmez bir öz olarak tasavvuru anlamına gelir. Buna bir de – çoğunlukla sahip olunan maddi ve manevi gücü meşrulaştırma amaçlı – üstünlük iddiası eklenir ve ten rengi ya da bir soy efsanesi ile takviye edilmeye çalışılır. Böylece sahip olunan gücün meşrulaştırılması ve tahkimi sağlanır.

Özetle ırkçılık, Ben ya da Biz’in Diğerleri’nden sürekli olarak ayrıştırılmasını ve farklılıkların aşılmaz ve değiştirilemez olarak tasavvurunu ve diğerlerine karşı, kendimize yapılmasını istemeyeceğimiz, haksız ve acımasız bulacağımız biçimde davranılmasını içermektedir. [1]

Irkçılığın Farklı Biçimleri

Tarihsel perspektiften baktığımızda ırkçılığı üç evreye ayırabiliriz:

Bir: Modern ırkçılığın öncülü ve hazırlayıcısı olan, insanları kan bağı temelinde ayıran ve taşıdıkları kanın, onların âdeta değişmez kaderi olduğu düşüncesi üzerinde yükselen ve bu bağlamda dışlayan, bazen de radikal bir biçimde ayrıştıran – süren, gettolara hapseden – hatta toplu katliamlara maruz bırakan prototip ırkçılık. Örnekler: Yeniden fetih sürecinde Müslümanların ve Yahudilerin İber Yarımadası’ndan sürülmeleri (15. yüzyıl), Protestan Huguenotlar’ın 17. yüzyıl sonlarında Fransa’dan göçe zorlanmaları.[2]

İki: İnsanları fiziki ve biyolojik özelliklerine göre kategorilere (ırklara) ayıran, bunların değişmez sosyal davranış kalıplarının temeli olduğunu iddia eden ve “ırkların” arasında bir hiyerarşinin olduğunu varsayan modern ırkçılık. Örnekler: Siyahilerin ve Yahudilerin dışlanması, şiddete maruz bırakılmaları ve din değiştirenlerin dahi kabul edilmemeleri, kolonyalist dönemde yerlilere karşı takınılan tavır gibi.[3]

Üç: Kültürel farklıkların âdeta antropolojik, değişmez özellikler olduğunu iddia eden, farklılıkların ve kültürlerin karışımını tehlike olarak gören ve bir bireyin ya da bir grubun bir başka kültür içinde erimesinin (asimilasyon) mümkün olmadığını varsayan, özcü kültürcülük olarak da tanımlanan kültürel ırkçılık.[4]

Irkçılık türlerini sonuç ve fonksiyonları bakımından ise iki varyasyona ayırabiliriz: 

Tahakküm Irkçılığı: Buna örnek olarak white suprematism olarak tanımlanan yeni çağ (keşif çağı) ve kolonyalist çağa özgü ırkçılık verilebilir. Bu ırkçılığın temel fonksiyonu, bir grubun bir başka halk ya da etnik grup üzerindeki tahakkümünü ya da yönetimini meşrulaştırmaktır.

İmha Irkçılığı: Bu ırkçılık türünün en pür hâlini Almanya’daki Nasyonal Sosyalistlerin açıkça savundukları Antisemitizm temsil etmektedir. Temelinde ise Yahudilerin insanlık için bir tehlike görülmesi ve âdeta kangren olmuş bir uzvun sağlıklı bir bedenden ayırılması gerektiği düşüncesi yatmaktadır. Nazilerin “Endlösung” (nihai çözüm) olarak adlandırdıkları pratikte milyonlarca Yahudi, on binlerce Roman ve bedensel engelli, değersiz canlı olarak tanımlanarak imha edilmiştir. [5]

Irkçılığın Günümüzdeki Kaynakları

Irkçılığın onca yıkım, katliam ve acılara yol açmasına, eleştirilmesine, yargılanmasına ve onca eğitime ve bilgilendirmeye rağmen günümüzde de gündemdeki yerini koruyor olmasını nasıl açıklayabiliriz? Irkçılık insan doğasında olan bir şey, antropolojik bir özellik midir?

Irkçılık, antropolojik bir boyutunun olduğu yadsınamasa da özünde insanlığın kültürel gelişiminin bir ürünüdür. Yani insan düşüncesinin bir ürünü, insana özgü bir davranış ve düşünce kalıbıdır. Her şeyden de önemlisi, tarihsel bir fenomen, dolayısıyla ezelden gelen değil; tarihin belirli bir döneminde ortaya çıkmış bir olgudur. [6]

Küreselleşmenin ileri boyutlara ulaştığı, farklı kültürlerden, değişik dinî inanışlar ve dünya görüşünden insan topluluklarının iç içe geçtiği, birlikte yaşam alanlarını paylaştığı günümüzde ırkçılığın hâlâ ciddi bir sorun olarak ortada durmasının başlıca iki nedeni var: Her şeyin, yaşam koşullarının, iletişimin ve hatta kimliklerimizin sürekli değiştiği bir ortamda ırkçılık düşüncesi, bireylerin aidiyet duygusunu ve bağlarını – kimlik ve farklılıkları doğallaştırmak suretiyle – tahkim etmeyi vaat eder. Irkçılık bu stabilize edici fonksiyonunun yanında, değişimi de desteklemektedir. Irkçılık, sadece doğal olarak var olan bir dünya tasavvurunu değil, aynı zamanda doğal olarak olması gereken bir dünya fikrini de içerir. [7]

Irkçılıkla ilgili yanılsamaların ilk akla gelenleri arasında ise ırkçılığın kapitalizmin bir sonucu ve medyanın yeniden ürettiği bir olgu olduğu yönündeki düşüncelerdir.

Irkçılık Kapitalizmin Bir Türevi Midir?

Irkçılık ile kapitalizm arasında ne tür bir ilişki mevcut? Öncelikle metalaşmanın, yani işgücünün, paranın ve toprağın alınıp satılan bir metaya dönüşümü kapitalist üretim biçimine içkin bir eğilimdir. Dolayısıyla, kapitalist sistemin işleyebilmesi için, mal, sermaye ve emeğin alınıp satılışının önündeki tüm engellerin kaldırılması gereklidir. Buradan hareketle metalaşmanın içerdiği evrenselcilikle bağdaşmayan ırkçılık, aşırı milliyetçilik ve dinsel fanatizm gibi duruşların kapitalist sistemin işleyişiyle bağdaşmadığını söyleyebiliriz. 

Sürekli genişleyen ve yeni alanlara nüfuz eden kapitalist üretim ilişkileri ve meta biçimi, tüm işgücünü gerektirdiğinden evrensellik, küresel kapitalist ekonomi için en uygun düşünce tarzı değil midir? Bu açıdan bakıldığında belirli grupların ırkçılık temelinde dışlanması aynı zamanda kapitalist sistemin dışına itilmesi anlamına geleceğinden, kapitalizmin işleyişi açısından anlamsız, hatta son derece zararlıdır da. Böyle olunca ırkçılığın partikülarist bir ideoloji olarak kapitalizmin işleyişi açısından bir hayli işlevsiz olduğunu söyleyebiliriz.

Irkçılık ile kapitalizmin bağlantısını açıklamak için Wallerstein’ın, kapitalizm ile ırkçılık arasında doğrudan bir bağ kurduğu, dünya sistemi teorisine başvurabiliriz. Kapitalist sistemin birincil hedefi kâr ve sermaye birikimini en üst düzeye çıkarmaktır. Her şeyden önce, kâr oranının düşme eğiliminin yavaşlatılabilmesi için üretim maliyetlerinin mümkün olduğunca düşük tutulması gerekmektedir. Bu da düşük ücretli emek kullanımı ile yapılır. Bundan dolayı düşük vasıflı işlerde göçmenler istihdam edilerek hem eğitim hem de üretim maliyeti düşürülerek kâr marjı arttırılır. Wallerstein’a göre ırkçılığın önemli bir işlevi var: İşgücünün etnikleştirilmesi ve performansa bağlı olmayan eşitsizlikler için meşruiyet sağlaması. Ancak bu yaklaşım, kapitalizmin neden dışlayıcı olması ve imha ırkçılığına ihtiyaç duyması gerektiğini açıklayamıyor. [8]

Irkçılığı analiz ederken kapitalist sisteme has metalaşma mekanizmasını dikkate almak önemli. Bununla birlikte, ırkçılığı kapitalist üretim tarzının bir fonksiyonuna indirgemek bir hayli sorunlu bir yaklaşımdır. Modern ırkçılığın ortaya çıkışının kapitalizm çağına denk gelmiş olması ve içinde yaşadığımız toplumun kapitalist üretim ilişkilerince şekillendiriliyor oluşu, ırkçılıkla kapitalizm arasındaki etkileşim üzerinde kafa yormamızı gerekli kılıyor. Ancak kapitalizmin mantığının, mekanizmalarının ve işleyişinin ırkçılığa yol açtığı iddiadan öteye gitmiyor.

Irkçılığın Yeniden Üretilmesinde Medyanın Rolü Nedir?

Medya mı ırkçılığı yeniden üretiyor, yoksa toplumdaki ırkçılık mı medyaya yansıyor? Bu ve benzeri soruları kesin bir biçimde cevaplamak âdeta imkânsız. Ancak medyada varlığını sürdüren üç eğilimin (konunun) toplumdaki ırkçılığın yeniden üretilmesine katkı sunduğunu söyleyebiliriz. 

Birincisi, ulusun homojen bir yapı olarak dillendirilmesi ve ulusal kültürel kodların yeniden üretimi. İkincisi, sürekli olarak göçmenlerin “bütünleşme” ve “entegrasyon” bağlamında tartışılması. Üçüncü, “biz ve onlar” şeklinde bir düalist algının yaratılması.

Irkçılık konusunda bilinçli ve hassas değilsek ırkçılık içeren eylemleri münferit olaylar şeklinde önemsizleştiririz. Tersi, ırkçılık konusunda aşırı hassasiyet geliştirmişsek ve bir de geniş bir ırkçılık kavramına sahipsek her türlü kavga ve çatışmayı ırkçılık olarak değerlendirebiliriz. Bu da başka bir sorunun kapısını aralar.  

“Entegrasyon” – ki içinde uyum alt kategorisini de barındırır – söylemi hem “biz” ve “onlar” ikilemini ortaya çıkardığı, hem de bir nevi alt metin olarak “Bizim gibi ol” istemini içerdiği için sorunludur. “Bizim gibi ol” mesajının ise iki çağrışımı var: “Sen bizim gibi değilsin” ve “Sen bizden değilsin”. Öte yandan medyanın homojen olmadığı da bir gerçek: Medya, ırkçı söylemler kadar, ırkçılık karşıtlığının, evrenselci ve eşitlikçi bakış açılarının da yeniden üretildiği bir mecra.

Irkçılık Karşıtlığının İkilemleri

Özetle söyleyecek olursak; ırkçılığı diğer kültürel, dinsel ya da sosyal kin ve nefret biçimlerinden farklı kılan temel özellik, birincil farklılıkların değişmezliği kanısı ve eşdeğerliliğin reddidir. Başka etnik gruplara, milletlere ve dinî cemaatlere mensup kişilerin eşdeğerliliğin reddi temelinde dışlanması ve bunun meşrulaştırılması da ırkçılığın temel fonksiyonları arasındadır. Örneğin Türkiye’de bir Türk (çoğunluğa mensup) ile bir Kürdün (kültürel, etnik ve dilsel anlamda azınlık mensubu) ya da bir Türk ile Suriyeli bir mültecinin kavgası ırkçı bir çatışma olmak zorunda değildir. Eğer bir Türk bir Kürdü etnik kökeninden dolayı aşağılıyor, dışlıyor ve ona karşı ayrımcılığı ve şiddeti meşru gösteriyor ya da şiddet uyguluyorsa, bu ırkçılıktır.

Ancak günlük hayatta bunu tespit etmek her zaman mümkün olmayabilir. Bu da bizi iki sorun ile karşı karşıya getiriyor. Birincisi: Irkçılık konusunda bilinçli ve hassas değilsek ırkçılık içeren eylemleri münferit olaylar şeklinde önemsizleştiririz. Tersi, ırkçılık konusunda aşırı hassasiyet geliştirmişsek ve bir de geniş bir ırkçılık kavramına sahipsek her türlü kavga ve çatışmayı ırkçılık olarak değerlendirebiliriz. Bu da başka bir sorunun kapısını aralar. İkincisi: Çatışmaların muhtevasına bakılmadan “ırkçılık” olarak tanımlanması bu çatışmaların taraflarını etnik, dinsel ya da kültürel temelde ayrıştırmayı, farklılıklarını ise özleştirmeyi beraberinde getirebilir.

Bu yazıda ırkçılığın oldukça kesin bir tanımını yaptık, tarihsel gelişimine ve işlevlerine değindik, kapitalizm ve medya ile olan ilişkisini tartıştık. Ayrıca her türlü ön yargıyı ırkçılık olarak tanımlamanın zararlarına işaret ettik. Her soruna ırkçılık perspektifinden bakmanın da, ırkçılığı önemsizleştirmenin de kaçınılması gereken aşırılıklar olduğunu belirtelim. Bu iki eğilime ve ırkçılığın dışsallaştırılmasına, yani başkalarının sorunu olarak tartışılmasına, başka toplumlarda olduğu gibi Almanya’daki Türkiyeliler arasında da sıkça rastlıyoruz.

Peki Türkiye toplumunda bir hayli yaygın olan bu “bizde ırkçılık olmaz” tavrı nereden geliyor? Batı’daki ırkçılığı konuşurken Türkiye’deki ırkçı pratikleri neden görmezden geliyoruz çoğu kez? Bu ve benzeri sorulara bir sonraki yazıda değineceğiz. 

Bu ve buna benzer diğer Perspektif içeriklerinden haberdar olmak için bültenimize abone olabilirsiniz.
TIKLA

[1] Burada önerdiğimiz ırkçılık tanımı George M. Fredrickson, Rassismus: Ein historischer Abriß (Hamburg: Hamburger Edition, 2004) başlıklı çalışmaya dayanmaktadır.

[2] Bkz. Fredrickson, Rassismus, 2004.

[3] Bkz. Hanah Arendt, The Origins of Totalitarianism. New York 1951, (Almancası: Elemente und Ursprünge totaler Herrschaft, Piper, München 2003). Werner Bergmann, Geschichte des Antisemitismus, München: C. H. Beck, 2002 ve Wolfgang Benz, Was ist Antisemitismus? München: C. H. Beck, 2005.

[4] Etienne Balibar, “Gibt es einen »Neo-Rassismus«?“ İçinde Etienne Balibar und Immanuel Wallerstein, Rasse, Klasse, Nation, Berlin/Hamburg: Argument Verlag, 1992.

[5] Pierre-André Taguieff, Die Macht des Vorurteils. Der Rassismus und sein Double, Hamburg: Hamburger Edition, 2000.

[6] Irkçılığın Avrupa’daki tarihi gelişimi için bkz. George L. Mosse, Die Geschichte des Rassismus in Europa, Frankfurt a. M.: Fischer Verlag, 1996.

[7] Christian Geulen, Geschichte des Rassismus, München: C.H. Beck, 2007.

[8] Immanuel Wallerstein, „Ideologische Spannungsverhältnisse im Kapitalismus: Universalismus vs. Sexismus und Rassismus“, in: Etienne Balibar und Immanuel Wallerstein (Hg.), Rasse, Klasse, Nation: Ambivalente Identitäten, Hamburg: Argument Verlag, 1992: 39–48

Yaşar Aydın

Göç araştırmaları ve Türkiye uzmanı olan Dr. Yaşar Aydın Protestan Yüksekokulu’nda görev yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler