“Sanat Genelde Uygun Olmayan Şartlarda Oluşan Bir Şey”
Kültür Perspektifi Serisi’nin onuncu söyleşisinde konservatuar eğitimi almış, klasik gitarla meşgul ve Nürnbergli Orçun Öztük’le görüştük. Aynı zamanda, ilahiyat alanında yüksek lisans yapan Öztürk’le sanat, dil, müzik, konservatuar ve popülarite üzerine konuştuk.
Nürnbergli Orçun Öztürk, İslami bilimler alanında yüksek lisans eğitimine devam ediyor. Aynı zamanda bir konservatuar eğitimi almış olan 31 yaşındaki Öztürk ve klasik gitarla iştigal ediyor. Instagram: https://www.instagram.com/orcun.oeztuerk/
Öncelikle bize kendinden bahseder misin?
Elbette. Adım Orçun Öztürk. 31 yaşındayım. Nürnberg’de doğdum ve büyüdüm. Aslında sporcuydum ve çok yoğun bir şekilde ilgilenirdim. Tekvandocu, aslında diplomalı dayakçıydım. Sonra konservatuvar okudum Köln’de. Klasik gitar okudum. Bir noktadan sonra ilahiyat (Islamwissenschaft) okudum ikinci lisans olarak. Bunları Köln’de bitirdim ve Münster’e geçtim. Yüksek lisansı eğitimimi aldım ve tezimi bitirirsem yakında mezun olacağım. Köln’de bir hayli vakit geçirdim. İkinci memleketim oldu diyebilirim. Bir Nürmbergli olarak bunu söylemek bir hayli cesaret ister.
Müzikle Dil Arasındaki İlişki
Konservatuvardan sonra ilahiyat okumanı sağlayan şey neydi?
Temelden bir dil merakıydı. Arapça ve Farsça diline olan bir merak. Müzik okumadan önce birkaç teşebbüse girişmiştim kendi başıma. Ancak bir noktaya kadar mümkün olduğunu gördüm ve içimde ukde kaldı. Müzik eğitimi almaya başladım ve eğitimim çok güzel gitti ama benim bu dilleri öğrenmem lazım diye düşünmeye devam ettim.
Müzikte de okuduğunuz bir parça üzerinde yıllarca durabiliyorsunuz ve hatta bitmediği de olabiliyor. Bazı parçalar var ki bir ömür boyu onlara tekrar bakıyorsunuz. Tekrar başka açıdan bakıyorsunuz. Dört ölçüyü, sekiz ölçüyü hocanızla iki ders boyunca işliyorsunuz. Her ölçüyü derinden analiz ediyorsunuz. Dolayısıyla böyle bir yaklaşım sergileyince etrafınızda nereye bakarsınız böyle bir bakışla böyle bir nazarla bakıyorsunuz. Köln’de Islamwissenschaft programı vardı ve oraya gitmiş oldum. Hem merakımdan ötürü -iştiyaklı bir merak bakarsanız- hem de Köln’deki konservatuara geçme imkânı olmadığı için zorunlu bir tercih oldu.
Bu dile olan merakla müzik diline olan merakınla arasında bir bağ kurabiliyor musun? Bu ikisi arasındaki bağlantı senin için ne anlama geliyor?
Müzikle bir şeyler anlatmak diyoruz mesela. Ben bunun ne demek olduğunu bir müzisyen olarak çözmüş değilim. Aslında bir şeyi tamamıyla, o şeyin renginin idrak etmenin zevki. Çünkü müzikte salt ses yok. Orada yapılar var, şekiller var, renkler var yani. Gittikçe yoğunlaştığınızda orada nasıl söyleyeyim, bir latifleşiyorsunuz. Bu bir zevk meselesi. Artık azarınız daha berrak oluyor. Ve bu bir şeyin çözümünü bilmeyip de çözümüne eriştiğinizdeki sevinciniz gibi olur. Bir mutluluk yaşarsınız. Bu artık onun müptelası olmak gibi bir şey. Dolayısıyla elbette size duygusal olarak da bir haz veriyor ama aslında o nazarın berraklaşması asıl olan. Sonuçta ses diye bir cisim yok ortaklıkta. Görünen bir şey değil. Ama siz onu kulaklarınızla idrak ediyorsunuz. Ses, salt bir ses olmuyor. Herkesin sesi birbirine benzemiyor. Orada katmanlar oluyor ve bunlar birtakım farklı manalara dalalet ediyor. İçimizde birtakım manaları dışa vurmaya çalışıyoruz. Ya da dışarıda olan bir şeyi ifade etmeye çalışıyoruz. Orada da hep bir incelik meselesi. Bir kelimeyle dünyayı değiştirebiliyorsunuz. Bazı cümleler var böyle söylediğinizde tüm dünya biliyor ki, bunun arkasında bir mana var. “I have a dream.” Diyorsunuz bütün herkes olayı biliyor mesela. Aslında şöyle bir şey görünür olanın arkasına gitmek. Görünürde bir ses var görünürde bir metin var ama arkasında bir ton anlam var.
Avrupa’da birçoğu göçmen kökenli olan Müslüman sanatçı ve zanaatkarlar, klasik İslam sanatlarından başlayıp çağdaş sanata kadar uzanan geniş bir yelpazede eserlerini üretiyorlar. Peki onları ve eserlerini ne kadar tanıyoruz? Kültür Perspektifi Serisi’nde sanat ve yaşama dair soruları muhataplarına soruyoruz. Serideki diğer söyleşilere buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA“Öğretmenim Ders Almamı Tavsiye Etmişti”
Göçmen kökenli insanların, sanatla, zevkle, letafetle meselenin arkasındaki o girift yapıda yer alabilmesi için her şeyden önce belli imkânlara sahip olması lazım gerek. Hem göçmen kökenli olmak hem de müzikle uğraşmanın bizim topluluğumuzda da diğer topluluklarda da büyük bir kariyer basamağına atlamamak olarak görülmesi de söz konusu. Kendi sürecinle alakalı bir şeyler söylemek ister misin?
Benim babam, düğünlerde müzik çalıyordu. Ailem ben çok küçükken ayrıldılar. Dolayısıyla annem belirli bir yaştan sonra bizi yalnız büyüttü. Ama o babadan kalan müzik bir şekilde kaldı bende. Ben beşinci sınıftayken okulda öğleden sonra faaliyetler olurdu. Bir perküsyon grubu vardı. Bulgaristan’dan muhacir kökeni olan biri olarak zaten elime ilk aldığım enstrüman darbukaydı. Perküsyon grubuna gittiğimde orada bir bateri gördüm ve öğrenmeye başladım. Okulda bir rock grubumuz da vardı. Öğretmenim, anneme bu durumdan bahsetti ve yetenekli olduğumu anlattı: Derse gönderin diye bir tavsiyede bulundu. Annem de tabii ki bunu ciddiye aldı ama derslerin maddi külfeti bize ağır gelmişti ve katılamadım.
Daha sonra abim bana çaldığı gitarı öğretmeye başladı. Teknik olarak hatalı bir süreç olsa da devamında kendi başıma daha fazlasını öğrenmeye başladım. Daha sonra bunları düzeltmek zor oldu. 11. Sınıftayken öğleden sonraki proje derslerinde, gitar grubuna katıldım. Öğretmen bizimle Jazz çalıyordu ve öğretiyordu. Her derste armoni, caz, gitar vb. yeni şeyler öğreniyorduk ve şevkim böyle uyandı. Aslında klasik gitar öğrenmek istiyordum ve bunun dersleri almak pahalıydı.
Sosyal medyada tanıştığım ve klasik gitar eğitimi alan bir abim daha sonra bana ücretsiz ders verdi. Beni konservatuara da o hazırladı. Şimdi beraber aynı grupta müzik yapıyoruz. Zor bela, bir sürü baş ağrısıyla hazırlandım ve konservatuara girdim. Konservatuardaki akranlarım bana göre çok daha eğitimliydiler ve benim çok eksiğim vardı. Bunun dışında gitar almam gerekiyordu ve bunun parasını çalışarak biriktirdim. Araç sürme ehliyeti alamadım, gitar için para biriktirirken. Ardından zor da olsa giriş sınavlarını geçtim.
Gitar almam gerekiyordu. Gitarlar pahalı. Ehliyet alamadım yani. 12 sınıfta çalıştım ve 4. bin Euro ‘luk gitar aldım. Onu öyle hallettim. Giriş sınavına girdim ve başladım. Tabi bu sürecin öncesi de meşakkatli. Bir sürü sınavı var. Baktık Münih’te dersler var ama ben her şeyin yabancısıyım (o zamanlar) eve baş ağrısıyla dönüyordum. En nihayetinde çabaladım ve girdim.
Sanat ve Popülerlik Arayışı
Maktub grubu olarak kaydettiğiniz videoları izledim. Orada yaptığınız müzik tarzını nasıl nitelendiriyorsun?
O, tabi büyük bir mesele. Geleneksel bir müzik değil. Tabi biz geleneksel şiirler kullanıyoruz, bazen geleneksel parçalar çalıyoruz ama işin içine gitar girince geleneksel bir icra olmaktan çıkıyor. Buna aslında kabaca Weltmusik (Tr. Dünya müziği) deniyor. Bu niteliğimiz de sadece başkaları bize bu soruyu sorunca konu oluyor. Bizim üzerine düşündüğümüz bir konu olmuyor. Hoşumuza giden ve yapabileceğimiz ne varsa, onu çalıp söylüyoruz. Bize sorduklarında “Biz neysek müziğimiz de o.” diyoruz.
Biz, mesela geçenlerde ilk kez açık havada bir konser verdik. Bizim için yeni bir tecrübeydi. Güzel yönleri olduğu gibi güzel olmayan yönleri de vardı. Ama biz genelde konserlerde kitlenin çok büyük olmamasını tercih ediyoruz. 80-100 kişi daha mahrem bir ortamda. Daha hususi bir ortamda çalmayı tercih ediyoruz. Biz çünkü gelirimizi sadece müzikten elde etmiyoruz. Hepimizin kendisine has bir işi var. Ben daha öğrenciyim de hâlâ. Dolayısıyla bu işin çok da reklamını yapmıyoruz. Şu da bir gerçek. Büyük kitlelere ulaşmak hiç hedefimiz olmadı. Umarım ileride de olmaz. Bu sefer iş baya zor oluyor çünkü.
Peki, sen ve Maktub popüler olmakla alakalı ne düşünüyor?
Popüler olalım diye bir çabamız yok. Sanat sergilemek biraz mahrem bir şey, biraz gönül işi ve her gönül işi gibi bunun alıcısının belli bir kalitesi olmadığında bu sizi yıpratır. Birtakım menfaatlere ulaşabilirsiniz. Birçok insan sizi tanıyor, konserlerinize geliyor, doluyor ediyor, banka hesabınız dolu ama gönlünüz boş oluyor. Şimdi tabi bütün gelirini bu işten kazanmayan biri benim gibi yani bunu kolayca söyleyebilir. Dolayısıyla öbür türlüsünü bir müddet yaşamadığım için böyle ahkâm kesiyor gibi olacak ama sonuçta yine de yaşadığımı anlatıyorum. Eğer dinleyici kitle kaliteli değilse bu sefer sizin şevkiniz kaçıyor. Dolayısıyla, popülarite ve bilinirlik insanın hoşuna gitse de, bir sanatçı olarak bunun muhasebesini yapmak lazım.
Net ya da sizin idealinizde olan bir hedef kitleniz var mı? Siz bant kaydı yapıp albüm çıkartıp daha sonra kitlelerden dönüş almak yerine canlı çalışıyorsunuz anladığım kadarıyla.
Evet, bant kaydı yerine canlı konser yapmayı tercih ediyoruz. Yok, aslında öyle bir profil beklentimiz yok. Kimseyi dışlama gibi bir derdimiz yok. Bunlar gelsin bunlar gelmesin. Derler ki evladım sen kimsin? Bir adap var ona riayet edildiği müddetçe biz dinleyicileri misafir olarak kabul ediyoruz. Edilmediği takdirde de gönüllerini her hâlükârda hoş olmalarını diliyoruz.
“Sanat Faydalı Değil, Güzel Bir Şey”
Sanatla ilgilenen Almanya’da ya da diğer Avrupa’da yaşayan gençlere ne tavsiye edersin?
Tavsiyeden ziyade kendime nasıl bir yol çizmeye çalıştığımı ya da kendimce önemli olan şeyleri söyleyeyim. Bence sanat çok özel bir mesele. Yani gönül işi. Yani mahrem. Dolayısıyla bunun içinde güzel duygular var, güzel olmayanları da var. Bunun içinde birtakım zahmetler, ızdıraplar sevinçler mutluluklar var. Dolayısıyla eğer bir kimse sanata dair bir hisse sahipse birincisi bununla alakalı çok fazla konuşmasın. Çünkü bu mahrem bir şey. Onu iyice saklasın iyice korusun. İnsanların nezaketsiz saldırıların insanların hadsizliklerine karşı bu masumane duyguları saklasın ve korusun çünkü bu çok özel bir dünya. Mahrem dediğimiz şey ulu orta sergilenmez.
Sanatla ilgilenenler üzülecek ilerde. Sanat faydalı bir şey değil. Sanat güzel bir şey. O masumane, halisane duygularını korumalarını öneririm. Çünkü o olmadan isterseniz teknik olarak çok iyi bir sanat yapın çok işlevsel olur. Ama sizi ilk cezbeden sanatın o cazibesi yok olur gider. Onu sürekli törpülemeniz lazım. Gün be gün bazen bir güzellik gördüğünüzde, gördüğünüzle yetinin. Bundan aldığınız his, iftardaki ilk su bardağına benziyor. İkincisi aynı tadı veremeyebiliyor Bu yolda karşılaştığınız engelleri bu yolun bir parçası olarak kabul etmek lazım. Bu engeller, insanı gazaba uğratabilir. Sinirlenirsin, öfkelenirsin ama bunları yolun bir parçası olarak kabul etmek gerekir. Onları bir dost olarak görmek gerekir. Sanat genelde uygun olmayan şartlarda oluşan bir şey. Bu cümle sert geliyor insanlara ama öyle. Uygun şart aramamak lazım. Uygun şart için çabalarsınız ama odak noktası bu olmaması lazım. Sanat içre edenin çok fazla sanattan dem vurmaması lazım. Çok fazla sanattan dem vurmamak lazım. Sanat şöyledir böyledir bunları bırakıp işlerine baksınlar derim.