'Dosya: "Komplo Teorileri"'

Bir Komplo Teorisi Geleneği Olarak Antisemitizm

Antisemitizmin karmaşık tarihi boyunca, farklı dönemlerde ve coğrafyalarda evrilen Yahudi karşıtı komplo teorileri, kalıcı bir önyargı geleneği olarak varlığını sürdürdü. Bu fenomen, Orta Çağ'dan modern döneme ve hatta günümüze kadar toplumsal gerginliklerin, ideolojik dönüşümlerin ve siyasi manipülasyonların bir yansıması olarak kendini gösterdi.

©Pixel-Shot/shutterstock.com

Yahudileri hedef alan ya da içine katan komplo teorileri genellikle onları birçok kötülük ve fenalığı kapmaya muktedir bir görüntüyle tasvir eder. Antik çağlara kadar uzanan bu kötücül tasvirler bir devamlılık göstermesinin yanında toplumsal gerginliğin arttığı kriz dönemlerinde belirginleşmiş ya da tırmanmıştır.

Oslo Yahudi Müzesi’nden antisemitik komplo teorileri konusunda kapsamlı çalışmalar yapmış tarihçi Dr. Kjetil Braut Simonsen’e göre, Yahudileri hedef alan bu fikriyatı bir komplo teorisi geleneği olarak görmek mümkündür. Farklı coğrafya ve tarihî dönemlerdeki antisemitik komplo teorilerini derlediği çalışmasında Simonsen, Yahudi toplumuna atfedilen “güçlü, organize ve şeytani öteki” imajının -dönemsel farklılıklara rağmen- kalıcı bir imge olduğunu vurgular. Bu yazıda Simonsen’in “Antisemitimz ve Komploculuk” başlıklı çalışmasındaki farklı antisemitik teori kümelerini derleyeceğiz.

Orta Çağ’da Yahudi Karşıtlığı

Orta Çağ’daki antisemitik komplo teorileri büyük oranda Hristiyan toplumunda yürürlükte olan kanaatlere dayanmaktaydı. Avrupa kentlerindeki gettolarında yaşayan Yahudiler, toplumun karşılaştığı muhtelif sorunların sebebi olarak suçlanmanın yanı sıra insan öldürmeyi içeren ritüeller yapma, Hristiyanlığın kutsal sembollerine hakaret etme, su kuyularını zehirleme ve çocukları kaçırma gibi suçlamalarla da karşılaştı.

Örneğin, 1298’de Almanya’daki Yahudi toplumu Hristiyanların kutsal sembollerine hakaret etmek ve kirletmek gibi iddialardan dolayı kitlesel saldırılara maruz kaldı. Su kuyularının zehirlenmesi suçlamaları Kara Veba (1346-1353) sırasında yaygınlanmış ve çeşitli bölgelerde ortaya çıkan galeyanlarla birlikte Yahudilere yönelik şiddetli zulümleri tetiklemiştir.

Özetle, Orta Çağ, Yahudi karşıtlığının önemli ölçüde yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. Hristiyanlık temelindeki fikirler, Avrupa’daki Yahudi topluluklarının şeytanlaştırılmasında ve hedef alınmasına bir rol oynamış ve bu eğilimi ilerleyen dönemlere taşımıştır.

Modern Antisemitizm ve Komplo Teorileri

1700’lü ve 1800’li yıllarda Aydınlanma ve Sanayi Devrimi’nin tetiklediği büyük sosyal ve ekonomik dönüşümlerden geçen Avrupa’da Yahudi toplumunun sahip olduğu haklar arttı. Fransa 1791’de kendi topraklarındaki Yahudileri hür bırakma kararı alırken siyasi birliğini 1871’de sağlayan Almanya’da Yahudiler eşit vatandaş olarak kabul edildi.

Avrupa’daki sosyal dönüşüm Yahudiler lehine bu şekilde ilerlerken antisemitizm de değişime uğradı. Hristiyanlığın düşmanı olarak Yahudileri konumlandıran eski fikriyat kaybolmadı ve buna yeni fikirler eklendi. Voltaire gibi Aydınlanmacı düşünürler Yahudilerin dinini “geri kalmış” ve toplumsal ilerlemeye katkı vermeyen bir din olarak niteledi. 19. yüzyılda ortaya çıkan bazı sosyalistler ise finansal problemlerin ve artan ekonomik eşitsizliğin suçlusu olarak Yahudileri gördüler.

Muhafazakâr ve milliyetçi siyaset için de antisemitizm önemli bir unsur hâline geldi. Moderniteyle gelen köklü sosyal değişimleri bir problem olarak gören sağ siyaset, Yahudileri bu problemlerin kaynağı olarak gördü ve suçladı. Toplumları üzerindeki “Yahudi tesirini” kırmak amacıyla siyasi iş birliklerinin peşinde oldular.

Siyasi yelpazenin farklı uçlarındaki bu görüşlerin büyük kısmı komplo teorilerine evrildi. İnsanlar bunun sonucu olarak Yahudilerin siyaseti ve finans yönetimini kontrol ettiğini düşünmeye başladı. 1903’te Rusya’da yayınlanan “Siyon Liderlerinin Protokolleri” gibi Yahudilerin dünya hâkimiyeti amacıyla komplo kurduğunu iddia eden kitaplar böylesi fikirleri dünyaya yaydı.

Toparlamak gerekirse modernleşme sürecindeki bu dönüşümlerin yarattığı korku, antisemitizmle iç içe geçti ve oluşan amalgam, Yahudileri ekonomik krizlerden büyük siyasi devrimlere kadar birçok farklı problemin sorumlusu olarak konumladı. Gerçeklikten uzak olan bu teoriler, oldukça karmaşık ve girift problemler için basit bir açıklama önerdi: “Her şeyin sorumlusu dünyayı ele geçirmek isteyen Yahudilerdir.”

Devrimler, Dünya Savaşları ve Antisemitizm

Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında Avrupa’daki antisemitik görüşler daha da aşırıya kaydı. Harpler ve 1917’deki Bolşevik Devrimi sırasında yaşanan yoğun can kaybı, sadece Rusya’da değil kıtadaki tüm insanlara korku saldı. Birçok kişi Yahudileri sosyalizmi ortaya çıkarmakla suçladı ve Marksizmi bir “Yahudi fenomeni” olarak gördü.

Bolşeviklere karşı savaşan karşıdevrimci Beyaz Ordu, yukarıda bahsedilen Siyon Liderlerinin Protokolleri gibi kitaplardaki komplo teorilerini iç savaş sırasında yaymaya başvurdu. Özellikle Ukrayna’da Yahudi nüfus, saldırıların ve katliamların hedefinde oldu.

İç savaş (1918-1922) bittikten sonra bu kitap farklı dillere tercüme edilip ülke dışında da yayıldı. Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde aşırı sağcı grup ve siyasiler, bundan hareketle Yahudileri ülkelerindeki problemlerden sorumlu olarak gösterdi. Bu eğilim 1919’daki Alman Komünist Partisinin devrim kalkışmasından dolayı Almanya’da yoğunlaştı.

1933’te iktidara gelecek olan Nazilerin ideolojisinde Yahudilerin dünya hâkimiyeti komplosu merkezî bir yerdeydi: Yahudi toplumu komünizmle birlikte Weimar Cumhuriyeti’ndeki (1919-1933) bütün problemlerin ve ekonomik çalkantıların sebebi olarak kodlandı.

Nazilerin iktidarında antisemitizm devletin resmî politikası hâline geldi ve Yahudiler aşama aşama toplumun merkezinden dışlandı. Bu süreç 9-10 Kasım 1938’deki Kristal Gece gibi doğrudan saldırılarla ilerlerdi. İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Nazi yönetimi kitlesel katliamlara başvurararak toplama kamplarına yerleştirdikleri Yahudilerin soykırımına girişti. Naziler açısından soykırım gerekçesi, Almanya’nın bütün sorunlarının kaynağı olan Yahudilerin hâkimiyet kurma komplosuna karşı sözde bir “nefsi müdafaa” yapmaktı. Bu antisemitizm Naziler nazarında “kurtarışa erdiren” bir yoldu ve bu nihai çözüm fikri 1945’te sona erecek rejimin politikalarını ve mezaliminin belirleyicisi oldu.

Savaş Sonrası Dünyada Antisemitizim ve Komplo Teorileri

Nazi rejiminin çöküşü ve Almanya’nın yenilgisi, Avrupa’da Yahudilere ve antisemitik fikriyata olan bakışta değişmeye yol açtı. Kamu önünde ve bariz şekilde yapılan antisemitizm, sosyal olarak kabul edilemez bir tutuma dönüşse de örtük formlarda var olmaya devam etti. Özel alanlardaki toplumsal davranış ve dışlayıcı pratikler gibi örtük formlarla devam etti. “İletişimsel gizlilik” terimiyle adlandırılabilecek olan bu fenomen faşizm ve ırkçılık karşıtı sosyal ve hukuki normların ihdasına rağmen Avrupa’nın farklı ülkelerinde var olmaya devam etti.

Nitekim, Polonya gibi bazı bölgelerde, savaştan hemen sonraki yıllarda şiddetli Yahudi karşıtı tehdit dalgaları meydana geldi. Bu durum antisemitizme karşı tabunun evrensel olarak yerleşmediğini gösteriyordu.

Savaş sonrası dönemde, antisemitik komplo teorileri öncelikle aşırılık yanlısı siyasi çevrelere sığınarak varlığını sürdürdü. Aşırı sağ içindeki ZOG (Siyonist İşgal Hükûmeti) mitolojisi, Stalinist siyasi gelenekteki antisiyonizm kisveli antisemitizm ve Müslümanlar arasındaki fikirler de dâhil olmak üzere komplo teorilerinin çeşitli versiyonları ortaya çıktı.

Aşırı Sağın Yahudi Karşıtlığı

Avrupa ve Amerika’daki neonazi gruplar arasında “Yahudi komplosu” inancı, ana akım siyasetin desteğinden yoksun ve marjlarda olmalarının bir açıklaması olarak varlığını sürdürdü. “ZOG” ya da Siyonist İşgal Hükûmeti kavramı, Yahudilerin küresel kapitalizmi, çokkültürlük perspektifini empoze ettiği ve medyayı kontrol ettiğini iddia eden aşırı sağ söylem içinde bir ayırt edici dünya görüşü olarak ortaya çıktı.

Holokost inkârı da aşırı sağcı çevrelerde yaygınlaştı ve savunucuları Holokost’un tarihsel gerçekliğini reddederek bunun güçlü bir komplo tarafından sürdürülen bir efsane olduğunu iddia etti. Bu inkâr, akademik kurumların ve medyanın bu komplo tarafından kontrol edildiği fikrine dayanıyor.

Stalinizmin Yahudi Karşıtı Görüşleri

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde (1922-1991) antisemitizm Stalin rejimi altında daha da gelişti ve Yahudi milliyetçiliği ile özerklik taleplerine karşı sert bir tutum oluştu. 1924’ten 1953’e kadar SSCB’yi yöneten Josef Stalin, Siyonizmi Batı emperyalizminin bir aracı olarak algıladı ve Yahudi entelektüellere ve kültürel örgütlere karşı kampanyalar başlattı.

Stalin’den sonra da Sovyetler Birliği içindeki Siyonizm karşıtlığı yoğunlaştı. Siyonizm Nazizm ve faşizmle ilişkilendirilmiş ve Sovyetler Birliği’ne karşı uluslararası bir komplonun parçası olarak tanımlanmıştır. Siyonizm karşıtı propagandada sıklıkla üstü kapalı bir dil kullanılmış ve Siyonizm Yahudi kimliğine eş tutulmuştur.

Sovyetlerdeki bu devlet politikasının, Batılı muadilleri üzerindeki etkisi akademisyenler arasında bir tartışma konusu olmaya devam ediyor. 1948’te kurulan İsrail devletinin politikalarının eleştirilmesi doğası gereği antisemitizmle eşdeğer olmasa da, bazı araştırmacılar Siyonizm karşıtı söylemin antisemitik duyguları ifade etmek için bir platform görevi görebileceği görüşüne sahip.

İslam Coğrafyasında Antisemitizm

1945 sonrası dönemde yaşanan bir diğer yeni gelişme ise Yahudilere ve Siyonizme odaklanan komplo teorilerinin Arap coğrafyası ve Türkiye başta olmak üzere Müslüman ülkelerde geniş çapta yayılması oldu. Öncesinde de modern antisemitizm 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında büyük ölçüde Avrupa’dan Arap dünyasına ithal edilmiş ve hatta yukarıda bahsi geçen Siyon Liderleri Protokolleri’nin ilk Arapça çevirisi 1920’lerin ortalarında Filistin ve Suriye’deki yerel Hristiyanlar tarafından basılmıştı.

Ancak savaş sonrası yıllarda ve özellikle de 1948 yılında İsrail devletinin kurulmasından sonra Yahudi karşıtı komplo yazını katlanarak yayıldı. 1967’deki Altı Gün Savaşı sırasında Protokoller’in bilinen en az dokuz farklı Arapça çevirisi yayınlandı. Sadece Mısır’da 1965 ve 1967 yılları arasında bu metni temel alan 50 kadar kitap basıldı. Protokoller milliyetçi, İslamcı ve solcu yazarlar gibi farklı siyasi görüşler tarafından da benimsendi. Hatta Hamas’ın 1988 tarihli tüzüğünde buna atıfta bulunduğu görülüyordu.

Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terörist saldırılardan sonra Usame Bin Ladin, El Kaide’nin eylemlerini Yahudi karşıtı komplo anlatılarını kullanarak meşrulaştırmaya çalıştı. İlk olarak Arapça yayınlanan ve daha sonra İngiliz İslamcılar tarafından tercüme edilen Amerika’ya Mektup’ta, Yahudilerin Amerikan siyasetini, ekonomisini ve kitle iletişim araçlarını kontrol ettiğini iddia etti.

Holokost inkârcılığı bile 1950’lerden itibaren bu coğrafyada yaygınlaştı. Batı’da aşırı sağcı uçta yer alan Batı inkârcılığının aksine, burada daha ana akım siyaset içinde kendine yer buldu. Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır, 1964 yılında bir Alman gazetsine verdiği demeçte “En basitinden hiç kimse altı milyon Yahudi’nin öldürüldüğü yalanını ciddiye almıyor.” dedi. Benzer bir cümleyi 2011 yılında Mısır’daki Vefd Partisinin başkan yardımcısı, Washington Times’a verdiği bir röportajda kullandı.

Komplocu Düşünce Geleneği Olarak Antisemitizm

Antisemitizmin tarihi, diğer tüm tarihsel olgular gibi, hem süreklilik hem de değişim göstererek var oldu. Bir anlamda antisemitizm, farklı tarihsel, ideolojik ve sosyal koşullarda yeniden eklemlenen ve yeniden şekillenen esnek bir önyargı işlevini gördü. Yine de, uzun süreli bir olgu olarak antisemitizm bazı kalıcı motiflere de sahip. Mükerrer eden temsillerde Yahudiler tehditkâr, güçlü, iyi örgütlenmiş ve kötü bir öteki olarak tasvir ediliyor.

Bu geleneğin yukarıda anlatılan farklı dönem ve coğrafyalara ek olarak bahsedilecek bir örneği ise kurgusal ürünler olabilir. Antisemitik duygularla aralarına mesafe koyma çabalarına rağmen, edebiyat ve sinemadaki çağdaş komplo kurguları da hâlen tarihsel antisemitizmin etkisini taşımaktadır. Yazarlar odağı Yahudilere yönelik eski anlatılarından uzaklaştırmayı amaçlıyor olsalar bile çoğu zaman istemeden de olsa komplo kültürünün antisemitik mirasını kullanmaktalar.

Burak Nuri Gücin

Galatasaray Üniversitesi’nde Sosyoloji programından mezun olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler