Şener Aktürk: “Müslüman Kökenli Milletvekillerinin Müslüman Azınlıkla Bağları Zayıf”
Doç. Dr. Şener Aktürk ve Dr. İdlir Lika’nın ortak araştırması, ulusal kimliğin nasıl tanımlanması gerektiğine dair tartışmaların Bulgaristan, Kuzey Makedonya ve Yunanistan’da Türk azınlığın siyasi temsilinin niteliği ve seviyesi üzerinde belirleyici bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Aktürk'le Batı Avrupa’ya kıyasla Türk azınlığın bu ülkelerdeki temsil durumunu ve AB politikalarının sürece etkisini konuştuk.
Doğu Avrupa ülkelerindeki Türk kökenli azınlığın siyasi temsili konusunu incelediğiniz çalışmanızın merkezindeki Bulgaristan, Kuzey Makedonya ve Yunanistan etnolengüistik temelde Güneydoğu Avrupa’da en çok sayıda Türk azınlığa sahip ülkeler. Bu üç Balkan ülkesinde azınlık politikaları ve azınlıkların temsiliyeti kısaca nasıl tarif edilebilir?
Bulgaristan’da ve Yunanistan’da Türkçe yerel veya ulusal seviyede resmî dil değil ve bir grup olarak Türkler veya bir dil olarak Türkçe anayasada geçmiyor. Buna mukabil Kuzey Makedonya’da hem Türkler anayasada Makedonya’nın kurucu uluslarından biri olarak ismen anılıyor hem de Türkçe dokuz kasaba ve şehirde resmî dil statüsüne sahip. Türk azınlığın statüsü konusunda bu üç ülke arasında gözlemlediğimiz farklılık, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkilerde azınlık haklarının sebepleri üzerine öne sürülen pek çok iddia ve teoriyle çelişiyor. Örneğin birbirine komşu bu üç ülke arasında nüfus olarak Türklerin açık ara en kalabalık olduğu ülke Bulgaristan olduğu hâlde, Bulgaristan’da Türkler anayasada anılmıyor ve herhangi bir şehir veya kasabada Türkçenin resmî dil statüsü yok. Dahası, Bulgaristan’daki 21 Türk milletvekili ve 29 Türk belediye başkanı, Yunanistan’daki üç Türk milletvekiline ve üç belediye başkanına karşın, Makedonya’da sadece iki Türk milletvekili ve iki Türk belediye başkanı var. Buna rağmen, Makedonya’da Türkler anayasal statüye ve Türkçe resmî dil statüsüne sahip; fakat Bulgaristan ve Yunanistan’da Türk azınlığın böyle bir statüsü yok.
Yaptığınız sistem çözümlemesi nasıl bir tabloyu ortaya koyuyor? Bu ülkeler arasında birbirlerine kıyasla uygulanan azınlık politikalarında ve Türk azınlıklara yönelik yaklaşımlarda hangi farklılıklar söz konusu?
En önemli farklılık ilk soruda belirttiğim üzere Makedonya’da Türklerin anayasada yer alması ve Türkçenin resmî dil statüsünün olmasına karşın, Bulgaristan ile Yunanistan’da böyle bir anayasal statü veya resmî dilin tanınırlığının olmaması. Fakat bununla ilişkili olan en büyük farklılık gerek Bulgaristan gerekse Yunanistan’da azınlığın taleplerinin merkez sol ve merkez sağ dâhil ana akım partiler tarafından desteklenmemesi. Türk azınlığın dili ve kültürüne ilişkin hak talepleri söz konusu olduğunda, sol ve sağ partiler azınlığa karşı birleşerek Türk dili ve kimliğini resmi düzlemde yok saymaya dayalı bir devlet politikasını destekliyorlar. Makalede değişik dönemlerde ve değişik partiler ve liderler özelinde bu durumun örneklerini ortaya koyarak karşılaştırmalı olarak inceledik.
Türk azınlıkların siyasi temsilcilerinin, yaşadıkları ülkedeki önde gelen siyasi partilerle olan dönüştürücü etkiye sahip tarihsel süreçler içerisindeki etkileşimini, azınlık haklarının anayasal düzeyde elde edilmesindeki ana faktör olarak niteliyorsunuz. Etnik çoğunluğun kendi içinde ulusal kimliğin nasıl tanımlanacağına dair yaşadığı ayrışmalar arttıkça da Türk azınlığın mümkün olan en yüksek seviyede tanınırlık elde ettiği tespitinde bulunuyorsunuz. Bulgaristan, Kuzey Makedonya ve Yunanistan’da ulusal kimlik etrafındaki ayrışmalar ne durumda ve bu Türk azınlığın temsili için ne gibi sonuçlar doğuruyor?
İddiamızın özeti azınlığın haklarının kazanılması için en uygun ortamın çoğunluğun kendi içinde ulusal kimliğin kökeni, sınırları ve niteliği üzerine derin bir anlaşmazlık yaşıyor olması ki, biz bunu “ulusal kimlik çatlağı” (İng. “nationhood cleavage”) olarak nitelendiriyoruz. Makedon çoğunluğun kendi içinde Makedon kimliğinin tarihsel kökeni ve kimleri kapsadığı üzerine çok derin bir anlaşmazlığı söz konusu ve Türkler dâhil ülkedeki azınlıklar bu anlaşmazlığın sağladığı fırsatı kullanarak kendi azınlık dil ve kültürleri için anayasal ve resmî statü kazanabildi. Oysa Bulgaristan ve Yunanistan’da ulusal kimliğin tek bir dil (Bulgarca veya Yunanca), tek bir din (Hristiyanlık), tek bir mezhep (Ortodoksluk) ve hatta tek bir kilise (Bulgar Ortodoks Eksarhlığı veya Yunan Ortodoks Kilisesi) temelinde tanımlanması konusunda ana akım sağ ve sol partiler hemfikir. Bu kadar dar bir ulusal kimlik tanımında partiler üstü bir mutabakat olunca Türk azınlık ne kadar büyük ve organize olursa olsun resmî statü kazanması için siyasi bir fırsatı, beraber iş birliği yapabileceği bir potansiyel iktidar partisi olmuyor. Bulgaristan’da Türklerin oylarını alan DPS/HÖH hükûmetin küçük ortağı olduğu dönemde bile hiçbir hükûmet programında Türk dili ve kültürüne anayasal ve resmî statü kazandırmak gibi etnik bir talep yer alamıyor.
Aynı zamanda, Avrupa Birliği adaylık süreci ve üyeliğinin getirdiği yasa değişikliklerinin etnolengüistik hakların temininde kesin bir dönüştürücü etkisi olmadığını ve ülkeler arasındaki farklılıkları açıklayamadığını söylüyorsunuz. AB süreci neden dönüştürücü bir etkiye sahip değil?
Türk azınlıkların durumu Avrupa Birliği’nin (AB) azınlık haklarını iyileştirdiği iddiasıyla da bariz bir çelişki içinde, çünkü nispeten kadim bir AB üyesi olan Yunanistan’da da yeni bir AB üyesi olan Bulgaristan’da da Türk azınlığın anayasal statüsü ve Türkçenin resmî dil statüsü yok; buna karşılık, AB üyesi olmayan Makedonya’da var. AB üyelik sürecinde veya üyelik sonrasında Bulgaristan veya Yunanistan’a Türklerin çoğunlukta olduğu şehir, kasaba veya illerde (örneğin Bulgaristan’da Kırcaali veya Yunanistan’da Gümülcine/Rodop ili) Türkçeye resmî dil statüsü verilmesini veya tüm devlet okullarında Türkçenin en azından seçmeli ders olmasını veya kamu kaynaklarının kullanılarak Türkçe yayın yapılmasını mecburi bir koşul olarak öne sürmedi. Elbette AB’nin genel bir prensip olarak azınlık haklarının iyileştirilmesine yönelik tavsiyeleri ve bazı talepleri oluyor, fakat bahsettiğimiz iki örnek de dâhil üye ülkeler bu talepleri ve reformları da azınlığın kazanımlarını asgari seviyede tutacak şekilde yorumlayabiliyorlar.
AB’nin tüm üyelerini uygulamaya zorladığı bir azınlık politikasının olmadığı, bunun da örneğin Fransa’da ve Belçika’da uygulanan birbirinden oldukça farklı azınlık politikalarında kendini gösterdiği tespitinde bulunuyorsunuz. Peki bu belirsizlik azınlıkların siyasi temsili noktasında ne tür problemleri beraberinde getiriyor?
Evet, AB’nin tüm üyelerini uygulamaya zorladığı bir azınlık politikaları bütünü yok ve bunun olmadığını örneğin üçü de en eski kurucu üyelerden olan Fransa, Belçika ve Hollanda’nın çok farklı azınlık politikalarına bakarak da görebiliyoruz. Kurban kesiminden başörtüsüne ve Türkçe dil dersine kadar dinî ve kültürel pek çok ihtiyacı yasaklayan AB üyeleri olduğu gibi bu talepleri karşılayan ve hatta devlet desteği sağlayan AB üyeleri de var. Örneğin AB’nin bölgesel politikaları doğrultusunda bir yerel yönetim reformu yapılması gerektiğinde, Yunanistan, merkezinde Gümülcine’nin yer aldığı ve çoğunluğu Müslüman olan Rodop ili ile yine Müslümanların büyük bir azınlık grubu oluşturduğu İskeçe ilinin Müslümanların yönetimine girmesi ihtimalini ortadan kaldırmak için, İskeçe’yi tamamı Hristiyan olan komşu Kavala’yla, Rodop’u ise neredeyse tamamı Hristiyan olan Evros’la birleştirdi. Benzer şekilde 60 bin civarında Batı Trakya Türk’ünün vatandaşlıktan çıkarılmasını sağlayan Vatandaşlık Kanunu’nun 19. maddesi Avrupa Konseyi’nin baskısı sonucu kaldırıldığında, Yunanistan bu kanun değişikliğinden geçmişe dönük vatandaşlığını kaybedenlerin yararlanamayacağı şartını getirdi. Bu iki örnekte de görüldüğü üzere, AB ve Avrupa Konseyi dâhil uluslararası baskılara uyum gösterir gözükmek için yapılan reformlar, Türk ve Müslüman azınlığın en az yararlanabileceği şekilde yorumlanarak ve değiştirilerek uygulanabiliyor.
“Ulusal kimlik çatlağı”, Batı Avrupa ülkelerindeki yoğun işçi göçüyle oluşmuş azınlıkların siyasi temsilini anlamak için kullanılabilir mi? Almanya, Fransa, Hollanda vb. ülkelerdeki Türkiye kökenli siyasi aktörlerin büyük siyasi partilerle etkileşimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ulusal kimlik çatlağı yoğun işçi göçüyle oluşan Türk azınlıkların bulunduğu Batı Avrupa ülkelerindeki siyasi temsili anlamak için de kullanılabilir. Örneğin Belçika’da Makedonya’dakine benzer bir ulusal kimlik çatlağı var ve Türk azınlık başta olmak üzere Müslüman azınlığın gerek sağ gerek sol ve gerekse merkez partilerde nüfusu nispetinde ve hatta üzerinde temsil edilebildiğini görüyoruz. Üstelik sadece sol seküler Müslüman kökenli adaylar değil, dinî kimliklerini vurgulayan daha dindar muhafazakâr Müslüman kökenli adaylar da Belçika siyasetinde temsil edilebiliyor. Hollanda’da da benzer bir durum var. Ancak Fransa, Batı ülkeleri arasında azınlıkların temsili konusunda pek çok açıdan en yasaklayıcı ve kötü karnesi olan ülke. Fransa’daki bu durum, ana akım sağ ve sol partilerin, tek dil ve kültüre dayanan, “Kato-laik” de denilen Katolik kökenli laik bir arka plana dayanan, diğer etnik ve dinî kimliklerin kamusal alanda ifadesini yasaklayan bir Fransız ulusal kimliğinde hemfikir olmasının dolaylı bir sonucu olarak yorumlanabilir.
Müslüman azınlıkların Avrupa’da yeterince temsil edilmemesi birçok farklı çalışmanın ortaya koyduğu bir problem. Etno-kültürel çeşitliliğin kurumsallaşmasında siyasi temsil nasıl bir rol oynuyor? Azınlıkların siyasi temsili ve etnolengüistik hakların kazanımı Batı Avrupa ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında hangi ortak dinamikleri ya da farklılaşan veçheleri gözlemliyorsunuz?
Çalışmamızdan yola çıkarak vurgulanabilecek en önemli ortak nokta, azınlık politikalarının her ülkede aslında çoğunluğun kendi kimliğine ilişkin tartışma ve çatışmaların bir sonucu olduğudur. Örneğin Almanya’da Katolik-Protestan mezhep çatışmasının yansımalarını Yahudilere ve Müslümanlara karşı politikalarda görmek mümkün. Bir başka önemli unsur da ulus devlet kimliğinin tek bir mezheple özdeşleştiği ülkelerde diğer din ve mezhep mensuplarının ulusun eşit mensubu olarak kabul edilmesindeki zorluk ki, maalesef pek çok Avrupa ülkesinde böyle bir mezhep-devlet özdeşleşmesi gözlemliyoruz. Üçüncü ve son olarak belirtmek gerekir ki gerek Batı gerekse Doğu Avrupa’da Müslüman kökenli milletvekillerinin Müslüman azınlıkla bağları pek çok örnekte görüldüğü gibi oldukça zayıf ve dolayısıyla azınlık kökenli milletvekili sayısının yüksek olduğu ülkelerde bile dinî ve kültürel haklarının temsili konusunda sorunlar yaşanıyor.
Avrupalı Müslümanların siyasi temsilini ele alan bir başka çalışmanızda, Belçika’nın Kuzey Makedonya’ya benzer bir şekilde Müslüman azınlığın siyasi temsilinde ve etno-kültürel çeşitliliğin kurumsallaşmasında oldukça ileri seviyede olduğu, hatta ilk sırada geldiği tespiti yer alıyor. Bu örneklerden hareketle, birden fazla kolektif kimliğin resmî olarak kabul edildiği ülkelerin Türk ve diğer Müslüman azınlıkların siyasi temsili için daha elverişli bir siyasal zemin oluşturduğunu söyleyebilir miyiz? Başka hangi faktörleri hesaba katmalıyız?
Batı Avrupa’da Belçika, Hollanda ve kısmen İngiltere örneklerinde gördüğümüz üzere birden fazla kolektif kimliğin resmî olarak kabul edildiği ülkelerin Türk ve diğer Müslüman azınlıkların siyasi temsili için daha elverişli bir siyasal düzen oluşturduğunu söyleyebiliriz. Doğu Avrupa’da da Makedonya’nın yanı sıra Karadağ ve her ne kadar gerçekten rekabetçi ve demokratik seçimler yapılmıyor olsa da Rusya Federasyonu’nu da bu duruma örnek ülkeler olarak verebiliriz.
Dipnot:
Şener Aktürk and İdlir Lika, “The puzzle of Turkish minority representation, nationhood cleavage, and politics of recognition in Bulgaria, Greece, and North Macedonia” Mediterranean Politics (2020): 1-28. DOI: 10.1080/13629395.2020.1750269