'Almanya'

Günde 8 Müslüman Karşıtı Vaka: Normalleşme Eğilimi Endişelendiriyor

CLAIM raporuna göre 2024'te Müslüman karşıtı vaka sayısı, yüzde 60 oranında arttı. Rapora göre Almanya'da kayda geçen sadece sayılar sadece artmıyor, gündelik hayatta Müslüman karşıtlığı sıradanlaşıyor.

Fotoğraf: Jerome460/Shutterstock

İslam ve Müslüman Düşmanlığına Karşı İttifak (CLAIM)  tarafından yayımlanan son rapora göre 2024 yılında Almanya’da toplam 3.080 Müslüman karşıtı vaka kayda geçti. Bu, bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 60’lık bir artış olduğu anlamına geliyor. Başka bir deyişle, Almanya’da her gün Müslüman karşıtı saldırı veya ayrımcılık kapsamına giren, ortalama 8 vaka yaşanıyor. Bu sayı, yalnızca fiziksel saldırıları değil; sözlü hakaretleri, kamusal alanda dışlanmayı, iş yerinde yaşanan ayrımcılığı ve çevrimiçi nefret söylemlerini de içeriyor.

Artan Vaka Sayıları ve Ötesi: Endişe Verici Bir Normalleşme Var

Vaka türleri incelendiğinde, sözlü saldırıların yüzde 55,6 ile başı çektiği görülüyor. Ayrımcılık vakaları yüzde 23,5 oranında, incitici davranışlar ise yüzde 20,9 seviyesinde. Raporda iki öldürme suçunun yanı sıra incitici suçlara dair 198 fiziksel yaralama, 122 mala zarar verme, 4 kundaklama ve 259 diğer saldırı (örneğin tehdit ya da gasp) belgelenmiş durumda. Ayrıca 72 dinî mekâna (çoğunlukla camilere) saldırıldı. Bazı saldırılarda gamalı haç gibi Nazi sembolleri de kullanılmış; bu, antisemitizm ile Müslüman karşıtı ırkçılığın bazı bağlamlarda iç içe geçtiğini gösteriyor.

CLAIM Eş Direktörü Rima Hanano’ya göre Müslüman kimliğinin kamusal alandaki görünürlüğü, bireyleri sadece ayrımcılığın değil, fiziksel şiddetin de hedefi hâline getirebiliyor. Hanno bu tabloyu yalnızca rakamlarla değil, sahadaki gözlemlerle de desteklediklerini aktarıyor:

“Bildirilen vakaların çoğu sözlü saldırılar, bunu ayrımcılık ve incitici davranışlar – fiziksel saldırılar ya da mala zarar verme gibi durumlar da dâhil- izliyor. Özellikle endişe verici olan, artan bir sınır tanımazlık ve vahşet. Daha fazla ağır suç, özellikle fiziksel saldırı ve öldürme vakaları belgeledik. Kamusal alan, Müslümanlar ve Müslüman olarak algılanan kişiler için çoktan bir tehlike bölgesine dönüşmüş durumda. Birçok insan bu ülkedeki güvenliği ve geleceği konusunda ciddi endişe taşıyor.”

En Görünür ve En Fazla Hedef Alınanlar: Kadınlar ve Çocuklar

CLAIM’in derlediği veriler, Müslüman karşıtı nefrete maruz kalan insanların rastgele hedef alınmadığını da gösteriyor. Mağdur profillerinin yüzde 71’i kadınlardan oluşuyor. Özellikle başörtüsü takan, yani dinî kimliği kamusal alanda görünür olan kadınlar hem cinsiyetçi hem de ırkçı motivasyonlarla hedef alınma riskini daha yoğun yaşıyor. Raporda okul çağındaki çocuklara yönelik saldırılar da dikkat çekiyor. Bu, nefretin yalnızca yetişkinler arası gerilimlerle sınırlı olmadığını, bir neslin sosyal bağlarını henüz kuramadan dışlanabildiğini gösteriyor.

Kurumsal hedefler de artışta. Saldırıya uğrayanlar arasında yalnızca bireyler değil; cami dernekleri, dinî eğitim veren kurumlar ve Müslüman işletmeler de var. Özellikle 67 cami saldırısı, ibadet mekânlarının da artık güvenli olmadığını düşündürüyor.

Saldırı Mekânları: Parklar, Okullar, Ulaşım Araçları ve İnternet

Saldırıların yalnızca belirli mekânlarla sınırlı kalmaması dikkat çekici. Rapora göre vakaların yüzde 25’e yakını kamusal alanlarda (sokak, park, durak vb.), yüzde 22’si ise eğitim alanlarında meydana geliyor. İş yerleri, ulaşım araçları, kamu kurumları ve çevrimiçi platformlar da Müslüman karşıtı vakaların bildirildiği yerler arasında. Bu tablo, Müslüman karşıtı ırkçılığın marjinal grupların sorunu değil, toplumun geneline yayılan bir sorun olduğunu gösteriyor.

Raporun tanıtıldığı basın açıklamasında bildirilmeyen vakaların çokluğu nedeniyle, istatistiklere yansıyan tablo gerçek boyutları yansıtmaktan uzak durumda olduğu ifade edildi. Zira 2024 verilerine göre Müslümanların sadece yüzde 4’ü uğradığı ayrımcılığı resmî kurumlara ve yetkililere bildirmiş bulunuyor. Geri kalanlar ise ya güven eksikliği ya da yeniden travmatize edilme korkusuyla sessiz kalmayı tercih ediyor.

Müslüman Karşıtlığı Sadece Aşırı Sağdan Kaynaklanmıyor

CLAIM raporunun en dikkat çekici tespitlerinden biri, Müslüman karşıtı ırkçılığın yalnızca aşırı sağ gruplardan gelmediği. Genel kanıdan farklı olarak, vakaların önemli bir kısmı toplumun merkezinden geliyor. Eğitim kurumlarından kamu hizmetlerine kadar farklı alanlarda yaşanan dışlama, bu ırkçılığın yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda yapısal olduğunu ortaya koyuyor. Öğretmenlerin, doktorların ya da kamu görevlilerinin sergilediği ayrımcı tutumlar, sadece bireysel bazlı durumlar değil, daha geniş bir sosyal ayrımın göstergesi olarak değerlendiriliyor.

CLAIM raporu, Müslüman karşıtı vakalardaki artışın toplumsal olaylarla doğrudan ilişkili olduğunu da ortaya koyuyor. Özellikle 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı saldırılarla beraber Almanya’da hem antisemitik hem de Müslüman karşıtı vakalarda kayda değer bir yükseliş görüldü. Bu süreçte Müslümanların genelinin şiddetle özdeşleştirilmesi, medya dili ve siyasal söylemin gündelik yaşamdaki yansımalarını açık biçimde ortaya koymuş durumda.

Raporun sunduğu veriler, ayrımcılığın yalnızca münferit saldırılardan ibaret olmadığını; aynı zamanda siyasal iklim ve kurumsal ihmallerin etkisiyle yoğunlaştığını vurguluyor. Bu durumu değerlendiren İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Genel Sekreteri Ali Mete, Tagesspiegel’e verdiği demeçte, Almanya’da Müslümanlara yönelik önyargıların artık toplumsal yapının sıradan bir unsuru hâline geldiğine dikkat çekti ve siyasetçilerin genel bir tavır değişikliğine gitmesi gerektiğini belirtti:

“Gazze’de gerilimin artışı, AfD’nin söylemleri ve göçle ilgili giderek daha pervasızlaşan siyasi dil göz önüne alındığında artış öngörülebilirdi. Ancak bu boyut gerçekten alarm verici (…) Şimdi her zamankinden daha acil şekilde siyasi rotanın düzeltilmesine ve dilin yumuşatılmasına ihtiyaç var. Sorumluluk taşıyan herkes, sözlerinin etkisinin farkında olmalı.”

Sadece siyaset değil, eğitim ve kamu kurumları da bu dönüşüme dâhil edilmeli. Mete, hâlâ göçü bir tehdit olarak sunan ders kitaplarının genç nesillerde önyargıları pekiştirdiğini söylüyor:  “Okullarda, polis teşkilatlarında ve tüm kamu kurumlarında daha fazla farkındalığa ihtiyacımız var. Ders kitapları hâlâ göçü çoğunlukla bir sorun olarak yansıtıyor. Oysa göç, toplumsal gerçekliğimizin ayrılmaz bir parçası.”

Mağdurlar Her Zaman Şikâyetçi Olamıyor ve Destek Alamıyor

CLAIM uzmanlarından ve aynı zamanda Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM) bünyesindeki Irkçılık Monitörü (Rassismusmonitor) adlı projesinde görev yapan Dr. Cihan Sinanoğlu da bulguları değerlendirdi. Sinanoğlu, devlet kurumlarına duyulan güvenin azaldığına dikkat çekti ve özellikle Müslüman kadınlar arasında siyasi temsilcilere duyulan güvenin toplumsal gruplar arasındaki en düşük seviyede olduğunu belirtti.

Sinanoğlu’na göre bu eğilim yalnızca kurumlara değil, demokratik düzene duyulan güvenin de sarsıldığı anlamına geliyor: Müslümanlar, ayrımcılığa uğradıklarında çoğu zaman başvuracakları bir merci bulamadıklarını ifade ediyor. Sinanoğlu’na göre devletin “olayı küçümseme veya sessiz kalma” refleksi artık sürdürülemez. Devletin yalnızca yasal değil, aynı zamanda ahlaki sorumlulukları da olduğunu hatırlatıyor.

CLAIM Eş Direktörü Hanano ise, raporun kamuoyuna tanıtıldığı basın toplantısında mağdurların süreci nasıl deneyimlediklerine dikkat çekti. Başörtülü kadınların yüzüne tükürüldüğü, çocukların okul yolunda hakarete uğradığı, camilere gamalı haç çizildiği olaylar yalnızca birer vaka değil, birer kırılma anı.

Hanano’ya göre mağdurlar çoğu zaman yalnız bırakılıyor. Danışmanlık merkezlerinin yetersizliği, hak arama süreçlerinin zorluğu ve çevrenin duyarsızlığı, yalnızca ilk saldırıyı değil, sonrasını da bir travmaya dönüştürüyor. “Hiç kimse yaşadığı travmatik deneyimle baş başa bırakılmamalı,” diyen Hanano’nun çağrısı, yalnızca devlete değil, topluma da yöneltilmiş.

“Müslüman Karşıtı Irkçılık Hepimizin Meselesi”

CLAIM raporu, Müslüman karşıtı ırkçılığın yalnızca bir azınlığın sorunu olmadığını vurguluyor: Bu sorunla mücadele etmek, yalnızca Müslümanların değil, aslında demokrasinin yanında durmak isteyen herkesin görevi. Sessizlik, yalnızca mağdurları değil, toplumun bütünlüğünü de tehdit ediyor. Raporun önsözünde yer alan açıklamasında federal hükûmetin Irkçılıkla Mücadele Sorumlusu Natalie Pawlik, bu mücadelede hem bireylerin hem de devletin yükümlülüğüne dikkat çekiyor:

“Hepimiz sorumluyuz: harekete geçmek, karşı çıkmak ve müdahale etmek zorundayız. Çünkü Müslüman karşıtı ırkçılık, ırkçı anlatıların meşrulaştırıldığı; kamu tartışmalarında, parlamentolarda ve özel hayatta Müslüman kadın ve erkeklerin her toplumsal sorunun günah keçisi hâline getirildiği yerlerde kök salıyor. Ve bu ırkçılık, Müslümanların -özellikle yurt içi ve yurt dışındaki terör saldırılarından sonra- tekrar tekrar genel bir şüphe altına sokulmasında somutlaşıyor. Bu rapor, benim için yalnızca istatistiklerden ibaret değil, aynı zamanda bir uyarı ve açık bir eylem çağrısıdır. Federal hükûmetin Irkçılıkla Mücadele Sorumlusu olarak açıkça ifade ediyorum: Müslüman karşıtı ırkçılıkla mücadele, devletin sivil toplumla birlikte uzun vadede yürütmesi gereken önemli bir görevdir.”

Perspektif’le Avrupa gündemini günlük takip etmek ister misiniz? Perspektif bültenine kaydolun, Avrupa'daki gelişmeler e-posta kutunuza gelsin.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Günde 8 Müslüman Karşıtı Vaka: Normalleşen Irkçılık Endişe Yaratıyor – Göç Araştırmaları Vakfı
    2025-07-04 17:37:49

    […] Kaynak: Perspektif EU: https://perspektif.eu/2025/06/18/gunde-8-musluman-karsiti-vaka-normallesme-egilimi-endiselendiriyor/ […]

Son Yüklenenler