'Gazze Şeridi'

Gazze’nin Geleceği Ne Olacak? Muhtemel Senaryolar

Gazze’de bombalar ve sirenler sustuğunda ne sesi duyulacak? İş makinelerini kim kullanacak, bu makineleri kim getirecek? Alman Bilim ve Siyaset Vakfı (SWP) hem İsrail’in hem Filistin yönetiminin hem de Avrupa Birliğinin üstlenmesi gereken rolü konu alan bir rapor yayımladı. Raporun kısa bir özeti.

©Anas-Mohammed / Shutterstock.com

Yaralı bedenler, moloz yığınları, korku dolu gözler ve cansız sevdiklerine sarılan insanların fotoğrafları. Sayılar, veriler, haritalar. Soykırımın durması için gerek hâl diliyle gerek profesyonel girişimlerle aylardır derdini anlatmaya çalışan bir şehir Gazze. Henüz dur durak bilmeyen katliamlar, zorunlu göç dalgaları, açlık, susuzluk ve hastalıklarla boğuştuğu bu “arka plan”da hayatın devam ettiği, kelimelerin bir anlam ifade ettiği, dünyanın geri kalanında bu ince uzun sahil şeridinin “ertesi günü”ne dair senaryolar konuşulmaya devam ediliyor.

Taraf fark etmeksizin Filistin’i doğal bir acı coğrafyası olarak benimsemiş dünyanın çoğunluğu için bu senaryolar, siyonizmin siyasi fantezileri, kanın kurumadığı topraklardaki emlak planları, oryantalist propaganda araçları ve de altı uzun soluklu planla henüz doldurulamamış “Özgür Filistin!” çağrıları arasında sıkışmış durumda.

Konuya kuş bakışı bakınca ana aktörler; uluslararası imajını Gazze’deki olayları 7 Ekim’de başlamış gibi sunarak korumaya çalışan İsrail, İsrail’in her türlü şiddetini finanse eden Birleşik Devletler, göç etmeye zorlandıkları yerlerde dahi güvenliğe erişememiş, öldürülmeye devam edilen Filistinliler, cezalandırılan, marjinalize edilen protestolar ve dört aydır nüfusunun yarısını çocukların oluşturduğu bir bölgenin yok oluşuna dur diyemeyen bir uluslararası toplumun sesi çok uzaktan gelen uğultusu…

Peki Gazze’nin geleceğine dair bu sahnede nasıl senaryolar konuşuluyor? Bombalar ve sirenler sustuğunda Gazze’de ne sesi duyulacak? İş makinelerini kim kullanacak, bu makineleri kim getirecek? Alman Bilim ve Siyaset Vakfı (SWP) hem İsrail’in hem Filistin yönetiminin hem de Avrupa Birliği’nin (AB) üstlenmesi gereken rolü konu alan bir rapor yayımladı.

8 sayfalık bu raporda toplu ölümler ve insanlık suçları, Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısına ve adam kaçırma eylemlerine dayandırılıyor. Altyapının tahribi, iç göç ve 27.000’den fazla Filistinlinin öldürülmesi ile insani krizi vurgulayan rapor aslında AB’nin geç belirdiği bu sahnede Amerika kadar belirleyici olmasının olanaklarını da tartışmayı hedeflerken, AB’nin Gazze’nin gelecekteki yapısal dönüşümüne dair kaynaklarını ve vizyonunu vurguluyor. İsrail’in kontrol edilmesi gereken bir savaş suçlusu olarak değil de Filistin topraklarında söz hakkı tartışmasız devam eden bir otorite olarak varsayıldığı bir tona sahip olan raporun dikkat çekici özelliklerinden biri, Oslo Anlaşması’nın başarısız olduğunun kabulü ve yeni yollar çizilmesinin gerekliliğinin altını çizmesi.

İsrail’in “Ertesi Gün” Senaryoları

Rapora göre İsrail Savunma Bakanlığı yeni bir güvenlik rejimini hedefliyor. Bu rejimi de İsrail’in bölgedeki tüm güvenlik meselelerini kontrol etmesi ve Gazze Şeridi’ndeki gündelik hayatın sorumluluğunu alması olarak tanımlıyor. İsrail yönetimi Gazze’de herhangi bir Filistinli otoritenin egemenliği ihtimalini reddederken, geleceğe dair planlarını paylaşmıyor. İsrail ordusu bir yandan Gazze içerisinde bir “temizlik” yaparak ve tampon bölge oluşturarak tahliye edilmiş olan İsrailli yerleşimcilerin yeniden Gazze’de yaşamalarını temin etmeye çalışıyor. Öte yandan da kendi hükûmeti aksi yönde bastırsa da Uluslararası Adalet Mahkemesi’nde Güney Afrika’nın İsrail’i soykırım ile suçlaması gibi diplomatik baskılar üzerine, Başbakan Netanyahu, Gazze’yi yeniden işgal etmeyeceklerini açıklıyor.

İngilizce medyadaki popüler röportajlarda sık sık gündeme getirildiği üzere, Gazze halkının Mısır ve diğer Arap ülkeleri ve hatta Afrika ülkeleri tarafından kabul edilmesi de İsrail’in “uygulanabilir” kabul ettiği çözümlerden.

Bölük Pörçük Avrupa

AB ülkeleri arasında 7 Ekim’i ayrılıkların derinleştiği bir tarih olarak ele alan raporda, Almanya, Avusturya ve Çek Cumhuriyeti İsrail politikalarını destekleyen bir ucu temsil ederken; İspanya, İrlanda ve Belçika gibi ülkeler spektrumun Filistin halkına desteği ön plana çıkaran ucunu temsil ediyor. Dolayısıyla Avrupa, Gazze’ye dair birlik içerisinde bir duruşa sahip olmadığı için, sahadaki dinamikleri etkileme konusunda zayıf bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Bununla birlikte, rapora göre bazı AB üyelerinin İsrail’e silah yardımı yapması, İsrail’in bölgede salt askerî bir yaklaşım benimsemeye teşvik etmiş olabilir.

2023 Kasım ayında AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi ve Komisyon Başkan Yardımcısı Josep Borrell yaptığı açılış konuşmasında “Gazze’de ne olmaması gerektiğini” zikretmişti. Borell, zorla yerinden edilme, bölge sınırlarında değişim, İsrail’in Gazze’yi yeniden işgali, Gazze’nin Hamas için güvenli bölge hâline gelmesi ve Gazze’nin Filistin meselesinden ayrıştırılmasını kabul edilemez durumlar olarak tasvir ederken; Filistin Yönetimi’nin ve Arap devletlerinin Gazze’de aktif rol alması gerektiğinin altını çizmişti. Ayrıca, Ocak 2024’te Borell’in AB Dış İlişkiler Konseyine sunduğu barış planı, iki devletli çözümü İsrail’in bölgeye entegrasyonu ve AB, Arap Birliği, Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan ortak insiyatifi ile 2023 Eylül ayında açıklanmış olan Barış Günü Teşebbüsü (İng. Peace Day Effort) üzerine inşa etmeyi öneriyordu.

Avrupa Birliği Tahayyülünde Gazze’nin Yapısal Dönüşümü

Rapor, Avrupa devletlerini bir an önce Gazze’nin yarını için eylem almaya teşvik ederken, bunun kendi çıkarlarını gözetmek için bir fırsat olarak görülmesi gerektiğinin de altını çiziyor. Bu doğrultuda, şiddet döngüsünün kırılması, uluslararası hukukun gereklerinin yerine getirilmesi, Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi geçici önlemlerinin uygulanması, Biden yönetiminin ilkeleri ile paralellik gösteren Borrell ilkelerinin üzerine bir barış planı inşası yönünde adımlar atılması tavsiye ediliyor. Bunun için ise dört temel meseleye dikkat çekiliyor: Yönetim, güvenlik, yeniden inşa ve siyasi çerçevenin belirlenmesi. Birbirinden bağımsız başarıya ulaşması mümkün olmayan bu dört ayak aslında Gazze’nin yapısal olarak dönüşümünü mümkün kılmayı amaçlıyor.

Yarının Yönetimi ve Meşruiyet Meselesi

Hem AB hem de ABD’nin yeniden canlandırılmış bir Filistin Yönetimi vizyonu, kabine görevlerinin değişmesi, yolsuzlukla mücadele ve Filistin Güvenlik Güçlerinin Gazze’de görevlendirilmesinin gerekli olduğunun altını çiziyor. Ocak 2024’te ABD ile yapılan görüşmelerde, Filistin Yönetimi temsilcileri Paris Protokolü ile Filisntin’e İsrail üzerinden düzenli aktarılması gereken fonların güvenceye alınmasının Filistin’in finansal olarak çöküşünün önlenmesi için önemini aktarırken, Gazze’deki yönetimi ancak işgalin sonlanması ve Filistin’in kendi kaderini tayin hakkının iadesi ile benimseyeceklerini belirtmişlerdi. İsrail ise kendi seçtiği yerel önderler ve girişimciler dışında bölgede Filistin yönetiminin hükûmetini kabul etmeyeceğini belirtmişti. SWP raporunun da açıkça belirttiği üzere İsrail’in geleceğe taşımak istediği bu yaklaşım hem siyasi hem de insani açıdan başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

SWP’ye göre Gazze yönetimi belirlenirken şu dört esasa sadık olunmalı: 7 Ekim saldırısı ile ilişkisi olanlar gelecek hükûmette yer almamalı; yeni yönetim yerel halk tarafından kabul görmeli; yönetim Gazze ile Batı Şeria arasındaki bölünmeyi derinleştirmemeli, aksine aşmaya çalışmalı;
Filistin yönetimi, yapıcı bir rol üstlenebilmesi için, meşruiyeti güçlenmiş, ihtiyacı kadar finanse edilmiş ve kucaklayıcı bir kapasiteye erişmiş olmalı.

Sembolik reformlar yönetimde meşruiyeti sağlamak için yeterli olmadığı gibi, İsrail’in tankları üzerinde Gazze’ye giren Filistinli yöneticilerin ya da İsrail tarafından toplanmış aşiret liderlerinin de şiddetin yeniden başlamasına sebep olabileceği ise bu yapısal dönüşümlerin temelinde önemli bir husus.

Bunlara alternatif olarak SWP, 2014 benzeri, teknokratlardan oluşan bir Filistin hükûmetinin Hamas’ın hâlâ siyasi etkisini sürdüreceği öngörülen bu atmosferde etkili bir çözüm olacağını öne sürüyor. Avrupa Birliği’ne düşen rolün ise Mısır ve Katar’ın bu hükûmetin kurulması çalışmalarına destek olmak, AB Filistin Polis Desteği Koordinasyon Ofisi (EUPOL COPPS)’un rolünü artırarak Filistin’in sivil güvenlik güçlerini eğitmek ve hukukun üstünlüğü ilkesini benimsemesi konusunda Filistin Yönetimi’ni sorumlu tutup şartlı destek sağlamak olarak tanımlıyor.

Seçim Kanunu’nun genç ve varlıklı olmayan adayların önünü açacak şekilde değiştirilmesi, Kudüslü Filistinlilerin oy kullanabilmesi için İsrail ile görüşmeler yapılması gibi dönüşümlerin şiddetsizlik yolunda kilit adımlar olduğunun altı çizililirken, Filistin seçimlerine katılmak için iki devletli çözümü kabul etme ön koşulu koymanın ancak Filistin devletinin tanındığı bir senaryoda elverişli olacağı belirtiliyor.

Kişilerin Değil, Sistemin İşlerliğinin Ön Planda Olduğu Yönetim

Haaretz’te 14 Şubat’ta yayımlanan bir yazıda, İsrail’e göre Filistin’de canlı ve kuvvetli bir politik atmosferin oluşması kısa vadede İsrail’in çıkarlarına hizmet etmese de, uzun vadede siyasi taleplerin şiddetten farklı ve etkili kanallarla gündeme gelmesinin önünü açması için elzem olarak nitelendiriliyor. Bu açıdan, adı eskimiş adayların güç kullanarak sürdüreceği gayrimeşru yönetimi değil, yüzde 90’ı seçmen olarak kaydolmuş ve demokrasiye angaje olmuş bir toplumu yansıtan, yeni ve kişilerin değil siyasi sistemin işlerliğinin ön planda olduğu bir yönetimi mümkün kılmak yönetim sorununun çözümünde merkezde yer alıyor.

Filistin’in siyasi çeşitliliğine saygı göstermek, demokratik araçların işini yapmasını sağlamak Hamas’ın siyasi varlığını kabul etmek anlamına gelse bile, 2022’de Batı Şeria’da yapılan yerel seçimlerde nüfusun üçte ikisinin bağımsız adaylara oy vermiş olması, gerek Fatah yönetiminin eksikliklerine gerekse Hamas’ın nüfuzu bahane edilerek alınan askerî (sömürgeci) kararların yanlışlığına dikkati çekiyor.

Gazze Şeridi’nde Güvenlik Kimden Sorulacak?

İsrail Savaş Kabinesinin de defaatle açıkladığı üzere İsrail, Gazze’de güvenlik idaresi hakkını elinde tuttuğunu iddia ediyor. Bu iddia Gazze halkının hâlihazırda kaybettiği altyapı, sağlık, su, elektrik gibi hizmetlere erişimini gelecekte de tehdit ediyor. Gazze’nin işgalin yanı sıra zorla yerinden edilmiş insanlarla bölge bölge yoğunlaşmış nüfusu, abluka devam ettiği sürece Gazzelileri uluslararası yardıma muhtaç hâlde bırakıyor. Rapora göre, İsrail’in Gazzelilere reva gördüğü bu mahkûmiyet, tampon bölgeler aracılığı ile yeniden Gazze’ye yerleştirmeye çalıştığı İsrail vatandaşlarının da güvenliğini tehlikeye atıyor.

Güvenlik meselesi, İsrail’in bölgeye dair sürdürülebilir ve gerçekçi olmayan amaçları ile birlikte düşünüldüğünde bir çıkmaza giriyor. Bu sebeple SWP, Hamas’ın tamamen silinmesi yahut İsrail’in topyekûn zaferi gibi hedefler yerine iki tarafı da bağlayan bir ateşkes ve Refah sınır kapısında Avrupa’nın insani ihtiyaçların temini ile silah alışverişinin engellenmesi gibi roller üstlenmesini öneriyor.

Gazze’nin Yeniden İnşası

Gazze, her anlamda, yıkıldı. Peki sırada ne var?

Moloz yığınlarını kaldırmak, patlamamış mühimmatı temizlemek, geçici barınma temin etmek, salgın hastalıkların önüne geçmek, yerinden edilenlerin kalıcı olarak mültecileşmesinin önüne geçmek… Onarılması gerekenler listesi oldukça uzun ve gidilmesi gereken yollar pahalı ve çetrefilli. Dahası, sadece fiziksel değil, açlığın, yokluğun, kayıpların ve savaş görüntü ve seslerinin bıraktığı psikolojik travmayı da onarmak yeniden inşanın bir parçası olmak zorunda.

Hatırlayalım: 7 Ekim’den önce de İsrail ablukası nedeniyle Gazze nüfusunun yüzde 80’i insani yardıma muhtaç idi. İşsizlik ve açlık, abluka ve yıkım, içilebilir suyun azlığı sözüm ona savaştan çok daha önce Gazze halkının gerçeğiydi. Dolayısıyla, SWP’nin de belirttiği gibi, Ekim 2023 öncesi mevcut olan statükoya dönmek yeniden inşa sürecinin hedeflerinden biri olamaz, olmamalı. Bu minvalde rapor, ablukanın kaldırılması, Gazze Uluslararası Havalimanının restore edilmesi, liman inşası ve Filistin yönetiminin Gazze açıklarında doğal gaz çıkarmasının mümkün kılınmasını öneriyor.

İronik bir şekilde İsrail, göz göre göre yaptığı bu yıkımın tüm yeniden inşa ve onarım masraflarını -UNRWA hariç- uluslararası toplumun üstlenmesini bekliyor. SWP’ye göre Avrupa devletleri bu onarım faaliyetlerinin başında destek olmalı ancak kapsamlı bir yeniden inşa sürecinin başlaması, siyasi sürecin ilerlemesi için planlar yapılmadan ve somut aşamalar geçilmeden mümkün görünmüyor.

Gazze’de Siyasi Sürecin Kilitlenmesi

Filistin Yönetimi’nin iyileştirilmesi ve reformlar uluslararası yardım ve Gazze’de yönetimin yeniden yapılandırılması için önerilen çözümlerin önemli bir parçası olsa da, öncelikle Filistin Yönetimi’nin işgalin sonlanmasına vesile olacak ilerlemeleri yapacak bir pozisyonda olması gerekiyor. Borrell’in de konuşmasında söylediği gibi, Oslo Anlaşması’nın gereklerinin yerine getirilmemesi, İsrail’in Batı Şeria’da 30 yılda yerleşimci sayısını 270 binden 700 binlere çıkararak neredeyse dörde katlaması, İsrailli sivillerin ve otoritelerin Filistinlilere karşı işlediği suçların cezasız kalması gibi süregelen şartlar, Filistin yönetiminin failliğini ve yeniden inşa sürecinde sorumluluk almasına yönelik ihtimalleri baltalıyor.

Dahası, İsrail hükûmetinin değişmesi gündemde olsa bile, güncel anketlere göre İsrail tarafında Filistin devletinin reddinin ortadan kalkmasına dair herhangi bir gelişme beklenmiyor. Zayıflatılmış Filistin Yönetimi iki devletli çözüm ihtimaline tutunmuş olsa da, Hamas temsilcileri eskiden kabul ettikleri 1967 sınırları ile belirlenmiş iki devletli çözüme karşı çıkan yeni bir tavır benimsediklerini açıklamıştı.

Bu bağlamı dikkate alarak Ocak 2024’te Josep Borrell, İsrail-Filistin arasındaki tanzim için çalışma gruplarının oluşturulacağı bir barış konferansı önerdi. SWP’ye göre bu çalıştaylar, Oslo Anlaşmasının başarısız olmasına sebep olan yeniden inşada “yolun sonu”nun belirsiz olması gibi faktörleri elimine edecek, tarafların arasındaki asimetriyi dengelemeyi hedefleyecek ve somut ilerlemelerin denetlendiği bir zaman çizelgesi ortaya koyacak ve savaş suçlularının dokunulmazlığını bitirecek düzenlemeler yapmalı. Uluslararası aktörlerin sadece “iki devletli çözüme” sadakatini sözlü bir şekilde ifade edip kendi gündemlerine devam ettiği değil; somut anlamda sorumluluk aldığı bir süreç benimsenmezse bu -henüz başlamamış- kırılgan barış sürecinin başarıya ulaşması beklenmemeli.

Düşünmesi Bile Yasak Birtakım Sorular: Tazminatsız Tanzim Nasıl Olacak?

Aylar geçmesine rağmen, hâlâ sanki binlerce Filistinli kendi kendine ölüvermiş gibi yapılan haberlerden sonra şüphesiz SWP raporu gibi Filistin’in özerkliği üzerinden gerçekçi ve analitik çözüm arayan çalışmalar ümit verici. Öte yandan, bu “gerçekçiliğin” şartlarını belirleyen şey olan kolonyal kabullerin görünmez kılınması, barışla ilgili zikredilmesi kabul edilebilir tüm dil evrenini işgal etmiş durumda. Kanada York Üniversitesi Hukuk Antropolojisi hocası akademisyen Susan Drummond’ın “Düşünülemez Düşünceler” (İng. “Unthinkable Thoughts”) kitabında belirttiği gibi, sadece “tek devlet modeli”nin mümkünlüğünü sorgulamak, akademik amaçlarla bile dillendirmenin ötesinde, düşünmenin bile yasak olduğu bir alana bizi dâhil ediyor.

Siyasi olarak “tek devlet modeli”nin İsrail’in yok edilmesine şifreli bir çağrı olarak addedilmesi bu yasağa bir sebep olarak gösterilse de, neden İsraillilerin “geri dönme” hakkının siyasi ve askeri olarak norm kabul edildiği ancak Filistinlilerin geri dönme hakkının soykırım çağrısı olarak algılandığı gibi basit ve mantıklı bir merakın bile tabulaştırılması, yeniden inşaya dair girişimlere sömürgeciliği normalleştiren devasa bir gölge düşürüyor.

Oysa yapısal dönüşümü konuşmanın belki de en önemli sorularından biri şu olmalı: Dünyanın gözü önünde soykırıma devam eden İsrail’in yarın Gazze topraklarını yerleşimcileri ile yeniden işgalini engelleyen ne olacak? 7 Ekim’i bir milat kabul ederek Filistin’i gündemine alan siyasi söylemlerden çok daha önce bile, “geçicilik” üzerinden, imar hukukunun esnekliği üzerinden milim milim, ancak sessiz de değil, gümbür gümbür sürdürdüğü işgalin sonlanmadığı bir dünyada Gazze’nin geleceği, İsrail’in hâlâ meşru ve zaruri bir aktör olarak kabul gördüğü ve dokunulmaz olduğu bir gerçeklikte gerçekte de mümkün mü?

İsrail devleti, eylemlerine haklı bir kanıt göstermeden, “yapmıyorum” dediği şeyleri yapmış, “kullanmıyorum” dediği silahları kullanmışken, onu sömürgeci bir yapı olarak dizginlemeden gerçek bir siyasi reformdan, iyileşmeden bahsetmek mümkün mü? Ölen çocukların, yıkılan binaların, ticarethanelerin, geleceklerin tazminatı konuşulmadan, tanzimatı konuşulabilir mi?

Filistin halkının failliğini diriltirken “Kime hesap soracağız?” sorusu, en az “Filistin halkını kim temsil ediyor/etmeli?” sorusu kadar önemli değil mi?

Avrupa Birliği gibi bölgede barış için gerek finansal gerek siyasal rol oynaması gerektiğine inanan aktörler, daha ne kadar İsrail’i gerçek anlamda ve somut karşılıklarla sorumlu tutmaktan kaçınarak çözüm üretmeyi bekleyebilir?

Esma Güney Aksoy

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamlayan Güney Aksoy, Çukurova Üniversitesi Arkeoloji bölümünde ikinci lisans eğitimine devam etmektedir. Ağırlıklı olarak duygulanım sosyolojisi, medya ve hukuk antropolojisi alanları ile ilgilenen yazar, aynı zamanda Fidiro Kahvesi ve Talking Anthropology podcastlerinin yapımcı ve sunucularından biridir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler