Almanya’nın İslamofobi, Nefret Suçu ve Yabancı Düşmanlığı Karnesi
Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI) Almanya’da ayrımcılık ve ırkçılık konularını analiz ettiği ve yetkililere tavsiyelerde bulunduğu 6. Almanya raporunu yayınladı. Komite, Almanya'daki artan aşırı sağcı saldırılar ve İslamofobi karşısında uyarıyor.
Merkezi Strazburg’da olan ve insan hakları alanında çalışmalar yürüten Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu (ECRI), 6. Almanya raporunu tamamladı. Almanya’da son 5 yılda yaşanan gelişmelerin analiz edildiği rapor 17 Mart 2020 tarihinde yayımlandı. 53 sayfadan oluşan raporda İslamofobi, ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve hoşgörüsüzlüğe ilişkin önemli bilgiler yer alıyor. Raporda 2019 haziran ayına kadarki beş yıl süreyi kapsayan gelişmelere yer veriliyor. Almanya’nın Halle ve Hanau kentlerindeki saldırılar ise haziran ayından sonra gerçekleştiği için raporda yer almıyor.
Rapor, Almanya’da federal ve eyalet düzeyindeki resmî makamlara ve yerel makamlara İslamofobi, ırkçılık ve nefret suçlarıyla alakalı çok sayıda tavsiye içeriyor.
“Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Zorunlu Kurslar Verilmeli”
ECRI raporu Almanya‘nın okullar, üniversiteler ve emniyet gibi kamu kurumlarında ırkçılık ve ayrımcılık konusunda zorunlu kurslar verilmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Bununla birlikte eyaletlerden eğitim yasaları ve okul müfredatlarına insan hakları ve eşit muameleyi dahil etmeleri isteniyor. Okulda ırkçılık ve ırka dayalı ayrımcılık örneklerinin vuku bulmaması ve öğretmenlerin bu tür sorunlarla karşılaştıkları durumlarda olaylara derhal ve etkili bir şekilde müdahale edebilmeleri için eğitilmelerinin gerekli olduğu bilgisi yer alıyor.
Öte yandan raporda polis hizmetlerinde görülen ırkçı fişlemeye de (İng. “racial profiling”) değiniliyor. Rapor ırkçı fişlemelerin önüne geçmek için polislere bu alanda zorunlu kurslar verilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Polisin denetim, gözetim veya soruşturma esnasında nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın belirli stereotipleri kullanması şeklinde tanımlanan ırkçı fişleme, ırk ayrımcılığının özel bir biçimini oluşturuyor. Bu sorunlu bakışta kimi gruplar ırk, renk, dil, din, yurttaşlık veya ulusal veya etnik köken gibi niteliklerinden hareketle belirli türde suçları işlemeye daha yatkın olarak görülüyorlar. Bu tanımlamanın içerisine kimlik kontrolleri, aramalar, baskınlar ve gözetim gibi eylemler giriyor.
ECRI raporunu yazan Reeta Toivanen, Alman Haber Ajansı’na (dpa) verdiği demeçte, ırkçı şiddet ya da ayrımcılığa maruz kalanların çoğu zaman Alman polisine güven duymadığını ifade etti. Öte yandan raporda emniyette kapsamlı bir ırkçı fişleme yapıldığına ilişkin yeterli kanıt olmasına rağmen, emniyet yetkililerinin ya ırkçı fişlemenin bilincinde olmadığı ya da bunu inkar ettikleri bilgisi yer alıyor. Raporda federal ve eyalet otoritelerinin ırkçı fişlemeyi sistematik olarak araştırması ve önleyici tedbir çalışması yapması da tavsiye ediliyor.
Kamuoyunda Nefret Söylemi ve Nefret Suçları Arttı
Rapor Almanya’da 2006 yılında yürürlüğe giren Genel Eşit Muamele Yasası (AGG) çerçevesinde çalışmalar yapan Federal Ayrımcılıkla Mücadele Birimine (ADS) ilişkin değerlendirmeleri de içeriyor. ADS’nin kuruluşundan bu yana gerçekleştirdiği araştırma ve bilinçlendirme kampanyaları ile ayrımcılıkla mücadeleye katkıda bulunduğu vurgulanıyor. Ancak asli görevi ayrımcılığa uyguladığını düşünen insanlara danışmanlık yapmak olan ADS’in, mağdurları destekleme ve suç duyurusunda bulunmada yetkilerinin kısıtlı olduğu belirtilirken, kurumun tümüyle bağımsız olmadığı ve yeterli mali kaynağa sahip olmadığı kaydediliyor. Bununla birlikte hükûmetin ayrımcılıkla mücadele dairesine daha fazla destek ve yetki vermesi isteniyor.
Raporun en çarpıcı başlıkları arasında nefret söylemi ve nefret suçları var. Nefret söyleminin tanımı konusunda ihtilaflar olmakla birlikte kavramın uluslararası düzeyde kabul görmüş tanımı 1997 yılında Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin nefret söylemiyle ilgili aldığı Tavsiye Kararı’nda yer alıyor. Buna göre “yabancı düşmanlığı, ırkçı nefret, anti-semitizm ve hoşgörüsüzlük temelli diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan ya da haklı gösteren her tür ifade biçimi” nefret söylemi anlamına geliyor (Europarat, 97-20).
Teknolojinin gelişimiyle birlikte hızla hayatımıza giren sosyal ağlar, kullanıcılarına büyük kolaylıklar sağlamakla beraber aynı zamanda negatif söylemlerin de yayıldığı alanlar. Zira birlikte yaşama kültürünün güçlenmesinin önündeki en önemli engellerden olan nefret söylemi bu mecrada taraftar kazanıyor.
İslamofobi Karnesi: “Sorunların Ana Kaynağı Göçmenler”
ECRI raporunda Alman kamuoyunda yabancı düşmanlığı ve nefret söyleminin giderek yaygınlaştığı bilgisine yer veriliyor. 2014 yılının ekim ayında Dresden’de başlayan İslam karşıtı PEGIDA hareketinin protesto eylemlerine katılanların sayısı 25 bini bulmuş, aynı yıl Almanya Ulusal Demokratik Partisi (NPD) ırkçı seçim afişi kullanırken, aşırı sağcı kesimler tarafından göç ve mülteci karşıtı içerikler sosyal medyada dolaşıma sokulmuştu. Sosyal medyada sığınmacıları hedef alan nefret içerikli yorumlara karşı Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Adalet Bakanı Heiko Maas da Facebook’tan ırkçı içeriklerin engellenmesini talep etmişti.
ECRI raporu, Şansölye Merkel’in de desteğiyle Alman halkının 2015 yılının sonbaharında 890 bin mülteciyi sıcak bir şekilde karşıladığını ve toplumda mültecilere yönelik bir “hoşgeldin kültürü” oluşturulduğunu kaydediyor. Raporda ayrıca yüz binlerce insanın yardım etmek için harekete geçtiği belirtilirken Müslüman cemaatlerin bu bağlamda önemli rol üstlendiği vurgulanıyor.
Fakat bu coşku kısa sürede söndü. Zira ülkeye yönelen mülteciler, ev sahibi toplumun üyelerini “problemin üstesinden gelememe” endişesine sevk etti. Mültecilerin art arda gelmesiyle birlikte halkta zenofobik tutumlar arttı ve kamuoyu tartışmaları giderek kötü bir hâl aldı. Mültecilerin Almanya’da kalıcı olmasından duyulan kaygı, halkın kontrolsüz korkular geliştirmesine sebep oldu. Kimileri mültecilerin terör tehlikesini büyüteceği yönünde bir algıya sürüklenirken, kimileri de iş ve sosyal yardımlarının ellerinden alınmasından endişe duydu. Almanya’da mülteciler ev sahibi toplumun kaygılı vatandaşları tarafından “kendi hak alanlarına tecavüz eden işe yaramaz kitleler“ olarak görüldüler. Tüm sorunların ana kaynağı olarak göçmenleri işaret eden bu ayrımcı ve zenofobik bakış önceleri aşırı sağ ve ırkçı olarak bilinen marjinal gruplarla sınırlı iken zamanla geniş halk kitlelerine ulaşarak yayılım göstermiş ve halkta karşılık bulan siyasi bir popülizme dönüşmüştü.
Mülteci Dalgası Genel Güvenlik Duygusunu Olumsuz Etkiledi
Bununla birlikte 2015’ten bu yana süregelen göç güvenlik sorunu olarak görüldü ve İslamofobik, yabancı düşmanlığı tutumlara ve nefret söylemine katkıda bulundu.
ECRI yayımladığı raporda Köln şehrindeki 2015/2016 yeni yıl kutlamalarında yaşanan toplu taciz skandalına atıfta bulunuyor ve olayın şüphelileri arasında mültecilerin olmasının büyük tartışmaya yol açtığı ve bu durumun güvenlik duygusunu etkilediği bilgisine yer veriyor. 2016 yılında Berlin’de Noel pazarı saldırısı gibi eylemler ise mültecilere yönelik toplumda var olan önyargıları pekiştirdi. Mültecilerin sorumlu tutulduğu her vaka, ev sahibi toplumun kendi ülkelerinde yaşayan mültecilere ve dolayısıyla Müslümanlara şüpheyle bakmasını beraberinde getirdi. Alman kamuoyundaki tartışmalar genelde “İslamcı radikalizm” üzerine yoğunlaşırken, İslam da sanal bir gerçeklik üzerinden resmedilmeye çalışılıyor. Dengeli ve çok boyutlu bir şekilde yürütülmesi gereken bu tartışmalar hâlihazırda verimsiz bir eksende süratle ilerledi ve İslamofobi doğurdu.
ECRI, raporunda aşırı sağın İslamofobi ve yabancı düşmanı açıklamalarının genel siyasi söylemi giderek daha fazla etkilediği endişesini dile getiriliyor. AfD, toplumun göçmenlere yönelik korku ve kaygılarını manipüle ederek taraftar kazanmış ve bu yolla büyük bir oy sermayesine sahip olmuştu.
Seçimlerde aşırı sağın yükselişini gören yerleşik partiler zamanla söylem üstünlüğünü elde etmek için aşırı sağın kullandığı dışlayıcı dile savruldular. Böylelikle bu ayrıştırıcı dil Alman siyasetinin doğal bir parçası hâline geldi. Öte yandan raporda AfD’nin iki alt oluşumu Flügel (“Kanat”) ve “Junge Alternative”nin (Genç Alternatif) anayasaya aykırı eğilimler içinde olduğu ifade ediliyor.
Almanya’da Mültecilerin Entegrasyonu
ECRI raporunda yer alan önemli bir bilgi de mültecilerin Alman istihdam piyasasına katılımı ile ilgili. Almanya’da mültecilerin eğitime ve iş hayatına dâhil edilmesi mültecilerin ev sahibi ülkeye uyumu için önemli bir koşul. Mülteciler eğitim sistemine daha çok erişebildiği ölçüde kendilerini geliştirme imkânı elde ediyor ve entegrasyon kabiliyeti kazanıyorlar. ECRI raporundan çıkan tablo göçmen kökenlilerin küçümsenemeyecek ölçüde Alman istihdam piyasasında kendine bir yer edinebildiğini gösteriyor.
Almanya’nın geleceği ve güvenliği hakkında son derece önemli bilgiler sunan bu rapor bütün toplumsal aktörler tarafından ciddiyetle okunması gereken mühim bir kaynak. İslamofobi ile ilgili değerlendirmeler de sunan rapor aynı zamanda Almanya’nın ırkçı ayrımcılıkla mücadele konusundaki karnesi olarak yorumlanabilir.