'Dosya: "Komplo Teorileri"'

“Komplo Teorileri Hakikatle Değil; ‘Hipergerçeklik’le İlgilenir”

Siyaset bilimi profesörü Deniz Ülke Arıboğan ile komplo teorilerinin aşırı sağ, popülizm ve mevcut siyasi sistemlerle ilişkisini konuştuk.

Yaşadığımız çağda popülizmin yükselişte olduğu ve komplo teorilerinin buna katkı sağladığına dair çok fazla yorum var. Bir siyaset bilimci olarak siz komplo teorilerinin oy verme davranışları üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsunuz? Sizce komplo teorileri popülizmin beslendiği temel kaynaklardan birini oluşturuyor mu?

Popülizm ve komplocu bakış açısı genellikle birbirini besleyen iki olgu. Popülist yaklaşım, özünde çelişki ve çatışma alanlarını iyi insanlarla kötü elitler arasında homojen bir biçimde ikiye ayrılmış bir sosyopolitik ortamdaki mücadele olarak temellendiriyor. Geniş, saf ve mağdur kitlelerin bu şeytani akıl tarafından sömürüldüğüne, yönlendirildiğine ve kandırıldığına inanıyor. Komplo teorileri de daimî bir üst akıl ve gizli el arayışı içinde olduğundan, popülist söylemin iddialarını tahkim edecek fikirler üretiyor.

Popülizm ve komplocu bakış açısı toplumu ikili bir mimari içerisine sokarken, bir yandan da seçmen davranışını katı kalıplara sokarak özgürlük alanını daraltıyor. Kriz ve hızlı değişim dönemleri komplo teorisyenleri açısından en verimli ortamı hazırlıyor. İnsanlar çevrelerinde gelişen ve anlam veremedikleri olayları, durduramadıkları değişim ve dönüşümleri soyut bazı güçlerin ürünü olarak kabul ediyorlar.

Komplo teorileri somut kanıtlara değil, inanış ve iknaya dayalı olduğundan hakkında bir veri olmasa bile gelişmelerle ilgili suçlu ve fail bulma konusunda iddialı yakıştırmalar yapabiliyor. En zeki, herkesten en fazla bilen, en gizemli, en derin, en spekülatif gibi bakış açılarını geliştirmeleri dolayısıyla, tahayyül edilen olayları geniş kitleye sunma konusunda en mahir kitle komplo teorisyenleri. Geniş kitle de bütün dünyayı yöneten, garip ritüelleri/törenleri olan, mafyatik, kötülükte sınır tanımayan bu dünya baronlarının başlarına gelen kötü şeylerin müsebbibi olduğuna inanıyor.

İyiler ve kötüler arasında ikiye ayrılan bu dünyada doğal olarak insanlar iyiyi temsil eden partinin ya da siyasi akımın çevresine hizalanmak, omuz omuza dayanışarak bu kötülükle baş etmek yoluna giriyorlar. Oy kullanırken kendi beklenti ve çıkarlarının gerçekleşmesini değil; iyinin zaferini tahkim etmenin arayışında oluyorlar.

Özellikle pandemi sonrası dönemde ulus-devletin güç kazandığına ve devletlerin içe kapandığına dair yorumlar yapılıyor. Siz de bu eğilimi “Duvar” kitabınızda işliyorsunuz. Ancak bu yorumlar aşırı abartılı bir şekilde yapıldığında komplo teorilerini de besliyor. Sizce bu duvarların inşa edilmesinde özellikle sosyal medyada artış gösteren komplo teorilerinin rolü ne?

Duvarlar halk tarafından inşa edilmiyor; hükûmet programlarına giriyor ve büyük stratejilerin aracı olarak hayata geçiriliyorlar. Şu an tüm dünyada 90’dan fazla ülkede sınır duvarları inşa ediliyor. Kovid pandemisi duvarlı dünya stratejisinin bir başlangıcı değil; duvarlar 21. yüzyılın başından beri yükseliyor. Bu son yüzyıl bir krizler dönemi ve 11 Eylül saldırısı ile başlayan ilk güvenlik krizimiz, 2008-2009 ekonomik krizi ile ekonomik güvenliğimizi, Kovid ile biyolojik varlığımızı hedef alan tehlikelerle dolu bir ortamda yaşadığımızı yüzümüze vurdu.

20. yüzyıl bir küresel savaşlar yüzyılıydı; 21. yüzyıl ise bir küresel krizler yüzyılı. Duvarların inşası için yasadışı göç, terör, organize suç, askerî tehditler kadar sınırların belirlenip tahkim edilmesi gibi somut sebepler de var. Baltıklarda sebep Rus yayılmacılığı iken, güney Avrupa’da göç, narkotrafik ve benzeri organize suçlar, İslamofobi gibi unsurlar ön planda. Türkiye için çevresel faktörlerin, jeopolitik sıkıntıların, sınır ötesi terör yuvalarının ve mülteci akınının önemi daha yüksek iken, ABD Çin’e karşı gümrük duvarını yükseltiyor ve bizimkine benzer bazı gerekçelerle de Meksika sınır duvarını inşa ediyor. Yani konu sadece hayali bir düşmanın varlığı değil.

Pandemi sürecinde otoriter devletlerin küresel salgınla mücadelede başarılı olması, buna karşın liberal demokrasili Batı ülkelerinin daha başarısız bir süreç yürütmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Krizlerin “güçlü devlet”i geri çağırdığı yorumlarına yaklaşımınız nedir?

21. yüzyıl boyunca ortaya çıkan tüm krizler geçirgen sınırları olan “küresel köy” imajını yıkarak duvarlarla çevrili ulusallıkları ve güçlü devlet yapılarını öne çıkardı. Finanstan sağlığa, eğitimden üretime her alanda küreselleşme süreciyle birlikte küçülmeye zorlanan devlet aygıtı sisteme hızlı bir dönüş yaptı. Bir bakış açısına göre liberal olarak tanımlanan ülkeler her 3 krizde de geniş kitleleri koruyabilme becerilerinde geride kaldılar. Terörle mücadelede insan hakları ve özgürlükler önlerini kesti. Ekonomik krizde serbest piyasa kuralları; pandemide ise sağlık hizmetinin kapitalist bir meta hâline dönüşmüş olması ellerini kollarını bağladı. Bu nedenle Çin, Rusya gibi yarı liberal rejimler kendilerini daha başarılı gösterme konusunda avantaj elde ettiler.

Lakin nihai aşamada baktığınızda başarı gibi görünen şeyin geniş kitlelerin üzerindeki baskı nedeniyle yaşadıkları travma ve zorlukları yeterince ifade edememelerinden kaynaklandığını da görmek mümkün. Söyleyememeye duyulmamak da eklenince rakamsal istatistikler üzerinden sonuç belirlemeye çalışmak bizleri yanlış yola sevk edebilir. Nitekim dünyanın geri kalanında pandemi yasakları hafifletilmeye başlandığında Çin’de ağır yasakların aylarca devam etmesi halkın ciddi başka sorunlar yaşamasına neden oldu.

Komplo teorileri çoğu zaman zihinsel bir rahatlama sağlayıp hakikati bulma hissi veriyor. Bu durum, siyasetteki aşırı milliyetçiliğin “biz ve onlar” ayrımının aslında her toplumsal ve siyasi meselenin altında yattığı varsayımına çok uyumlu. Aşırı sağ popülizmin siyaseten komplo teorilerini kitlesini konsolide etmek için kullandığını düşünüyor musunuz? Bu ilişkiyi nasıl açıklarız?

Esasen komplo teorileri çoğu zaman hakikatle değil; “hipergerçeklik”le ilgilenirler. Baudrillard’ın ifadesiyle artık dünyaya dair kavrayışın yerini gerçeklerden çok işaretlerin ve sembollerin almış olduğu, gerçek olanla kurgunun yer değiştirdiği bir dünya onlar için analize değerdir. Komplo teorilerinin güç kazanmaya başladığı Soğuk Savaş dönemi tam da bu kavramsallaştırmaya uygun biçimde iyiler ve kötüler arasında dünyayı bölmüş; ideolojik sembollerle görselleştirmiş, farklı kahramanlık ve şeytanileştirme hikâyeleri ile destansı bir kutuplaştırma düzeneği kurgulamıştır.

Wallerstein tam da bu sebeple Soğuk Savaş’ın tahayyül edilmiş bir çatışma olduğunu söyler. SSCB ideolojisine karşı ivme kazanan aşırı sağ milliyetçiliğin günümüze kadar uzanan bu yolculuktaki inişli çıkışlı görüntüsü kimi zaman Marksistleri, kimi zaman etnik olarak ötekileştirilenleri, kimi zaman anarşistleri veya teröristleri karşı tarafa yerleştirerek devam etmiştir. Bu görüşe göre başa gelen bütün kötülüklerin kaynağı kuşkusuz karşı taraf olmalıdır. Her türlü şeytani kötülüğü üst akıl olarak onlar düşünmüş ve eyleme geçirmiş olmalıdır. Kimi zaman suçtan önce fail yaratılmasına kadar ulaşan bir ön kabuldür bu. Suçu işleme potansiyeli olanı belirlemek ve önden gerekirse şiddet yoluyla karşılık vermek de mücadele stratejisinin bir parçası olarak düşünülmüştür.

Değişen dünyayı anlamayı amaçlayan bir diğer perspektife göre gelecekte çok uluslu büyük şirketler daha da güçlü olacak ve bu nedenle ulus devletler yetkilerinin bir kısmını bunlarla paylaşmak zorunda kalacak. Şirketlerin daha güçleneceğine dair zaman zaman komplo teorilerine varan bu tahminler, milletlerin egemenlik haklarını kısıtlayacağı korkusu üzerine kurulu. Bu teorilerin anlamak istediği değişimi nasıl algılamalıyız?

1993 yılında tamamladığım doktora tezimde esas büyük rekabetin devletler arasında değil, devletlerle devlet olmayan aktörler arasında gelişeceğini iddia etmiştim. Bugün geldiğimiz noktada bütün küresel krizlerin, bir şekilde bu çatışmanın bir yansıması olarak şekillendiğini görmemiz mümkün. Devletlerin küresel aktörlerle mücadelesinde geride kaldığı tek mecra şimdilik küresel aktörlerin coğrafyasızlık özgürlüklerini kullandığı siber alan.

Dijital dünya çok karmaşık ve çok derin bir evrene sahip ve orada hem devletler hem de bahsettiğiniz şirketler büyük bir güç mücadelesi içerisindeler. Çin, Great Firewall ile siber alanı devlet kontrolünde tutacak şekilde yabancı girişini engelliyor. ABD Tiktok üzerinde yaptırımlar uygulama arayışında. Siber alandaki teknolojik altyapılarda ciddi ulusal denetim ve koruma uygulanmaya başladı. Devletler kendi bilişim merkezlerini kurarak yabancı sızmalara karşı önlem almaya çalışıyorlar. Henüz bu savaş sonuçlanmadı ve dijital bir diktatörlük söylemi yapay bir süperzekânın hayata geçirilmesini bekliyor gibi.

Blockchain, Robotik, 3D Printerlar, nesnelerin interneti, öğrenen bilgisayarlar gibi konular yapay zekânın devasa imajının gölgesinde kalsa da hayatımızı kökten değiştirecek bir teknolojik aşamadayız. Her yeni uygarlık düzeni kendi siyasi ve sosyolojik çıktısını üretir; yani yeni bir devlet ve toplum anlayışına hazırlıklı olmalıyız. Kanımca ulusdevletin sonunu küreselleşme ilan etmişti. Küreselleşmenin sonunu ise tebadevlet getirecek ve küresel dijital bir diktatörlüğün antitezi olarak totaliter devlet merkezlerinden oluşan yeni bir dünya sistemi gelişecek.

Ebubekir Tavacı

Lisans derecesini Istanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2016 yılında alan Tavacı, Fransa’da Université Paris 1 Panthéon Sorbonne’da Siyaset Bilimi yüksek lisans programından 2021 yılında mezun olmuş ve aynı üniversitede aynı alanda doktora araştırmasına devam etmektedir. Avrupa Birliği göç politikaları, Türk diasporası ve Fransa’da göç gibi konular üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler