Bir Derginin İslam Politikası Şahitliği: Perspektif’te “Alman İslam Konferansı”
300. sayısını ve çeyrek asrı geride bırakan Perspektif dergisi, aynı zamanda Avrupa’daki gelişmelerin de nabzının tutulduğu bir platform oldu. Alman İslam Konferansı’nın dergide nasıl ele alındığını işlemek, 2006 yılından 2021 yılına kadar Almanya’nın İslam politikası hakkında da kısa bir özet sunmak anlamına geliyor.
“Alman İslam Konferansı”, 27 Eylül 2006 yılında zamanın Federal İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble tarafından başlatıldı. Konferans, “hükûmet organları ile Müslümanlar ve duruma göre Müslümanların temsilcilerini bir araya getirerek Almanya’daki toplumsal birlikteliği kuvvetlendirmeyi” hedefliyordu. Ancak konferansın muhtevası, varılması istenen hedefler, tartışılan konular ve “Müslümanların temsilcileri”nin kim veya kimler olduğu, olması veya olmaması gerektiği gibi konular tartışmaların merkezinde yer almaktan kurtulamadı.
Konferansın seyri, 1995 yılında yayın hayatına başlayan Perspektif’e de büyük oranda yansıdı. Bu seyri takip etmek, siyasi gelişmelerin Müslümanlar tarafından neşredilen alternatif medyada ne şekilde ele alındığını görmek açısından da hayli ilginç.
Konferansın gündeme geldiği ilk günlerde, Perspektif dergisinde de görüleceği gibi, konferans Türkçeye “Almanya İslam Konferansı” olarak aktarılmıştı. Şimdilerde “Alman İslam Konferansı”na dönüşen bu tanım aynı zamanda konferansın “Almanyalı”lığından ziyade “Alman”lığına vurgu yapması bakımından da önemli bir nokta olarak ele alınabilir.
Alman İslam Konferansı’na İlk Eleştiriler
Perspektif’in perspektifinden bakıldığında, Alman İslam Konferansı, eleştirel bir bakış açısından değerlendirilmiş olsa da, tamamıyla reddedilmeyen bir kurum olarak önümüze çıkıyor. Öyle ki, Perspektif’in yayıncısı olan İslam Toplumu Millî Görüş’ün (IGMG) konferansa temsilci olarak katılımının öngörülüp görülmemesi bir yana, bazı oturumlarda IGMG’nin Almanya’daki “örgütlü” ve “legalist İslam”ın bir temsilcisi olarak zararlarının gündeme getirilmesi dahi, bu bakış açısını değiştirmesine yol açmadı.
Hatta konferans ilk ilan edildiğinde yaşanan ateşli tartışmalar esnasında konuyu Perspektif’te değerlendiren Oğuz Üçüncü [1], “Fazlasıyla gecikmiş bir diyaloğun önünün açılmasının neredeyse elli yıl sürmüş olması da bir gerçeklik olarak karşımızda. İki tarafın birbiriyle konuşması, kendi başına bir değer ifade ediyor.” şeklindeki ifadelerinden sonra, konferansın konsepti üzerinde çalışılması gerekliliğine vurgu yapıyordu. Üçüncü, konferansı değerlendirirken eleştirilerini şu şekilde sıralıyordu:
“Acaba konferans, din ve değerler üzerine görüşme ve tartışma forumu mu olacak ya da Müslümanlar ve güvenlik birimleri arasında güven oluşturucu önlemlerin konuşulduğu bir ortam mı? Mesele, devletin Müslümanlarla, İslam ve Müslümanların hukuki ve politik anlamda Federal Almanya Cumhuriyeti’ne entegre edilebilmesi için somut görüşmeler yapması mı? Yoksa devlet bu toplantıyla, tehdit altında olabilecek toplumsal barışa katkı sağlamak amacıyla ‘seküler’ ve ‘dindar’ Müslümanlar arasında aracılık görevi mi üstlenmek istiyor?”
Üçüncü’nün bu eleştirisi, entegrasyon ile İslam politikalarının birbirine karıştırılmaması ve İslam’ın Almanya’daki diğer dinlerle eşit hukuki statüye getirilmemiş olması üzerinde yoğunlaşıyordu. Zira Üçüncü’ye göre İslam’ın diğer dinlerle eşit hukuki statüye getirilmiş olması birçok problemin çözümüne yardımcı olacaktı.
Almanya’nın Değerler Düzenini Benimseme Tartışması
Alman İslam Konferansı’nın ilk toplantısı bir “giriş” olarak değerlendirilse de yaklaşık iki buçuk sene sonra toplanan ikinci oturum da eleştirilerin hedefi oldu. Toplantıda gündeme gelen “İslam din dersleri”, “Alman değerleri” ve “İslamcılık” gibi tanımlamaların genel geçer kurallara göre değil de bu konuda görüş bildiren her şahıs ya da kuruma göre değişmesi Perspektif’te eleştirel yaklaşılan konulardan birisiydi.
Örneğin Almanya’daki Müslümanların entegrasyonunun oluşum şartlarının ve konferansın hedeflerinin temel çerçevesinin belirlenmeye çalışıldığı “Almanya toplum düzeni ve değerler mutabakatı” adlı çalışma grubunda, ülkedeki Müslümanların Almanya hukuk ve değerler düzenini benimsemesi gerektiği, bunu isteyip istemedikleri veya buna mecbur olup olmadıkları üzerine tartışmalar yoğunlaştığında Perspektif’te kaleme aldığı yazısında Mustafa Yeneroğlu, karşı bir soru sorma ihtiyacı ihtiyacı hissediyordu:
“Mesela Sol Parti ve Hristiyan Sosyal Birliği hangi ortak Alman değerlerini paylaşıyorlar? Veya FDP’nin benimsediği liberal değerler düzeninin Alman değerler düzeniyle ilişkisi ne? Alman değerler düzeninin anayasal değerlerle bağı nasıl belirlenecek ve bu değerlerle ilişkisi ne nisbette olacak?” sorularını gündeme getiren Yeneroğlu,[2] konunun sadece Müslümanların anayasal değerleri benimsemesi ile ilgili değerlendirilmesi durumunda, çok dar bir çerçeveye sıkıştırılacağını ifade ettikten sonra bu ayrımcı yaklaşımdan uzaklaşılmasını istiyordu: “Anayasa, Almanya’da yaşayan herkes için geçerlidir. Buna göre anayasal değerler, herkes ve her fiilin kendisi ile ölçülebileceği kriterler kataloğu sunmaktadır. Bu anlamıyla anayasanın değerleri kimseyi, ne devleti ve onun temsilcilerini, ne de çoğunluk toplumunu tanımlar nitelikte değildir.”
Almanya’da Bitmeyen Tartışma: İslam Din Dersleri
İslam din dersleri konusunda ise Yeneroğlu, yine Perspektif’te hem devlete hem de bu derslerin doğrudan muhatabı olan Müslümanlara şu eleştiriyi de getiriyordu: “Birçok eyaletin, açıktan ifade edilmese bile, anayasanın öngördüğü şekliyle İslam din dersinin uygulanmasına karşı prensipte ciddi çekinceleri olduğu izlenimi var. Diğer yandan Müslümanların da birçok eyalette kendi ödevlerini yerine getirmeleri, özellikle tüm cami cemiyetlerine açık temsili niteliği olan muhatap oluşturmaları ve ehliyet geliştirmeleri gerekiyor.”
Yeneroğlu’na göre asıl sorun, eyaletlerin –siyasiler tarafından ifade edilse de– Müslümanların dinî cemaatleriyle ciddi bir işbirliğine yanaşma niyetinde olmadıkları gerçeğidir: “Aksine, gayretler daha çok ‘ara çözümlerin’ veya ‘deneme’ olarak tanımlanan formüllerin meşrulaştırılması veya ehliyetsiz muhatapların oluşturulması üzerine yoğunlaşıyor.”
Alman İslam Konferansında “İslamcılık” meselesinin hem de “Güvenlik ve İslamcılık” başlığı altında alınması Perspektif’te yer alan başka bir eleştiri olmuştu. Yeneroğlu, “İslamcılık” gibi tartışmalı, sorunlu ve hukuken belirli olmayan kavramlar üzerinden kurulan söylemin anayasayla çeliştiğine işaret ediyordu.
Alman İslam Konferansı’nın ikinci oturumu da Perspektif perspektifinden değerlendirilmiş bulunuyor. Örneğin Ünal Koyuncu [3] konferansın “camide namaz kılan Müslüman vatandaş” tarafından desteklenebilecek bir konuma gelmesi gerektiğine vurgu yaptığı değerlendirmesinde, İçişleri Bakanı’nın değişmesi [4] ile konferansın sanki yeni başlıyormuş edasıyla başlamasına eleştiri getiriyordu. Koyuncu’ya göre ayrıca konferans, Almanya’da iktidarın İslam siyasetini de yansıtıyordu ve bu siyaset de “köklü-bütüncül bir yaklaşımdan ziyade konjonktürel-siyasi bir iradenin ürünü(ydü). Aksi takdirde sıfırdan başlama yolu tercih edilmezdi.”
Koyuncu’ya göre ayrıca, konferansta bir politika olarak ele alınmak istenen “İslamcı aşırılığa karşı mücadele” gibi bazı konularla Federal İçişleri Bakanı’nın Almanya İslam Konseyi’ni konferans dışında tutmasıyla “Dindar Müslüman’ın iradesinin konferansa yansıması engellenmiş, İslam Konferansı’na karşı da bir mesafe oluşmuştu.” Fakat Koyuncu, “Dindar Müslümanların” da çalışması gereken dersler olduğuna vurgu yapıyordu: “Müslüman kanat, ne zaman Almanya İslam Konferansı’nda işlenen konular hakkında kendi teklifini tarihsel ve konjonktürel bağlama ve usulüne uygun bir şekilde dile getirme ve özellikle de bu teklifler için kamuoyu desteğini alma imkân ve kabiliyetine sahip olur, işte o zaman simetrik bir yapıdan bahsetmiş oluruz.”
Koyuncu’nun bahsettiği bu simetrik yapı, “güçlü ve istediğini yaptırabilecek, kamuoyundan destek bulan Federal İçişleri Bakanlığı” ile “kendisini ifade etme ve sürece müdahil olma noktasında yeterli güce-imkâna sahip olmayan Müslüman kesim” arasındaki asimetrik yapıydı. Koyuncu, bu simetrik yapının oluşması için Müslümanların yerine getirmesi gereken ödevleri bulunduğuna işaret ediyordu.
Almanya İslam Konferansı’nda Üç Dönem
2016 yılında gelindiğinde ise Perspektif, Alman İslam Konferansı’nı bu kez dosya olarak yeniden kapsamlı bir şekilde ele aldı. Açık Din Politikası Kurucusu Sven Speer ve akademisyen Prof. Dr. Amir Schirin-Moazami gibi isimlerle yapılan söyleşilerin, Luis Manuel Hernández Aguilar’ın makalesinin yer aldığı sayıda, Speer Alman İslam Konferansı’ndan öğrenilen en önemli şeyi şöyle özetliyordu: “Hem birçok Müslüman açısından hem de devlet açısından standart ve kapsamlı bir İslami örgüt gerekli ve gerçekçi değildir.” Aynı söyleşide İslam’ın Almanya’ya ait olup olmadığı konusunda yürütülen sonsuz tartışmaya da nokta koyma denemesi yapılıyordu: “Almanya’ya ait olma ifadesinin somut olarak ne anlama geldiği tanımlanmış değil.”
Aynı sayıda bir yorum yazısı kaleme alan Ali Kızılkaya, Alman İslam Konferansı’nı “Müslümanlara bakış ve yaklaşım açısından devletin İslam politikalarında bir milat“ olarak değerlendirmiş, fakat bu diyalog arayışlarında Müslümanları diğer vatandaşlarla eşit bir seviyede görülüp görülmediğinin tartışmalı olduğunu eklemiştir.
Kızılkaya, Almanya İslam Konferansı’nı üç döneme ayırmıştır. Birinci dönemi “Tanışma Dönemi” (2006-2009) olarak tanımlayan Kızılkaya, bu dönemde devletle Müslümanların 45 yıl sonra ilk kez tanıştığını söylüyor ve ekliyordu: “Bu tanışma esnasında da bazı buyrukçu kural koyma denemeleri kendisini gösterdi.”
İkinci dönemi (2009-2012) “Yönlendirme Dönemi” olarak tanımlayan Kızılkaya, bu dönemde bariz bir şekilde devletin İslami cemaatleri yönlendirme ve şekillendirme isteği olduğunu söylüyordu. Bu dönemde Kızılkaya’nın da uzun süre başkanlığını yaptığı İslam Konseyi, konferansın dışında kalmıştı. Bu dönemde konferansın “Vermisst” (Kayıp) kampanyası olarak bilinen proje ile “duvara tosladığını” söyleyen Kızılkaya, kampanyaya gelen tepkiler neticesinde projenin iptal edildiğini de hatırlıyordu.
Kızılkaya’ya göre konferansın üçüncü dönemi 2012’den söz konusu yazının yazıldığı tarihe kadar uzanıyordu. Bu döneme “Mutabakat Arayışı Dönemi” diyen Kızılkaya, devletin geçmiş dönemde edindiği tecrübeden dolayı Müslümanlarla iletişimin aynı göz hizasında, karşılıklı saygı ve mutabakat içinde devam etmesi gerektiğini vurgulayarak, Müslümanların ihtiyaçlarına kulak verilmeye başlandığını söylüyordu.
Alman İslam Konferansı’nın doğum sürecinden dönüşüm sürecine kadar Perspektif’te ele alınışına dair kısa bir özet bu şekilde yapılabilir. Bu özet, bir yandan Müslümanların aktif katılımla şekillendirdiği sürecin aynı zamanda kamuoyuna karşı nasıl yorumlandığının da bir bilançosunu ortaya koyuyor. Almanya’daki Müslüman cemaatin hatırı sayılır bir kısmını oluşturan IGMG ve İslam Konseyi’nin bu süreçte sivil ve eleştirel bir tutum aldığını söylemek mümkün. Umut edilir ki, Kızılkaya’nın 2016 yılına kadar “Mutabakat Arayışı Dönemi” olarak nitelendirdiği son dönemden 2021 yılına kadar geçen süreç nasıl değerlendirilir, gelecekte konferans nasıl şekillenir, bunun çetelesini de yine Perspektif’ten okuyabiliriz.
Dipnotlar
[1] Oğuz Üçüncü, İslam konferansı ve Müslümanlar. Pespektif, Kasım 2006.
[2] Mustafa Yeneroğlu, Değerler düzeninden din dersine, Almanya İslam Konferansı’nda son durum. Perspektif, Nisan 2008
[3] Ünal Koyuncu, 2. Almanya İslam Konferansı. Perspektif, Nisan 2010.
[4] Birinci Alman Konferansı Wolfgang Schäuble’nin yönetiminde toplanırken ikinci oturum yeni İçişleri Bakanı Thomas de Maizière öncülüğünde toplanmıştı.