'Yeni Zelanda'da Terör Saldırısı'

Aşırı Sağcıların Küresel İlham Vericisi: Breivik

2011 senesinde Norveç’te gerçekleşen Breivik’in saldırıları tüm dünya kamuoyunun kanını dondurmuştu. Christchurch’teki saldırılar ise, vahşette Breivik ile âdeta yarıştı. Christchurch’teki teröristin akıl hocasının Breivik olduğu bilindiğine göre, iki saldırı arasındaki benzerliklere bakmakta fayda var.

Fotoğraf: AA | Değişiklikler: Perspektif

İslam düşmanlığı, İslam karşıtı ırkçılık ya da yaygın tabirle İslamofobi, kökeni oldukça derinlerde bulunan bir problem. İlk kez 1991 yılında yazılı basında ortaya çıkan bu kavram, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra sıkça kullanılır hâle geldi. İslamofobi, sadece kelime anlamı olarak “İslam korkusu”nu değil, İslam düşmanlığını ve karşıtlığını da içeriyor. Bu düşmanlık, Avrupa’da ve daha geniş anlamda “Batı”da İslam ve Müslüman karşıtı eylemlere meşruiyet kazandıran küresel bir fenomene dönüştü.

2000’li yılların başından günümüze kadar artarak devam eden İslam karşıtlığı, Batı’da ana akım hâlini almış; özellikle Avrupa’daki aşırı sağcı grupların temel dayanağı ve ana söylemlerinin de çıkış noktası olmuştur. Bu toplumların birer parçası olan Müslümanların bu gruplar tarafından farklı kanallar aracılığıyla ötekileştirilmesi ise ağır sonuçlar doğurmaktadır. Son yıllarda aşırı sağcı grupların Müslümanlara yönelik artan saldırıları da bu sonuçlardan biridir. 

15 Mart 2019’da Yeni Zelanda’da 50 kişinin ölümüne yol açan iki terör saldırısı ilk olmasa da, daha önceki saldırılar bu derece dehşet verici nitelikte değildi. Bu bakımdan Yeni Zelanda’da gerçekleşen terör saldırısı birçok cihetten 22 Temmuz 2011 tarihinde Norveç’in başkenti Oslo’da ve Utøya adasında Anders Behring Breivik tarafından gerçekleştirilen ve toplamda 77 kişinin ölümüne sebep olan ırkçı terör saldırıları ile benzeşiyor ve bu saldırının bir devamı olarak görülüyor. Peki iki saldırıyı ve saldırganı benzer kılan noktalar ve bu saldırıların sebepleri nelerdir? Ve bunlarla hangi düzlemlerde mücadele edilmesi gerekir?

Terörist Manifestolardaki Benzerlik

Öncelikle her iki saldırgan da arkasında birer manifesto bıraktı ve bu manifestoları saldırıyı gerçekleştirmeden hemen önce yayımladı. Manifestolar muhtevaları bakımından ele alındığında iki saldırganın da oldukça benzer yaklaşımlara ve söylemlere sahip olduğu bariz bir biçimde görülüyor. Breivik’in “2083: Bir Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi” (İng. 2083 – A European Declaration of Independence) ismini taşıyan 1500 sayfalık manifestosu, Batı Avrupa’da Marksizm’in ve çokkültürlülüğün tehlikelerini, Batı Avrupa’nın nasıl İslamlaştırıldığını, çokkültürlü bir yapıya bürünen Batı’nın Müslümanlar tarafından işgal edildiğini ve bu işgal ile nasıl mücadele edilmesi gerektiği gibi konuları içeriyordu. Breivik’in manifestosu aşırı sağ ideolojiyi ve yabancı düşmanlığını destekleyen, aşırı sağcı, milliyetçi ve İslamofobik ögeler içeriyordu. Manifestoda Marksistlerin çokkültürlülüğü ve göçmenleri savunarak Müslümanların Avrupa’yı işgaline yardım ettikleri de söyleniyordu. Nitekim Breivik’in Utøya adasında İşçi Partisi’nin gençlik kollarının kampına düzenlediği ve 33’ü 18 yaşın altında olan 67 genci katlettiği ikinci saldırı, iktidarda bulunan partiye de bir mesaj verme çabası içeriyordu. 2011’den 2083’e kadar tüm Müslümanların Avrupa’dan kademeli olarak sınır dışı edilmesini talep eden Breivik, aynı zamanda Hristiyanların İslam’a karşı Haçlı seferlerini yeniden başlatması gerektiğini de savunuyordu. Bütün bunları Avrupa’yı korumak adına yaptığından bahseden Breivik, yaptığının gaddarca olduğunu kabul etse de bu eylemin gerekliliği ve kaçınılmazlığına vurgu yaparak, eylemine sözde meşruiyet oluşturuyordu. 

Breivik’in “Avrupa’yı uykusundan uyandırmak” amacıyla gerçekleştirdiği saldırıların kurbanları Müslüman değildi. İslam ve Müslüman karşıtlığını ifade etmek için nefretinin nesnesi olan Müslümanları seçmemesinin nedeni ise bazılarına göre yaptığı eylemin etkisini artırmaktı. Teröristin bu eylem, seçtiği kurbanlar ve ortaya koyduğu manifesto ile beraber uzun soluklu bir planı yürürlüğe koymak istediği aşikârdı. 

Breivik’ten Alınan İlham 

Peki Yeni Zelanda’da gerçekleşen terör saldırısını Breivik’in saldırı ve planlarının devamı olarak nitelendirmek mümkün mü? Yeni Zelanda’da terör saldırısını düzenleyen Brenton Tarrant, “Büyük Yer Değiştirme” (İng. The Great Replacement) ismini taşıyan 74 sayfalık manifestosunda Breivik’ten ilham aldığını ve kendisi ile kısa bir temasının olduğunu belirtmişti. Her ne kadar Breivik’in avukatı, müvekkilinin dış dünya ile irtibatının çok kısıtlı olduğunu ve böyle bir temasın mümkün olmadığını söylese de yaklaşık iki yıl önce görülen davasında Norveç hükûmeti savcısı Breivik’in manifestosunu yaymaya devam ettiğini ve sempatizanları ile irtibata geçtiğini savunup, dışarı gönderdiği mektuplarının açılıp okunması gerektiğini belirtmişti.

Terörist Tarrant’ın manifestosuna dönecek olursak bu manifesto Breivik’inki ile benzer içerik ve dile sahip. Irkçılık ve göçmen karşıtlığı üzerine kurulu olan manifesto “beyaz ırkın düşük doğum oranları”na vurgu yapıyor ve göçmenleri “sömürgeci” ve “istilacı” olarak nitelendiriyordu. Aynı zamanda “beyazların soykırıma uğratıldığından” da bahseden Tarrant manifestosunda aşırı sağcı ve terör saldırılarında bulunan Dylann Roof (ABD’de Güney Carolina eyaletinde Charleston şehrindeki bir kiliseye terör saldırısı düzenlemiş ve 9 Afroamerikan’ı öldürmüştü) ve Darren Osborne (Londra’da Finsbury Park Camii yakınında araçlı terör saldırısı düzenlemiş ve 1 Müslüman’ın ölümüne sebep olmuştu) gibi isimleri de desteklediğini belirtiyordu. Aynı durum Breivik’in manifestosunda da söz konusuydu. Aralarında birçok aşırı sağcı ismin bulunduğu manifestoda, bu kişilerin, Breivik’in cani nefret eylemine ilham kaynağı olduğu söyleniyordu.

Norveç’ten Yeni Zelanda’ya Benzerlikler

Manifestolardaki benzerliklerin yanı sıra saldırılar arasındaki benzerlikler incelendiğinde, iki saldırının da Norveç ve Yeni Zelanda gibi dünyanın en düşük suç oranlarına sahip iki ülkesinde gerçekleşmiş olması, iki saldırganın da iki farklı yerde saldırı düzenlemesi ve iki saldırının da uzun bir planlamanın ürünü olması benzerlikler arasında gösterilebilir. Bunun yanı sıra saldırıda hayatlarını kaybedenler iki saldırganın da asli hedef kitlesi değildi. Breivik kendi “ırkından” gördüğü Norveçlileri kurban ettiği gibi Tarrant da manifestosunda saldırının asıl hedefinin Yeni Zelanda olmadığını ve burayı dünyada güvenli herhangi bir yerin kalmadığını göstermek için seçtiğini söylüyordu. 

Peki her iki saldırının ardından verilen tepkiler nasıldı? Breivik saldırısı yeterince güçlü bir biçimde eleştirilmemiş yahut Batı’da yaymak istediği düşünceler ve eylemlere yönelik iyi bir strateji geliştirilmemiş miydi ki, Breivik’in saldırısına benzer saldırılar gerçekleşmeye devam etti ve sonunda Yeni Zelanda’daki terör saldırısı gerçekleşti? Aslında Norveç’te Breivik saldırısı sonrası özellikle siyasi düzlemde Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve ırkçılıkla mücadele edilmediğini söylemek doğru olmaz. Muhafazakâr Parti ve Breivik’in saldırıdan uzun zaman önce üyesi olduğu aşırı sağcı İlerleme Partisi de saldırı sonrası İslam karşıtı söylemlerini yumuşatmıştı. 

Henüz çok yeni gerçekleşmiş olan Yeni Zelanda saldırısı için de farklı şeyler söylenemez. Saldırı sonrası göz önünde bulunan ve süreci baştan sona çok iyi yönetmiş olan ülkenin Başbakanı Jacinda Ardern eylemi açıkça terör saldırısı olarak niteledi ve Müslüman cemaat ile birlikte olduklarını açıkladı. Terör saldırısından sonra ülkesindeki bütünlüğün parçalanmaması adına çaba sarf eden Ardern, saldırıdan birkaç gün sonra silah yasalarını da değiştirdi. 

Her iki saldırının ve saldırganın birçok ortak noktası olduğu düşünüldüğünde Breivik örneğinden ders çıkarılabilir. Breivik terör saldırısının bize gösterdiği şey şu: Bu tür terör saldırılarının ardından her ne kadar ulusal bazda iyileştirmeler yapılsa da bu aslında yeterli değil. Aşırı sağcı ve ırkçı ideolojilerin dünyanın her köşesine sirayet ettiği gerçeği ile yüzleşilmeli ve etkin bir mücadele stratejisi oluşturulmalı. Ve bu tür saldırıların altında yatan ideolojilerin özellikle Avrupa’da siyasi ve akademik düzlemlerde büyük destek gördükleri, manifestoların bu söylemlerden hareketle yazıldığı ve sonuç olarak bu tarz söylemlerin terör eylemlerine meşruiyet kazandırma potansiyellerinin olduğu göz önünde bulundurulmalı. Özellikle medyada “beyaz” teröristlerin saldırılarından sonra saldırganların fiillerini meşru gösterecek biçimde başlıkların atılması ve içeriklerin oluşturulması, bunun yanı sıra İslam düşmanlığını destekleyen paylaşımların medyada geniş yer kaplaması ve tüm bunların kamuoyu algısını şekillendirmesi de sadece Müslüman nüfusu tehdit etmekle kalmayıp toplumsal barışın tesis edilmesinin önünde de engel teşkil etmektedir. Özellikle İslam karşıtlığının güçlü bir biçimde hissedildiği Batı Avrupa’da gerekli önlemleri almak için siyasiler ve medya mensupları kendi paylarına düşen sorumlulukları almalı. Breivik saldırısının sebep olduğu saldırılar düşünüldüğünde, her saldırının bir sonraki saldırıyı tetikleyebileceği gerçeği göz önünde bulundurulmalı ve küresel boyutta bu tür saldırıların bir akım hâlini almasını engelleyecek caydırıcı söylemler geliştirilmeli. Küresel boyutta teröre karşı sergilenecek güçlü, kararlı ve ortak duruş, körüklenmek istenen çatışmaların önüne set çekebilecek mahiyette de olmalıdır.

Kaynakça:

İslamofobi Kolektif Bir Korkunun Anatomisi (Sivas, 18-19 Kasım 2011). Ed. Osman Alacahan – Betül Duman. 13-20. Ankara: Kemal İbn-i Hümam Vakfı Yayınları, 2012.

Önal, R. İslamofobi Bağlamında İslam Karşıtı Söylemlerin Batı Dünyasındaki Yansımaları: Norveç Örneği-Karikatür Krizi ve Berwick Terör Saldırısı. Kader, 16(2), 373-403.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Yasir Akdeniz
    2019-04-09 15:46:09

    Elinize saglik Feyza hanim, cok guzel bir yazi olmus

Son Yüklenenler