Giorgia Meloni: Neofaşist Köklerden Avrupa’nın Merkezine Bir İktidar Yolculuğu
Radikal söylemlerle yükselip kurumsal meşruiyet kazanan Giorgia Meloni, Avrupa siyasetinde yeni bir dönemin habercisi mi? Bu konuyu anlamak adına neofaşist bir gençlik hareketinden gelen mevcut İtalya Başbakanı'nın siyasal kökenlerine ve kurduğu denge stratejesine bakalım.

Avrupa siyasetinde son yıllarda yaşanan en dikkat çekici dönüşümlerden birinin, İtalya’nın ilk kadın başbakanı Giorgia Meloni’nin yükselişinde somutlaştığı söylenebilir. Neofaşist bir hareketin mirasçısı olarak siyasete adım atan Meloni, bir zamanlar marjinal görülen bir siyasi çizgiyi, hem İtalya’da iktidara hem de Avrupa’da meşruiyete taşıdı. “Tanrı, Aile, Vatan” şiarıyla şekillenen muhafazakâr-milliyetçi söylemi; göç, demografi ve cinsiyet politikaları gibi başlıklarda sert çıkışlarla birleşirken, Brüksel ve Washington’la kurduğu pragmatik ilişkiler onu klasik bir sağ-popülist liderden farklı bir yere yerleştirdi.
İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia) adlı partinin liderliğini yapan Meloni, on yıldan kısa bir süre içinde, bir zamanlar aşırı milliyetçi bir “deli” olarak küçümsenirken, şimdi hem AB içinde ciddi bir aktör hem de ABD ile iyi ilişkilere sahip. Meloni’nin kişisel ve siyasi yolculuğunun izini sürmek, onun temsil ettiği siyasi modelin Avrupa’da nasıl bir “yeni normal”e işaret ettiğini de anlama imkanı veriyor.
Meloni’nin Gençliği ve Siyasete Girişi
Bir mali müşavirin kızı olan Giorgia Meloni, 15 Ocak 1977’de Roma’da doğdu. Çocukluğu, henüz çok gençken anne babasının boşanması ve Kanarya Adaları’na yerleşen babasının yokluğuyla şekillendi. Giorgia Meloni, kız kardeşiyle birlikte, ev kadını olan sağ görüşlere sahip bir Sicilyalı anne tarafından büyütüldü. Meloni, babasının evi neden terk ettiği hakkında ise bugüne kadar hiç konuşmadı. Belki de bu aile trajedisinin açtığı yarayı toplumun önünde ve siyasette yeni bir anlam bularak iyileştirmeye çalıştı.
16 yaşında aşırı sağcı öğrenci derneklerinde siyasi aktivizme başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda, geçimini sağlamak için çocuk bakıcılığı ve garsonluk yaptı. İlk yıllarında bile televizyonlarda sık sık boy gösterdi. Gençliği, cesareti ve söylemleri onu medyanın ilgisine açık bir figür hâline getirdi. İtalyan Sosyal Hareketi’nin (MSI) gençlik örgütüne katıldı. Bu neofaşist siyasi parti, II. Dünya Savaşı sonrasında Benito Mussolini’nin çizgisinde kurulmuştu. 1995 yılında, Gianfranco Fini’nin liderliğindeki Ulusal İttifak’ın (AN) öğrenci hareketinden sorumlu ulusal temsilcisi oldu. Gazetecilik eğitimini sürdürürken, 1998 yılında henüz 21 yaşındayken Roma il meclisi üyesi seçildi. 1996’da France 3 televizyonuna verdiği bir röportajda, Benito Mussolini’ye olan hayranlığını saklamayacaktı: “Bence Mussolini iyi bir siyasetçiydi. Yaptığı her şeyi İtalya için yaptı. Bu, son 50 yıldaki siyasetçilerde göremediğimiz bir şey.”
Yaklaşık on yıl sonra, 2006 yılında, Latium bölgesinden milletvekili seçilmesiyle siyasi yükselişi yeni bir ivme kazandı. Giorgia Meloni, İtalya modern tarihinin en genç milletvekillerinden birisi oldu; o sırada 29 yaşındaydı. Aynı yıl, Temsilciler Meclisi Başkan Yardımcılığı görevine geldi. Yükselişi burada da bitmedi: 2008’in nisan ayında yeniden milletvekili seçildi, mayıs ayında ise İtalya’da popülist siyasetin önde gelen ismi olan Silvio Berlusconi’nin kurduğu hükûmete Gençlik Bakanı olarak katıldı. Göreve geldiğinde, İtalya tarihindeki en genç bakan unvanını kazandı ve bu görevde 2011’e kadar kaldı. Kasım 2011’de, Berlusconi hükûmetinin düşmesiyle bu görevinden ayrıldı.
İktidara Giden Yolda İtalya’nın Kardeşleri Partisi ve Liderleri Meloni
2012 yılının sonuna gelindiğinde, İtalya siyasetinde artık kendine yer edinmiş olan Meloni “İtalya’nın Kardeşleri – Ulusal Merkez Sağ” adıyla yeni bir parti kurdu. 2014 yılında, partinin adının önce “İtalya’nın Kardeşleri – Ulusal İttifak” olarak değiştirilmesiyle birlikte, parti başkanı seçildi. 2017’de ise partinin ismi yeniden güncellenerek sadece “İtalya’nın Kardeşleri” oldu. Kendini sistem karşıtı, göç karşıtı ve İtalyan geleneklerinin korunmasını savunan bir hareket olarak tanımlayan parti, bu yönleriyle lideri Meloni’nin kişisel değerleriyle de örtüşüyordu.
Yeni parti, ilk ciddi sınavını 2013 genel seçimlerinde verdi. Katıldıkları ilk seçimlerdeki elde ettikleri sonuç, bir hayal kırıklığıydı: Yüzde 1,96’lık oy oranı. Parti yöneticileri parlamentoya giremedi. Her şey yeniden inşa edilmeliydi. İtalya’nın Kardeşleri kuruluşundan altı yıl sonra 2018 genel seçimlerinde de sadece yüzde 4 oy alabildi. Ancak mücadeleci yapısıyla reaksiyon gösteren Giorgia Meloni, radikal söylemleri sayesinde bu gidişatı tersine çevirmeyi başardı. Dört yıl içinde “Brüksel’in dayatmaları”, geçim sıkıntısı ve gençlerin umutsuzluğuna karşı büyüyen tepkileri bir araya getirerek geniş bir kitleyi kendine çekebildi. Bu arada Eylül 2020’de Avrupa Muhafazakârlar ve Reformistler Partisi (İng. European Conservatives and Reformists Party – ECR) başkanlığına seçilerek Avrupa düzeyinde tesir sahibi olacağı bir konuma erişti.
Meloni’nin 2022’deki seçim kampanyasında sıkça tekrarlanan sloganı olan “Tarihi birlikte yazalım!”, Eylül 2022’de partisinin seçim zaferiyle somutlaştı: Seçmenler tarihi onunla birlikte yazmaya karar verdi. Neofaşist kökenli “İtalya’nın Kardeşleri” (Fratelli d’Italia) hareketinin imajını “gayrişeytanileştirme” (Fr. dédiabolisation) stratejisiyle değiştirme çabaları netice verdi. Bir önceki seçimde yüzde 4 oy ile beşinci sırada yer alan İtalya’nın Kardeşleri yüzde 25’in üzerinde oy alarak birinci olmuştu. Matteo Salvini’nin aşırı sağcı La Liga Partisi ve Silvio Berlusconi’nin muhafazakâr Forza Italia’sı ile kurduğu koalisyonla toplam oyların yaklaşık yüzde 43’ünü alarak hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da mutlak çoğunluğu sağladı.
Seçimi açık farkla kazanan aşırı sağ, yeni yüzüyle -bir kadın liderle- zaferin tadını çıkardı: Giorgia Meloni. Bu sonuç kimseyi şaşırtmamıştı: Meloni seçim kampanyası boyunca tüm anketlerde öndeydi. Temmuz 2022 sonunda, Salvini ve Berlusconi, kendi ittifaklarında en çok destek gören partinin başbakan adayını belirlemesine zaten gönülsüzce razı olmuştu. Böylece bu başkent Roma’dan gelen bu siyasetçi için, Avro Bölgesi’nin üçüncü büyük ekonomisinin başbakanı olma yolu açılmıştı.
Koronavirüse karşı uygulanan kısıtlamalara karşı çıkması, Meloni’nin popülaritesini zaten artırmıştı: 2022 seçimlerinde Meloni, koalisyonunun en büyük partisini yöneteceğini ve dolayısıyla zafer kazanırsa başbakan olacağını bilerek aday olmuştu. Seçim süreci boyunca birçok kişi bir dönüşüm fark etti: Meloni’nin profesyonel siyasetçi kimliği, popülist kampanyacı personasının önüne geçmişti.
Meloni, seçim sonuçlarının ardından, “İtalyanlar sağ bir hükûmet istediklerini açıkça ortaya koydu,” diyerek başbakanlık arzusunu herkese duyurdu. “Tüm İtalyanlar için yöneteceğiz. Amacımız halkı birleştirmek olacak” dediği konuşmasında, seçim kampanyasının “sert ve saldırgan” geçtiğini de kabul etti.
25 Eylül 2022’de yapılan İtalya genel seçimlerinde zafer kazanarak İtalya Başbakanı rolünü üstlenen ilk kadın oldu. 21 Ekim’de Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella tarafından yeni hükûmeti kurmakla görevlendirildi. Ertesi gün, Giorgia Meloni ve kabinesindeki tüm bakanlar Quirinal Sarayı’nda görevlerine başlamak için yemin etti.
“Tanrı, Aile ve Vatan” Diyen Meloni’nin Sert Çıkışları ve Siyasal Kimlik Bilmecesi
Meloni’nin, seçim kampanyası ve sonrasındaki iktidar süreci boyunca hep önceliklerinin başında İtalya’yı “İslamlaşma”dan korumak için sınırları kapatmak geldi. Yer yer diğer Avrupa ülkelerindeki aşırı sağ liderler gibi “Büyük Yer Değiştirme Teorisi“ne atıf yapmayı unutmadı: 6 Ekim 2016’da Facebook’ta, İtalya’da bir “etnik değişim” yaşandığını savunmuştu. Ağustos 2022 sonunda, seçim kampanyasını başlatırken, kuzeydeki Piacenza kentindeki bir sığınmacının bir Ukraynalı kadına cinsel saldırıda bulunduğuna dair bir videoyu paylaşarak güvenlik teması üzerinden toplumu mobilize etmeye çalıştı.
Radikal çıkışları ve popülist söylemleri ile Meloni, itirazın, protestonun ve sistemden kopuşun bir referans noktası hâline geldi. Avrupa’daki diğer popülist ve aşırı sağ hareketlerle de ilişkilerini hep sürdürdü. 2022 yazında, İspanya’daki aşırı sağcı Vox partisinin mitingine katılan Meloni; LGBT lobilerini, “cihatçı” olarak tanımladığı grupların şiddetini, Avrupa bürokrasisini ve kitlesel göçü sert sözlerle eleştirmişti. Partisi İtalya’nın Kardeşleri’nin logosu, Fransa’daki Jean-Marie Le Pen’in Ulusal Cephe’sinin (şimdiki adıyla Ulusal Birlik) amblemine adeta bir selam gibiydi: Yeşil-beyaz-kırmızı bir üç renkli alev. 2022 yazında yayımladığı üç dilli bir videoda, Meloni neofaşist geçmişiyle ilgili endişeleri yatıştırmaya da çalıştı. Yabancı gözlemcileri kendisini ciddiye almaya çağırdı; partisinin söz konusu kökenlerinden koptuğunu, faşizmin artık geçmişte kaldığını iddia etti. Ancak partisinin hâlâ Mussolini çizgisindeki İtalyan Sosyal Hareketi’nden (MSI) kalan üç renkli alevi kullanması bu söylemle uyuşmuyordu. Her ne kadar Fransa’daki Ulusal Birlik (RN) ve İspanya’daki Vox gibi aşırı sağcılarla ilişkileri olsa da, 2020’de Avrupa Muhafazakârlar ve Reformistler Partisi başkanlığına seçilmesi, onu AB ve NATO içinde daha meşru bir aktör hâline getirdi. Faşist olmadığını, İngiliz muhafazakârları, Amerikan Cumhuriyetçileri ve İsrail’in Ariel Sharon ve Benjamin Netanyahu gibi radikal liderlere sahip Likud Partisi ile aynı gelenekte olduğunu vurguladı.
Bunun dışında, kendisine ve partisine Roma’nın kaderini yeniden kendi ellerine alabilmesi için Avrupa Birliği antlaşmalarını yeniden müzakere etmek, “LGBT lobileri” ve ülkenin -Japonya’dan sonra sanayileşmiş dünyada en yüksek yaş ortalamasına sahip- “demografik kışı”yla mücadele etmek gibi öncelikler belirledi. “Tanrı, Aile, Vatan” mottosuyla geniş kitlelere ulaşmayı hedef aldı. Ancak “aile” kavramının “doğal aile”ye atıf yaptığını da hep vurguladı. Muhafazakâr siyaset yapma iddiasındaki Meloni’nin ile ilgili olarak zaman zaman eleştirilen aile yaşantısından kısaca bahsedilebilir. Meloni, kızının babası olan gazeteci ve televizyon sunucusu Andrea Gimbruno ile yaklaşık on yıl süren bir ilişkiye sahipti. Evlenmemiş olan çiftin ilişkisi, Gimbruno’nun başka kadınlara yönelik cinsel tacizlerinin ortaya çıktığı skandal nedeniyle 2023 yılında Meloni’nin başbakanlığı sırasında son bulacaktı. Seçim kampanyası döneminde Meloni, kendi birlikteliğinin yaptığı siyasete bir tezat olarak görülmesini reddetmişti: “Bu saçmalığı çok duydum: ‘Evli değilseniz, evliliğe dayalı doğal aileyi savunamazsınız.’ Bu, gençseniz yaşlıların sorunlarını umursayamazsınız demek gibi bir şey.”
Meloni, 2022’deki seçim kampanyası boyunca, aşırı sağ tabanının bir kesimini kırmadan, aynı zamanda daha geniş bir seçmen kitlesine hitap etmeye çalıştı. Faşist sembol ve ilkelerden ideolojik olarak kurtulmayı hedefliyor gibi görünse de bu anlatı, “parti içindeki bazı isimlerin hâlâ bu köklere bağlı olması” nedeniyle tartışmalı bir inandırıcılığa sahip. Aslında bu açıdan Meloni’nin hikâyesi Almanya ya da Fransa’daki benzerlerinden pek de farklı değil. Meloni bu durum hakkında şöyle diyor: “Faşizmle ilişkim sakin. Mussolini’nin birçok şeyi başardığını düşünüyorum ama hatalarını da görmezden gelemem: Irk yasaları, II. Dünya Savaşı’na girmek, otoriterlik… Benim partimde faşizm nostaljisine, ırkçılığa ya da antisemitizme yer yok.”
“Ben Giorgia: Kadın, Anne, İtalyan, Hristiyan”
2016’da, Roma Belediye Başkanlığı için adaylığını açıkladığında Guido Bertolaso ve Silvio Berlusconi gibi siyasetin kıdemli isimlerinden gelen cinsiyetçi sözler sürece damga vurdu: Meloni, adaylığı döneminde hamileydi ve “bir annenin belediye başkanı olamayacağı” sözlerine maruz kalıyordu. Bu sözlere karşı sol da dahil olmak üzere büyük bir kesimden destek gördü.
O dönem sakin bir şekilde eleştirileri savuşturan Meloni, bir kaç yıl sonra bu tartışmayı LGBT karşıtı bir noktaya da kanalize ederek :“Ben Giorgia’yım. Kadınım, anneyim, İtalyanım, Hristiyanım! Bunları benden alamayacaksınız.” diyecekti. Bu sözler her ne kadar 2019 yılında İtalyan kimlik kartlarından ebeveynlerin cinsiyetini kaldırıp yerlerine “Ebeveyn 1” ve “Ebeveyn 2” kategorilerinin yazılması tartışmaları çerçevesinde söylenmiş olsa da bir yandan da sağ-aşırı sağ çevrelerde Meloni’nin kadın olması sebebiyle liderlik yapamayacağı söylentilerine de bir cevap anlamına da geliyordu. Bu konuşma, simgesel bir ifadeye dönüştü. Hatta bir kaç yıl sonra yazdığı otobiyografik kitabının da ismi “Ben Giorgia’yım” olacaktı. Ancak cinsiyet eşitliği temelli uygulamara karşı olduğunu da belirtmek gerekiyor: Erkek egemen aşırı sağ siyaset içinde öne çıkmayı başaran Meloni, cinsiyet eşitliğini teşvik amaçlı konulan kadın kotalarına karşı çıkıyor ve başarıyı liyakat temeline dayandırdığını vurguluyor.
Meloni’nin İtalya’nın ilk kadın başbakanı olması dünyanın ilgisini çekse de çok az kişi onun uzun süre görevde kalabileceğini öngörüyordu. Siyaset yorumcuları, sağcı partilerden oluşan koalisyonunun iç kavgalarla dağılacağını düşünüyor ve Brüksel’deki Avrupa Komisyonu ise ona karşı ihtiyatlı yaklaşıyordu. Yıllarca Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın kaprislerine katlandıktan sonra, AB’nin önde gelen isimleri, “Tanrı, Vatan ve Aile” sloganıyla kampanya yürüten ve Vladimir Putin’e sempati duyan partilerle hükûmet kuran bir liderin göreve gelişinden memnun değildi.
Ekonomiden İlticaya, Politika Tercihleriyle Başbakan Meloni
Meloni’nin yaklaşık üç yıldır süren iktidarının, İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalya’nın gördüğü en istikrarlı yönetimlerinden biri olduğunu öne süren değerlendirmelere rastlamak mümkün. Ülkenin gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 137’sine denk gelen ulusal borcuna rağmen, alışılmadık derecede sakin siyasi ortam nedeniyle yabancı yatırımcılar İtalya’dan geri çekilmedi. İtalya hükûmetinin istikrarlı yapısı, Meloni’nin göreve gelmesinden bu yana yaşanan demokratik gerilemenin -bilhassa ifade özgürlüğü bağlamında- özellikle de AB tarafından göz ardı edilmesine yol açtı. Brüksel’in başlangıçtaki mesafeli duruşuna rağmen Meloni, geleneksel sağ ile aşırı sağ partiler arasında bir köprü kurdu. Hatta 2024’teki Avrupa Parlamentosu seçimleri sonrasında merkez sağcı Ursula von der Leyen’in iş birliği yapmak istediği bir figür hâline geldi.
Meloni iktidara geldiğinden beri göçmen karşıtı politikalar (örneğin sığınmacıları Arnavutluk’a gönderme planı), LGBT karşıtı söylemler ve yasa teklifleri, Meloni’nin muhafazakâr çizgideki politikalarının temel taşlarını oluşturuyor. Bu çerçevede İtalya’da, özellikle taşıyıcı annelik ve eş cinsel çiftlerin ebeveynlik hakları sınırlandırıldı. Başbakan seçilmesinden bu yana Meloni, göç ve LGBT hakları gibi konularda bir zamanlar Brüksel’in eleştiri oklarını çekebilecek politikalar uygulamaya koydu. Ancak Avrupa Birliği liderleri Meloni’yi Atlantik’in iki yakasında da yeşeren giderek daha radikal ruh hâlinin kabul edilebilir bir temsilcisi olarak görmeye ve normal karşılamaya başlamıştı.
Kıtanın en önemli figürlerinden birisi hâline gelen Meloni, von der Leyen’in yeniden Avrupa Komisyonu Başkanı seçilmesinde belirleyici olan bir aktöre dönüştü. Von der Leyen, Meloni’yi küstürmemek adına: İtalya’nın adayı olan Raffaele Fitto’yu AB Komisyonu Başkan Yardımcısı yaptı.
Eski Bir Putin Sempatizanı Olan Meloni’nin Dış Politikadaki Denge Arayışı
Meloni, AB karşıtı söylemini azaltıp stratejik alanlarda Brüksel ile uyum içinde hareket etti. Örneğin, geleneksel olarak Putin’e yakın görülmesine rağmen Ukrayna savaşında ise net bir tavır aldı: Moskova’nın işgalini ilk günden itibaren kınadı. Ukrayna’ya verilen destek konusunda Macaristan’ı 50 milyar avroluk yardım paketine ikna edilmesinde büyük rol oynadı. Von der Leyen’le birlikte göçmen karşıtı Tunus-Moritanya-Mısır anlaşmalarında aktif bir şekilde rol aldı. Meloni seçim kampanyasında ve öncesinde bütünüyle göç karşıtı söylemler kullanıyordu. Göreve geldikten sonra yasal göçten yana ama iltica karşıtı bir tutuma geçti: Avrupa’da seçici bir iş gücü göçünü savunan kanadın lideri haline geldi. AB’deki “en yakın siyasi dostları” ise, eski Sovyet ülkelerinden gelen sağcı liderler: Macaristan’dan Viktor Orbán, Polonya’dan Jarosław Kaczyński.
Meloni seçildiğinden bu yana yalnızca Brüksel’in iş birliği yapabileceği bir figür hâline gelmedi. Beklenmedik bir şekilde Joe Biden döneminde dahi Washington’un da önemli bir partneri oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nin onu kabullenmesi için Biden yönetiminin gündemine yakın durdu ve özellikle Çin’i Batı uygarlığı için en büyük tehdit olarak tanımlayarak “Komünist Çin’in boyunduruğu altına girmek istemiyorum.” dedi. Donald Trump’ın yeniden ABD başkanı olması ile de bu ilişkiler daha da sıkılaştı.
Trump yönetiminin önemli isimlerinden Elon Musk‘ın ona verdiği destek dikkat çekiyor. Meloni ile Trump arasında ideolojik yakınlık bulunuyor: Göç, kürtaj karşıtlığı ve “woke” kültüre eleştiriler gibi konularda örtüşen görüşleri paylaşıyorlar. Ancak Ukrayna konusunda nisbeten farklı yaklaşımları var: Meloni, Kiev’e güçlü destek verirken, Trump daha çekimser bir tutum sergiliyor. Trump’un Avrupa’ya karşı uyguladığı gümrük tarifeleri krizinde de Meloni AB ile ABD arasında bir arabulucu rolü üstlenmeye çalışıyor. Bu çerçevede geçtiğimiz nisan ayında İtalya Başbakanı, Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile bir araya geldi. Trump tarafından “olağanüstü biri” olarak nitelenen Meloni, iki ülke arasındaki “mükemmel ilişkileri” vurgularken ve Batı medeniyetinin yeniden yüceltilmesi çağrısında bulundu. İtalya’nın ihracata dayalı ekonomisini de tehlikeye atan Trump’ın gümrük tarifeleri karşısında Meloni, diyalog çağrısında bulundu ve AB’nin misilleme yapmaması gerektiğini savundu. Ancak bu ikili temaslar, özellikle Fransa gibi ülkelerde “AB içi birlikteliği zayıflatabileceği” endişesiyle karşılanıyor.
Meloni Modeli, Avrupa’nın Yeni Normali mi?
Giorgia Meloni’nin siyasi kariyeri, Avrupa’daki aşırı sağın geçirdiği dönüşümün somut bir örneği olarak değerlendirilebilir. Neofaşist kökenlere sahip bir partiyi, kısa bir sürede Avrupa’nın en büyük ekonomilerinden birinde iktidara taşıyan Meloni, popülist radikal sağın sadece protesto hareketi olmanın ötesine geçerek kurumsal meşruiyet kazanabileceğini gösteriyor. Avrupa Muhafazakârlar ve Reformistler (ECR) grubunun lideri olarak elde ettiği görünürlük, Avrupa Komisyonu ile kurduğu iş birliği ve Ursula von der Leyen’in yeniden seçilmesi için verdiği destek, Avrupa siyasetindeki kodların değiştiğine dair en güçlü işaretlerinden.
Meloni’nin normalleşme ve siyasetin merkezine yerleşme modelinin bir denge stratejisi yer alıyor: İdeolojik köklerden tamamen kopmadan, sembolik düzeyde bir ılımlılaşma sergileyerek hem aşırı sağ tabanı konsolide etmek hem de merkez sağ elitlerle işbirliği kurmak. Bu yönüyle Meloni modeli, Fransa’da Marine Le Pen’in “normalleşme” sürecine benzemekle birlikte, ondan farklı olarak iktidar pratikleri üzerinden meşruiyet kazanmış bir versiyonunu temsil ediyor. Dahası, Meloni sadece bir ulusal lider olarak değil, Avrupa düzeyinde de yeni bir popülist sağ siyasal kültürün öncüsü hâline geldi.
Brüksel’e karşı çatışmacı dili zamanla daha stratejik iş birliğinden yana bir tutuma evrilen Meloni, dış politikada da seçici pragmatizmiyle dikkat çekiyor: Rusya’ya mesafe koyarken ABD ile ideolojik yakınlık kurabilen, Çin karşıtı söylemiyle transatlantik hatla uyum sağlayan bir pozisyon. Aynı anda hem Trump hem von der Leyen ile yakın ilişkiler kurabilen bir aşırı sağ lider profili, geleneksel siyasal ayrımların aşındığı bir dönemde yeni bir güç siyasetini temsil ediyor.
Meloni’nin öncülüğünde şekillenen bu “yeni normal”, Avrupa’daki diğer popülist hareketler için de bir yol haritası sunuyor. Özellikle Fransa’da Marine Le Pen, Hollanda’da Geert Wilders, Almanya’da AfD gibi aktörler, Meloni’nin izlediği kurumsallaşma ve normalleşme çizgisini dikkatle izliyor. Bu bağlamda, Meloni modeli sadece İtalya’ya özgü bir fenomen değil; Avrupa’nın yeni siyasal topografyasının merkezine yerleşen, sistem içi bir aşırı sağın mümkün olduğuna dair güçlü bir örnek olarak görülmeye başlanıyor.
Sonuç olarak, Giorgia Meloni bir istisna olmaktan çok, Avrupa’daki yapısal dönüşümün simgesel yüzü haline gelmiş durumda. Onun temsil ettiği siyasal çizgi, Avrupa’da aşırı sağın marjinalden merkeze, protestodan yönetime, sistem karşıtlığından sistem içi meşruiyete geçişinin ifadesini oluşturuyor. Bu geçiş, Avrupa siyasetinde “yeni normal”in artık sağ popülizmin kurumsal yüzüyle şekillenebileceğini düşündürüyor.