"GÜNDEM"

Sinem Adar: “Diaspora Faaliyetleri Arasındaki Fark, Siyasallaşmaları”

Dr. Sinem Adar’ın “Almanya’daki Türkiyeli Göçmenlerin Siyasi Tutumlarının Yeni Bir İncelemesi” başlıklı araştırması yayımlandı. Alman Bilim ve Siyaset Vakfı’nda (SWP) görevli sosyolog Dr. Sinem Adar ile Avrupa'daki Türk seçmenlerin siyasi tutumlarını konuştuk.

4 Ağustos 2020 Ebru Hısım
Fotoğraf: Sinem Adar

“Diaspora”, son yıllarda Batı Avrupa’daki Türkiye kökenliler hakkında sıkça tartışılan bir konu. Dr. Sinem Adar ile son araştırması, Türkiye’nin diaspora politikası ve Almanya’daki Türkiyeli göçmenlerin siyasi tercihlerinin arkasındaki motivasyonu konuştuk. 

Almanya’daki Türkiyeli Göçmenlerin Siyasi Tutumlarının Yeni Bir İncelemesi” başlıklı araştırmanızda seçim sonuçlarını “demokratik kültür eksikliğinin” ötesinde analiz ediyorsunuz. Almanya’da doğup büyümüş ve okula gitmiş göç kökenlilerin, demokratik kültürleri nasıl ve nerede oluşuyor?

Biliyorsunuz, yurtdışında yaşayan Türkiye vatandaşları ilk olarak 2014 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde, yaşadıkları ülkelerde kurulan sandıklarda oylarını kullandılar. O günden bu yana yapılan seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Recep Tayyip Erdoğan, Almanya genelinde Türkiye’de kazandıkları oydan daha yüksek oranda oy aldılar. Bu durum, Almanya kamuoyunda özellikle Türkiye’de 2015 Haziran Seçimlerinden bu yana artan otoriterleşme eğilimleri ve aynı zaman zarfında Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ile yaşanan gerginlikler bağlamında oldukça tepki gördü. Çoklukla “Türkiye’ye sadakat” ve “demokratik kültür eksikliği” ekseninde devam eden tartışmaların seçmen davranışlarını anlamada eksik kalabileceği varsayımı ile mülakat, odak çalışması ve katılımcı gözlem metotlarına dayanan kalitatif bir araştırma yapmaya karar verdim.

Aidiyet, milliyetçilik ve demokratik kültür, kuşkusuz seçmen davranışı üzerinde etkisi olan faktörler. Ancak sadece bu faktörlere odaklanmak gündelik pratiklerin içinde siyasi yaklaşımları ve tercihleri şekillendiren ya da şekillendirme potansiyeli olan ekonomik, sosyal ve politik değişkenlerin rolünü göz ardı etme riskini beraberinde getiriyor. Daha da önemlisi, seçmenlerin algılarını ve motivasyonlarını kavramakta yetersiz kalıyor. Dolayısıyla “demokratik kültür” ve “sadakat” kavramları seçmen davranışının arka planına ışık tutmaktan uzak düştüğü için derinlemesine bir açıklama imkânı sunmakta ne yazık ki eksik kalıyor.

“Almanya’daki Hayata Dair İstekler Ön Plana Çıktı”

Araştırmanızda göze çarpan noktalardan biri de Türk hükûmetinin uyguladığı “diaspora” politikası. YTB ve DİTİB gibi kurumların geçmişine ve faaliyetlerine araştırmanızda detaylıca değiniyorsunuz. Almanya’daki Türkiye kökenli topluluk tarafından kurulan sivil oluşumların, Türkiye’deki siyasi iktidarla ilişkilerinde geçmişten bugüne nasıl bir değişim gözlemliyorsunuz?

Türkiye’den Almanya’ya olan göç hareketlerinin zaman içinde farklılaşması gibi Almanya’daki Türkiye kökenlilerin sivil toplum faaliyetleri de göçün başladığı 1960’lardan günümüze dek değişmiş. Bu değişiklik hem sivil oluşumların çeşitlenmesi ile hem de Türkiye kökenlilerin taleplerinin içeriği ile ilgili. 1960’larda işçi sendikaları ve hemşehri dernekleri Türkiye kökenlilerin sivil angajmanın belkemiğini oluşturmaktaydı. 1970’lerin sonu, 1980’lerin ilk yarısı itibari ile Türkiye devletinin o zamanki güvenlik kaygıları ile paralel olarak Almanya Demokratik Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu (ATF) ve DİTİB gibi yeni oluşumları görüyoruz. Farklılaşma sadece organizasyonların çeşitlenmesi ile sınırlı değil. 1980’lerin sonu, 1990’ların başından itibaren taleplerin de değişmeye başladığını gözlemliyoruz. Özellikle Almanya’daki hayata dair kaygıların ve isteklerin giderek ön plana çıktığını söylemek mümkün.

Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin sivil angajmanlarında bir diğer önemli dönüm noktası, 2000’lerin başında AKP’ye yakın oluşumların, ki bunların içinde daha önceki dönemlerde görmediğimiz düşünce dernekleri ve lobi organizasyonları gibi aktörler de var, sivil hayata katılması.

“AKP Kendi Diskurunu ‘Mücadele’ Vurgusu Etrafında Şekillendirdi”

Araştırmanızda Erdoğan’ın “gurura” dayalı bir retorik kullandığını ve bunun Türkiye kökenliler tarafından olumlu algılandığını belirtiyorsunuz.  Almanya’daki göçmenlerin “gurur” ve “güçlü Türkiye” retoriğine karşı olumlu yaklaşımları sizce neyle alakalı?

Öncelikle belirtmeliyim ki kullanılan retoriği “gurura” dayalı bir retorik diye nitelendirmek yanıltıcı olabilir. Mevzu bahis olan daha çok “güçlü devlet ve güçlü lider” vurgusuna dayalı bir söylemsel dil. Çalışmam kapsamında yapmış olduğum mülakatlar, odak çalışmaları ve katılımcı gözlem sürecinde edinmiş olduğum intiba, bu söylemin özellikle ikinci ve üçüncü kuşak Türkiye kökenliler arasında kuvvetli bir karşılığının olduğu. Bu durumun önemli bir sebebi Almanya toplumuna dair olan dışlanmışlık ve kabul görmeme hissiyatı.

Siz Türk devletinin Almanya’daki Müslüman cemaatlere ve kuruluşlara artan etkisi karşısında Alman siyasi aktörlerin İslam ve Müslümanlar hakkında dışlayıcı söylemlerden kaçınmalarını öneriyorsunuz. Sizce bu Almanya’daki Türklerin Almanya’ya karşı aidiyet hissini artırır mı?

Bu soruya kesin ve net bir cevap vermek oldukça zor. Ancak şunu söylemek mümkün. “İslamofobi ile mücadele”, AKP’nin 2010’dan itibaren gittikçe sistematik ve kurumsal hâle gelmiş diaspora siyasetinin çok önemli bir ayağını oluşturuyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İnsan Hakları Alt Komisyonu’nun Avrupa ve Kuzey Amerika’daki İslamofobik etkinlikleri takip çalışmaları, SETA’nın 2016’dan bu yana yıllık olarak yayınladığı İslamofobi raporu bu ayağın önemli unsurları.

Burada ilk olarak AKP’nin “İslamofobi ile mücadele” söylem ve siyasetinin tepkisel boyutunun altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. Yani Batı toplumlarında özellikle 11 Eylül 2001’den itibaren kendini daha sık hissettiren İslam karşıtı dil ve söylemi, AKP’nin kendi diskurunu “mücadele” vurgusu etrafında şekillendirmesine zemin oluşturmuştur. Bununla ilişkili olan bir diğer nokta da Batı’da yaşayan Müslümanların dinî özgürlükleri ve hakları meselesi, esasen yaşadıkları ülkelere dair bir aidiyet meselesi ve dolayısıyla yaşadıkları ülkelerdeki siyasi iktidarların sorumluluk alanı içinde değerlendirilmesi gereken konular. Bununla ilişkili olarak, vurgulamak istediğim bir diğer nokta da şu: Türkiye kökenlilerin sivil oluşumlarının Türkiye’deki siyasi iktidarlardan bağımsız hareket etmesi, yaşadıkları toplumlarla olan karşılıklı güvenin inşasında oldukça önemli.

“Türkiye Kökenlilerin, Türkiye’nin Sözcülüğünü Yapmaları Hedefleniyor”

Almanya’nın “yurt dışı Almanlara” yönelik ayırdığı büyük bütçe ve bu kitlenin Almanca ve Alman kültürü ile bağını güçlendirmeye yönelik faaliyetleri biliniyor. Türkiye’nin kendi “diaspora”sına yönelik faaliyetleri ile, Almanya’nın bu alandaki faaliyetleri arasında prensip olarak nasıl bir farklılık gözlemliyorsunuz?

Bir kere önce şunu not düşmek isterim: Türkiye ve Almanya örneklerinden bağımsız olarak devletlerin kendi diasporalarına yönelik faaliyetlerinde 2010’ların başından itibaren dünya çapında bir hareketlenmeden söz etmek mümkün. 1980’lerden bu yana fiziksel sınırların giderek esnekleştiği, göç hareketlerinin hızlandığı ve kimlik politikalarının giderek öne çıkmış olduğu bir dünyada belki de bu çok yadırganacak bir durum değil. Ancak devletlerin diaspora faaliyetlerini birbirinden ayrıştıran önemli bir faktör, bu etkinliklerin ne derecede siyasallaşmış olduğu ve dolayısıyla devletlerin bu faaliyetler aracılığı ile kendi etki alanlarını ne derece genişletmek istedikleri. Türkiye örneğinde bu net olarak gördüğümüz bir durum.

Mesele sadece yurtdışında yaşayan Türkiyelilerin ve onların yurt dışında doğmuş çocuklarının Türkçe konuşmaları ve İslam dinini tanımaları gibi kültürel bir motivasyonla sınırlı değil. Sistematik bir diaspora politikasının parçası olarak, yaşadıkları ülkelerin siyasetine katılmaları ve burada bir nevi Türkiye’nin sözcülüğünü yapmaları da hedeflenmiş durumda. Dolayısıyla bir anlamda Türkiye’nin diaspora etkinliklerinin ana ayaklarından birisini, tabiri caizse “sadakat talebi” olarak nitelendirebileceğimiz bir beklenti oluşturmakta. Meselenin siyasileşmesi ve salt kültürel faaliyetlerden ayrışması da tam burada yatıyor.   

“Alman Toplumuna Aidiyet İle Türkiye Siyasetine İlgi, Birbirine Zıt Değil”

Siyasi görüşünden bağımsız olarak Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin Türk siyasetine büyük ilgisi var. Bu ilgi, bilhassa Alman kamuoyu nezdinde bir patoloji olarak görülüyor. Ulusaşırı toplulukların köken ülke siyasetine duydukları ilgi, baskılanması gereken bir durum mu sizce?

Bence burada AKP hükümetinin diasporaya olan ilgisini ve bu bağlamda “sadakat talebi”ni Türkiye kökenlilerin Türkiye’ye ve Türkiye siyasetine olan ilgisi ile eş değer tutmamak gerek. Kanımca bu Almanya’daki tartışmalarda sıkça yapılan bir hata. Mutlaka, AKP’nin sadakat talebine ve bu yöndeki mobilizasyon çabalarına diaspora içerisinden olumlu yanıt veren bir kesim var. Ancak bu kesimin etnik, dinî ve siyasi davranış açısından farklılık gösteren Türkiye kökenlilerin genelini temsil ettiği yanılgısına da düşmemek gerek. Kaldı ki, Türkiye kökenlilerin Türkiye siyasetine olan ilgisi sadece AKP seçmeni ile de sınırlı değil. Burada bence önemli ve birbiriyle ilişkili olan iki mesele var: Birincisi, AKP’nin sadakat talebine yönelik mobilizasyonu neden ve nasıl mümkün olduğu sorusunu iyi düşünmek gerek. İkincisi de, Türkiye kökenlilerin ve onların burada doğmuş çocuklarının Alman toplumuna aidiyeti ile Türkiye siyasetine olan ilgisinin birbirini dışlayan durumlar olmadığını kabul etmek ya da hangi durumlarda birbirlerini dışlayabilecek durumlar hâline gelebileceğini açık olarak tartışabilmek gerek.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler