2020, Müslüman Karşıtı Irkçılığa Karşı Önlemler Yılı
İslamofobik suçlar 2017'den beri ayrı bir kategori olarak kayıt altına alınıyor. Elde edilen verilere bakıldığında İslamofobi’nin Almanya'da bir sorun teşkil ettiği görülüyor. Peki, İslamofobi ile mücadelede devlet ve Müslümanlar hangi rolleri üstlenmeli?
Hanau’da dokuz kişinin hayatını kaybettiği, Halle‘de ise iki kişinin öldürüldüğü saldırılar ile, Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke‘nin aşırı sağcılar tarafından katledilmesi; aşırı sağcılık, ırkçılık, Müslüman karşıtı ırkçılık ve antisemitizm ile mücadelede muhtemelen bugüne kadarki en kapsamlı önlem paketinin hazırlanmasını da beraberinde getirdi. Şansölye yönetiminde kurulan hükûmet komisyonu, ırkçılığa ve aşırı sağcılığa karşı mücadelede kullanılması amacıyla 89 maddelik bir önlem paketi ortaya koydu.
Buna ek olarak, Federal İçişleri Bakanlığı bünyesinde “Müslüman Karşıtlığına Karşı Bağımsız Uzmanlar Konseyi” (Alm. Unabhängige Expertenkreis Muslimfeindlichkeit) kuruldu. Bu konseyin görevi, İslam düşmanlığı ile nerede ve nasıl mücadele edilebileceği konusunda hükûmet için bir rapor hazırlamak.
Bu önemli adımların daha erken atılması için geçmişte yeterince sebep vardı. Ancak hükûmetin harekete geçmekte geç kalmış olmasına yönelik bu haklı eleştirinin, vaziyetin genel durumu değerlendirildiğinde sadece madalyonun bir yüzünü teşkil ettiği anlaşılacaktır. Zira Avrupa’da şu anda ırkçılık ve aşırı sağcılıkla mücadelede en çok çabayı sarf eden ülkenin Almanya olduğu göz önünde bulundurulmalı ve bu çaba takdir edilmelidir.
2017’de İslam karşıtı suçların ayrı bir başlık altında kayıt altına alınmasına yönelik uygulama devlet tarafından başlatıldığından beri Federal Kriminal Dairesi (BKA), bedensel yaralama, mülke zarar, hakaret ve halkı galeyana getirme dâhil toplam 3391 İslam düşmanı suçu kayıt altına aldı. Bunlara ek olarak ceza gerektirmeyen alanlarda yaşanan ayrımcılık ve ırkçılık vakaları da var. Bu tür vakalar her gün iş yerinde, sokakta, ev veya iş ararken, okulda vb. alanlarda yaşanıyor.
Cami Saldırıları Ve Camilerin Korunmasında Devletin Rolü
Cami saldırılarında da benzer bir durum söz konusu. 2014 yılından bu yana camilere yönelik 735 saldırı kaydı yapıldı. Muhtemelen gerçek rakamlar çok daha yüksek, zira 735 sayısı, sadece bildirilen ve raporlanan saldırıları ifade ediyor. Saldırı türlerine bakıldığında saldırıların ardındaki İslam nefreti tam anlamıyla insanın yüzüne çarpıyor: Hakaretler, aşağılayıcı ifadeler içeren mektuplar, vandalizm, karalamalar, yasak plakaların yapıştırılması, tehdit mektupları ve kundaklama eylemleri.
Federal hükûmet söz konusu riskin gayet iyi farkında. Yeşiller Partisi’nden gelen küçük bir soruya geçtiğimiz mayıs ayında federal hükûmet şu cevabı vermişti: “Siyasi motivasyonlu suç alanında konunun süregelen öneminin arka planında, radikal münferit faillerin ya da küçük grupların İslam düşmanlığı motivasyonuyla, şiddet suçlarını ya da terörist saldırılarını kendilerini haklı çıkarmak için kullanarak İslami kurum ve şahıslara yönelik ağır suçlar işlemesi riski söz konusudur. İslami terörizm konusunda da, Federal Cumhuriyet’teki cami derneklerinin – özellikle de ılımlı olarak kabul edilenlerin veya öyle görülenlerin – ve/veya bunların yönetim kurullarının, radikal İslamcıların odak noktasına girebileceği genel olarak dikkate alınmalıdır.”
Bu duruma rağmen ne federal hükûmet ne de federal eyaletlerin birçoğu camiler için koruyucu önlemleri artırma ihtiyacı duymuyor. Yalnızca Berlin ve Bremen, bu sıkıntılı süreçte sorumluluk üstlenme amacıyla ilk adımları attı. Cami saldırıları federal düzeyde birkaç yıl önce gündeme alınmış ve İçişleri Bakanlığına mensup güvenlik uzmanları camilerin teknik güvenlik donanımları konusunda mantıklı tavsiyelerde bulunmuştu. İçişleri Bakanlığı şimdi de bu konuda görüşmeye hazır olduğunu gösteriyor. Ancak burada camilere yönelik olası destekler de tartışmanın konusu olmalı ve bu konudaki önerileri somut destek seçenekleri takip etmelidir.
Neler Yapılabilir?
Örneğin cami önlerine devriye arabalarının yerleştirilmesi tartışmaları, olası mantıklı devlet desteği konusundaki bakış açısını daraltıyor. Camilerin daha iyi korunmasına yararlı bir katkı sağlayabilecek hâlihazırda bir takım olası önlemler de mevcut. Deneyimler gösteriyor ki, cami yönetim kurulları kendi cemaatlerinin ve ziyaretçilerinin güvenliğini en iyi seviyeye getirmek için birçok adımı kendi başına atıyor. Bu konuda özel güvenlik şirketlerinden aldıkları tavsiye ve teklifler de emniyet birimlerinin deneyimleri doğrultusunda değerlendirilebilir.
Ek olarak, ibadethanelerin korunması için ayrımcılıkla mücadele kurumları, dinî topluluklar, bilim insanları ve güvenlik güçlerinin temsilcilerinden oluşan bir uzmanlar komisyonu kurulabilir. Bu komisyon doğrudan saldırılarla ilgilenmeli ve saldırıların nedenleri ile faillerin motivasyonları hakkında araştırmalar gerçekleştirerek somut önleme çalışmalarının yürütülebilmesini sağlamalıdır. Bu komisyonda, cami saldırılarının ve sağcı terörün saiklerini, nedenlerini ve önlem seçeneklerini araştıran bir araştırma ekibi bulunmalıdır. Dinî cemaatlerin ve akademinin temsilcileri bu konu için bir araya getirilmeli ve desteklenmelidir.
Irkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadelede daha alınacak uzun bir yolun olduğuna hiç şüphe yok. Zira devlet tarafından yürütülen veya devlet destekli birçok sivil projeye ve ırkçılık karşıtı girişimlere rağmen durumda henüz bir iyileşme görülmüyor. Irkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadelede devletin önemli bir role sahip olduğu ve bu rolü kararlı bir şekilde uygulaması gerektiği de aşikar.
Mağdurlar Desteklenmeli
İslam karşıtı suç eylemleri 2017’den beri kayıt altına alınmakta ve bu eylemlerin hem sayıları hem de arka planları bilinmektedir. Artık iş, bu verilere dayanarak uygun adımlar atmaya kalıyor. Çünkü veriler esasında sadece sayılar ve kategorilerden ibaret. Ancak bu yeterli değil. Bu sayıların ardındaki hikâyelerin de anlatılması gerekiyor. Mağdurların deneyimlerini paylaşması hem bu durumla kendi içlerinde başa çıkabilmeleri, hem de halkın dikkatini ırkçılık sorununa ve sonuçlarına çekebilmek için önem arz ediyor. Böylece mağdurlar yaşadıklarını anlatarak kendi psikolojilerini restore etme fırsatı bulurken, aynı zamanda bu konuda farkındalık oluşturulmasını destekleyerek, benzer deneyimler yaşamış insanlara da yalnız olmadıkları mesajını iletmiş olurlar. Mağdurların deneyimlerini -aile, arkadaşlar, akrabalar, cemaat, bilim, siyaset, ya da toplum- kiminle paylaşmak istediklerine ise kendilerinin karar vermesi gerekir.
Ancak durum, yaşananların aktarılmasından ibaret olmamalıdır. Mağdurlar iyileştirilmeli ve güçlendirilmeliler ki kendilerini toplumdan geri çekmesin ve kendilerine yıllarca rahatsızlık verebilecek bir güçsüzlük ya da çaresizlik hissine yenik düşmesinler. Devlet bu bağlamda önemli bir katkıda bulunabilir. Örneğin, devletin Ayrımcılıkla Mücadele Dairesi ücretsiz uzman desteği sağlayarak mevcut ayrımcılıkla mücadele derneklerine yardımcı olabilir. Bu destek, örneğin vaka yönetimi hakkında seminer ve meslek içi eğitimler vermek, ayrımcılık ve ırkçılık mağdurlarına ilk psiko-sosyal desteğin verilmesi, bu alandaki yasal gelişmeler hakkında geliştirme eğitimleri ve meslek içi eğitim imkanları sunmak, ayrımcılıkla mücadele dernekleri arasındaki iletişim ağlarını güçlendirmek vb. yöntemlerle gerçekleştirebilir.
Müslüman Karşıtı Klişelerin İfşa Edilmesi
Aynı zamanda İslami cemaatler de İslam düşmanlığı sorununa dikkat çekmek için birçok şey yapıyor, ve dolayısıyla bu çalışmalara bazı noktalarda destek sunabilirler. Zira söz konusu alandaki mevcut sorunlara dikkat çekmek için zaten uzun bir süredir yoğun çalışmalar yürütüyorlar. Örneğin geçmişte, özellikle Almanya İslam Konseyi (Islamrat) ve IGMG, İslam karşıtı suçların BKA’nın siyasi motifli suç istatistiklerine ayrı olarak kaydedilmesi için yoğun bir çaba sarf etti. Böylece, Müslüman karşıtı ırkçılığın sonuçları ve mücadelesi bağlamında tatbik edilebilecek uygun önlemlerin geliştirilmesi için ampirik bir temel oluşturulması hedefleniyor.
İslami cemaatler Müslümanlar hakkında stereotipler vasıtasıyla yapılan genellemelerin ortaya çıkarılmasına da katkıda bulunabilirler. Zaten bu konuda bir takım faaliyetler yürütülüyor. Kamu duyuruları, basın açıklamaları, görüş bildirimleri ve mağdurların güçlendirilmesi projeleri bu hususta yapılabilecek olanların önemli bir bölümünü kapsıyor. Ancak Müslümanların yaşamına dair yaygın stereotiplere yönelik başka önlemler de geliştirilebilir veya mevcut olanlar daha da detaylandırılabilir. Örneğin, dozunda bir hiciv yoluyla veya zevkli, eğlenceli ve aydınlatıcı karikatürlerle Müslüman karşıtı klişelerin yıkılması ya da ifşası sağlanabilir. Neticede İslamofobi her zaman ciddi bir tavırla ele alınmak zorunda değil. Bu tutumların ardında yatan tuhaf dünya görüşüyle, çarpık algı kalıplarıyla ve kaba komplo teorileriyle de eğlenilebilir. Bu yöntem, Müslümanlar hakkındaki klişeleri açığa çıkarmanın yanı sıra, Müslümanların da zaman zaman oldukça bunaltıcı olan bu Müslüman karşıtı atmosferle daha sakin bir şekilde başa çıkmalarına muhakkak yardımcı olacaktır.
Müslüman Karşıtı Irkçılık İle Mücadele Etmek Herkesin Görevi
Tüm bu çabalar, ancak toplumun çeşitliliği kabulünü güçlendirecek ve bununla başa çıkmanın doğru yolunu aktaracak bazı adımların önceden atılması durumunda etkili olabilir. Burada bilhassa devlete önemli görevler düşmektedir. Devlet kurumları, özellikle de devlet eğitim kurumları, toplumun her kesiminin ziyaret ettiği mekanlar olarak işe buralardan başlamak faydalı olacaktır. Bu amaçla, tüm öğretmenlere henüz eğitim aşamalarında bu konudaki gerekli duyarlılık kazandırılmalı ve bu temel tutumu uygun biçimde aktaracak şekilde bir eğitime tabi tutulmaları gerekmektedir. Bu, devletin müdahale edebileceği önemli bir alan olacaktır.
Devlet tarafından alınacak diğer bir önlem de kurumsal dilin ırkçılık açısından eleştirel biçimde incelenmesidir. Çünkü, bazı kategori adları belirli algılar üretir, daha doğrusu bazı klişelerle bağlantılıdır ki bu da bürokratik alanda icabında bazı toplum grupları üzerinde olumsuz bir etki oluşturabilir. Ayrıca, kurumsal dil sıklıkla toplum tarafından sorgulanmadan benimsenir. Bundan dolayı da resmi terminolojinin gözden geçirilmesi önemli olacaktır.
Eyalet ve federal düzeyde yaklaşan seçimler göz önünde bulundurulduğunda, özellikle geçmiş yıllarda edinilen tecrübelerden hareketle Müslümanlar üzerinden bir kampanya yürütülmesinden endişe duyulmalıdır. Antisemitizm suçları, ırkçı suçlar ve internetteki günlük nefret de dâhil olmak üzere İslam düşmanı suçlarla ilgili yukarıda belirtilen istatistikler, özellikle nüfusun bu kısmı için gerginlik ve tehlike potansiyelinin zaten çok yüksek olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu nedenle politikacılar, sağcı çevreden seçmen kazanmak için bunları kampanya retoriği olarak kötüye kullanmaktan kaçınmalı ve bunun yerine çalışmaları ile oy kazanmaya çalışmalıdır.
Irkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadele konusunda başarı özellikle herkesin sorumluluk almasına bağlıdır. Mevcut durumun daha fazla kötüye gitmemesi, çeşitlilik içindeki yaşamda herkesin kendine bir yer bulması ve yaraların kapanması için herkesin payına düşen katkıyı sağlaması gerekir. Irkçılığın ve özellikle İslam nefretinin endişe verici boyutunun yanı sıra, son zamanlarda toplumun ve devletin destekleyici birçok girişimi de mevcuttur ve bu gelişmeler umut vericidir.