'Avrupa'da Dindarlık'

Pollack: “İslam’ın Toplumdaki Sosyal Dinamizmi Tartışılamaz”

Dindarlık modern toplumlarda büyük bir değişim içerisinde. Din sosyologu Prof. Dr. Detlef Pollack ile Almanya’da Müslüman cemaatlerdeki dindarlığı, Müslüman ve Hristiyan dindarlığı arasındaki benzerlik ve farklılıkları ve İslam’ın toplumdaki sosyal dinamizmi hakkında konuştuk.

Foto: @Brigitte Heeke

Din sosyolojisi “dindarlık” kavramını nasıl tanımlıyor?

Dindarlık, dinin öznel yönüdür. Din, erişilebilir ve erişilemez, içkin ve aşkın arasındaki ayrımla karakterizedir ve yaşam üzerinde bir etkiye sahip olmak için insanların doğrudan erişemeyeceği şeylere dayanır. Esasen, insanın kendi eylem alanından kaçanı etkilerken ve kişinin yaptığı veya yapmaktan uzak durduğu eylemleri belirlerken dikkate alınan ve hesaba katılan bir olgudur. Bireylerin dinlerin zengin hazinesinden kendi hayatlarına entegre ettiklerini, yaşanmış dindarlık olarak tanımlıyorum.

Müslüman ve Hristiyan dindarlığı arasında ne gibi benzerlikler ve farklılıklar var?

Allah’a ibadet, Allah’ın evini ziyaret etmenin önemi, toplu olarak yapılan ibadetler veya ahlaki emirlere yönelme düşünüldüğünde, Müslüman ve Hristiyan dindarlığı arasındaki benzerlikler ön plana çıkar. Farklılıklar arasında ise İslam’da merkezde Allah’ın sözünü içeren kutsal bir kitabın yer alması, Hristiyanlık’ta insana mahsus bir kaderi yaşamış olan ve çarmıha gerilerek vefat eden ancak Tanrı ile bir olan bir kişinin merkezde olması yer alır. Müslüman ve Hristiyan dindarlığının temel anlam biçimleri içerik açısından farklılık gösterse de, yapısal olarak her iki anlam biçimi de amaçlarının aşkın ve içkin olan arasında arabuluculuk yapmak olduğu konusunda hemfikirdir.

“Bireysel Dindarlık Yeni Kuşak Müslümanlarda Güçlü Bir Şekilde Dışa Vuruyor”

Bir röportajda, kiliseye bağlılığın azalmasıyla birlikte dindarlığın azaldığını söylüyorsunuz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Bu eğilim Müslüman cemaatler için de geçerli mi?

İnanç, elbette daima tartışmalı olan bilimsel olarak kanıtlanabilir gerçekler gibi, öznelerarası kontrol edilebilen olgulara yönelik değildir. Bu nedenle bilimsel bilgiden daha çok sosyal etkileşim yoluyla onaylanmasına ihtiyaç duyulur. Sosyal topluluklarda bireyler inançları için bir araya geldiği için inançlarını paylaştıkları birçok kişi tarafından desteklenirler. Bu nedenle kilise yaşamına katılım ve dinî topluluğa bağlılık, inanan birey için ciddi bir önem teşkil eder. Camiye bağlılık ile bireysel inanç yoğunluğu arasındaki bağlantı deterministik değil; bir olasılık meselesidir. Bu Müslüman cemaatler için de geçerli.

Bununla birlikte, Almanya’daki Müslüman cemaatlerde, özellikle ikinci ve üçüncü kuşak mensupları arasında ters bir eğilim gözlemliyoruz. Bu kuşaklarda bireysel dindarlık birinci neslin üyelerine göre daha güçlü bir şekilde dışa vurulurken, buna paralel olarak cemaat hayatına katılım daha az oluyor. Göç durumu göz önüne alındığında, ikinci ve üçüncü kuşağın daha eğitimli ve daha iyi entegre olmuş üyeleri birinci kuşağa göre inançlarını ve dinlerini daha büyük bir özgüvenle ifade etmeye yönelik bir eğilim içindeler.

Laik toplumlarda dinî kurumların önemini yitirdiği ve -kiliseye bağlı olmayan- dinî yaşamın daha çeşitli ve düzensiz hâle geldiği iddia ediliyor. Bu teze katılıyor musunuz?

Geçmişte Batı Avrupa toplumlarında neredeyse sadece kiliseler tarafından temsil edilen dindeki kilise tekelinin kaldırılması, belki de şu anda meydana gelen dinî değişimin ana özelliğini teşkil eder. Bununla bağlantılı olarak ortaya çıkan değişiklikler arasında sadece kilise bağlarının zayıflaması değil, aynı zamanda dinî alanın çoğullaşması da yer alır.

Sosyal İlişkiler Potansiyel Çatışmaların Azalmasında Rol Oynuyor

Dinî çoğulculuk bir yandan bir zenginlik olarak görülürken, diğer yandan modern toplum için bir zorluk ve hatta bir tehlike olarak görülüyor. Kurumsal olmayan dindarlığın farklılaşmasının bunda ne gibi etkileri var?

Kiliseye bağlı dindarlığa kıyasla kurumsallaştırılmamış dindarlık genellikle kültürel ve dinî çoğulculuğa yönelik eğilimlere daha açıktır. Bu açıklık, kiliseye bu kadar sıkı sıkıya bağlı olmayan insanların dinî çeşitliliği bir tehditten ziyade bir zenginleşme olarak gördükleri anlamına gelir.

Günümüzde Batı Avrupa ülkelerinde “Siyasal İslam” terimi tartışılıyor. Din sosyolojisi perspektifi bu tartışmaya ne katabilir?

Radikalleşmiş İslamcılar, mesajlarının karşılık bulduğu çevreler tarafından desteklenmezlerse, sosyal olarak etkili bir şekilde hareket edemezler. Dışlanma ve ayrımcılık deneyimleri ve bunların yanı sıra kabul görmemek ve dayanışmanın reddedilmesi yönündeki deneyimler, İslam’ın siyasallaşmasına zemin hazırlayabilir. Bu bağlamda sosyoloji, potansiyel çatışmaların azalması için azınlıklar ve çoğunluklar arasındaki sosyal ilişkilerin ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar gösterir.

“İslam Görünür ve Güçlü Bir Siyasi Etkiye Sahip”

Din sosyolojisinde din, diğer şeylerin yanı sıra, sosyal gerçekliğin şekillendirmesine katkıda bulunan bağımsız bir faktör olarak görülüyor. Konu İslam olunca, meselenin bu yönü çoğunlukla göz ardı ediliyor veya gizleniyor; dinin şekillendirici işlevi daha çok bir tehlike olarak algılanıyor. Bu çelişki hakkında ne önerirsiniz?

Gerçekten de Hristiyanlık veya Budizm gibi dinler, genellikle kültürel alışverişin ayrılmaz bir parçası, bütünleştirici anlar ve hatta çoğu kez gelişimi öncelikle çevresine bağlı olan bir gerçeklik olarak algılanıyor. Ancak özellikle İslam’da durum daha farklı. İnsanlar İslam’ın önemli bir şekillendirme ve değişim potansiyeline sahip olduğuna inanıyor. İslam, diğer dinlerden hiçbirinin olmadığı kadar görünür ve güçlü bir siyasi etkiye sahip. Toplumdaki sosyal dinamizmi tartışılamaz. Dolayısıyla asıl soru şudur: İslam’ın radikalleşme eğilimleri nasıl azaltılabilir? Din tarihinden, dinî toplulukları dışarıdan etkilemenin çok zor olduğunu ve niyetlerle karşılaştırıldığında bazen tam tersi tepkilere neden olduğunu biliyoruz. Modern toplumlarda, her din kendi içinde var olan radikalleşme eğilimlerini baskılamakla görevli, zira bu tür eğilimler en iyi içeriden zapt edilebilir. Bu sebeple sanırım dile getirdiğiniz çelişkinin çözüme ulaştırılması için önemli ön koşullar özeleştiri yapma konusundaki istek ve beceridir.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler