'Kitap Analizi'

Entegrasyon Paradoksu: Göç Toplumunda Gerilimin Doğallığı

Aladin El-Mafaalani’nin “Entegrasyon Paradoksu” isimli kitabında, açık toplumlarda çatışma normal bir durum olarak ele alınıyor. El-Mafaalani’nin çok satan kitabının kısa bir özeti.

Fotoğraf: Shutterstock.com

1970 yılında Almanya’yı terk edip elli yıl sonra bugün, bu zaman zarfında ne olup bittiğinden bihaber geri dönen bir kişi, nasıl bir ülke manzarasıyla karşılaşırdı? Hiç şüphesiz Berlin, Frankfurt, Hamburg veya Köln’de bir şehir turu attığı, okulları gezdiği, gazetelerde yer alan haberlere göz gezdirdiği ve kamuoyunda yapılan tartışmaları dinlediği takdirde birçok şeyin köklü bir şekilde değiştiğini görürdü. Trafikte çember kavşak uygulamasından medya alanındaki devrime veya iş hayatındaki farklılaşmadan aile anlayışının çeşitlenmesine kadar Almanya’nın nasıl bir hal aldığını gözlemlerdi. Göreceği en önemli değişikliklerin başında da toplumun demografi, kültür ve din alanlarında geçirdiği evrim olurdu. Yaşlanan nüfus nedeniyle bakım personeline duyulan ihtiyaç, kültürel alanda örneğin yeni bir gerçeklik olan yabancı kökenli komedyenler veya toplumda artan sekülerleşmeyle birlikte Müslümanlarla ilgili yapılan tartışmalar karşısında şaşırırdı.

Bu kalıcı dönüşümler Alman toplumunda tartışmaları, uyumsuzlukları, gerilimleri beraberinde getiriyor. Hatta belirli bir kesimi ciddi derecede rahatsız ediyor, tahammülsüzlüğe ve kırmızı çizgileri aşarak nefrete götürüyor.

Gerek bireysel gerekse de toplumsal düzeyde hayata ve geleceğe dair kaygıları artırabiliyor. Özellikle de bugünkü Almanya’nın yumuşak karnı olan, hassasiyet derecesi yüksek göç, Müslümanlar veya azınlık eksenli meselelerde tarafların keskinleştiği çatışmalar yaşanabiliyor. Böyle bir ortamda, geçmişte öğretmenlik yapmış ve hâlâ Osnabrück Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan ve KRV Eyaletinde Çocuk, Aile, Mülteciler ve Entegrasyon Bakanlığı’nda “KRV Eyaletinde Müslüman Angajman” projesinde danışmanlık yapan Aladin El-Mafaalani “Entegrasyon paradoksu. Başarılı entegrasyon niçin daha fazla çatışmaya götürür” (Alm. “Integrationsparadox. Warum gelungene Integration zu mehr Konflikten führt”) ismini taşıyan kitabıyla tüm bu yaşananların normal olduğunu savunarak okurlarını yatıştırıyor.

Alman Göç Toplumunu Tartışan Bir Kitap

El-Mafaalani bu kitabında, Almanya’da toplumun parçalandığını ve dünyanın çığırından çıktığını savunanların aksine toplumun bir bütün olarak geliştiğini, yeryüzündeki farklı coğrafyaların birbirine daha yakınlaştığını ve böylelikle hem içerde hem de dışarda açık toplum olma yolunda ciddi mesafeler kat edildiğini savunuyor. Ona göre, Almanya’da “Açık topluma doğru giden bir yol söz konusu. Bu açık toplum tamamen olmasa da önemli ölçüde gerçekleşti. Daha doğrusu geçmişteki açık toplum düşünürlerinin uygulanabilirliğini tahmin etmedikleri bir seviyeye ulaştı. Açık toplum katılım, aidiyet, kapsayıcılık (Inklusion) imkânı sunmakta, aynı zamanda bu sürece dâhil olmama fırsatı da vermektedir. Açık toplum o kadar açıktır ki, somut bir hedef öngörmemekte, somut bir ideali takip etmemektedir. Bugün ileri bir aşamada liberal göç toplumları söz konusudur.” Önsözün ardından gelen ve “açıklık ve kapalılık” başlığını taşıyan bölümde yer alan bu tespitler, içinde yaşadığımız Alman toplumunun resmini çiziyor. Bu yorumlar aynı zamanda kitabın da ana düşüncesini oluşturuyor.

Yazar, açık toplum ve göç olgularını merkeze alarak yaptığı değerlendirmelerde ilk olarak kitabın üçüncü bölümünün başlığını da oluşturan “iç açıklık” (Alm. “innere Offenheit”) kavramıyla Almanya içinde yaşanan gelişmeleri irdeliyor. İkinci olarak kitabın bir sonraki bölümünün de teması olan “dış açıklık” (Alm. “äußere Offenheit”) başlığıyla dünyanın küçülmesi, kültürler çatışması veye eşitsizlik gibi küresel çaptaki meseleleri ele alıyor. Her iki bölümde de “göçmen figürü” merkezi rol oynuyor. Zira yazara göre bir ulusun kendi içinde ve uluslararası siyasette ne derece açık olduğu bu figür üzerinden şekilleniyor. En açık toplumlar yazara göre en küresel olan toplumlar. Buna bağlı olarak geçmişten günümüze Almanya’nın entegrasyon politikalarını, tarihsel süreçte oluşan bioalman, post göçmen veya göç kökenlilik gibi göç tartışmalarında kullanılan kavramların neredeyse tamamını tartışarak ve aynı zamanda ABD, Kanada ve Japonya gibi diğer gelişmiş ülkelerle kıyaslayarak süzgeçten geçiriyor.

El-Mafaalani göç toplumunu anlamak için masa metaforunu kullanıyor. Birinci neslin yerel topluma tam katılım ve aidiyet gibi bir derdi yoktu. Yerli toplum açısından bu durumdaki göçmenlerle ilişki “kolay ve rahattı”. Zira onlar masada otururken misafir işçiler yerde oturuyordu. Orada yerde oturmaktan memnun olan ve farklı talepleri olmayan bu kişiler için entegrasyon en alt düzeyde gerçekleşiyordu. Bir sonraki nesil yavaş yavaş masada oturmaya başladı. Almanca konuşmaya başladı, Almanya’yı bir memleket gibi yaşadı ve kendisini bütünün bir parçası olarak gördü. Bu nesil ayrıca sadece masada oturmakta kalmadı, masanın en güzel yerine de talip oldu. Üçüncü nesildeyse durum daha farklı bir hâl aldı. Onlar için mesele sadece pastadan pay sahibi olmak değil. Pastayı sipariş vermeye, hangi pastanın masaya geleceğini belirlemeye de talipler. Böyle bir durumda yazar şu soruyu soruyor:  Masada yer alanların köklü değişime uğradığı bu tabloda nasıl olur da ahenk beklenir? Yine kendisinin verdiği cevap şu şekildedir:

Gerilim potansiyelinin arttığı bir ortamda ahenk beklemek ütopik bir şeydir.

Başarılı Entegrasyon ve Irkçılık

Bu perspektiften bakıldığında entegrasyonu ve toplumsal bütünleşmeyi engelleyici olarak kabul edilen birçok gelişme, doğal bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Yine yazara göre örneğin ırkçı veya ayrımcı olaylar, entegrasyonun gerilediğini değil ilerlediğini gösteriyor. Masada daha fazla ve farklı kişilerin paylaşım ve aidiyet mücadelesi verdiği bir ortamda ırkçılık niçin düşsün ki? Bu soruyla, başarılı entegrasyonun ırkçılığı düşüreceği yaklaşımının ne kadar yanlış bir düşünce olduğu hatırlatılıyor. Uyumun arttığı, farklılıkların daha fazla görünür olduğu ortamlarda ırkçılığın artış gösterdiğinin altını çiziyor.

Yazar başarılı göç toplumlarının ırkçılık semptomuna yakalanabilmesini doğal bir gelişme olarak yorumluyor. Bir diğer dikkat çekici düşünce de şu: Irkçı zihniyet sadece zayıf grupları değil güçlü grupları da hedef alabiliyor. Tarihte Yahudiler entegre olamadıkları, Almancayı kötü konuştukları veya işsiz oldukları için mi yok edildiler? Hayır, aksine sorun olmalarının önemli bir sebebi, başarılarıydı. El-Mafaalani’ye göre ırkçılık eksenli gelişmeler aynı zamanda kapanma eğiliminin de bir göstergesi. Nihayetinde açık toplum da kendi sınırına dayanabiliyor. Sınıra yaklaşıldıkça hem içerde hem de dışarda kapanma eğilimleri gözükebiliyor. Günümüzde küresel ve ulusal çapta kapanma eğilimleri olan radikal İslamcılığın, ulusçuluğun ve popülizmin etkili olmasının sebebi, yazara göre açık toplumun sınırlarına yaklaşılması.

Kitapta dikkat çekici bir diğer husus, geçmiş özlemi duyan ırkçı veya kültüralist kişilerin bir yanılgı içerisinde oldukları. Zira tarihteki Almanyalara kıyasla bugünkü Almanya sosyal, ekonomik, teknolojik ve siyasi şartlar açısından gelinen en iyi nokta. Dolayısıyla geçmiş özlemini taşıyan kişiler aslında kendileri bile yaşamak istemedikleri bir dünyanın hayali içerisindeler. Buna rağmen yeni nesil  göçmenlere hep şu düşünceyi yaşatıyorlar: Kişisel olarak Almanya’ya ait olmayı gerektiren ana dil olarak Almanca, Alman vatandaşlığı veya Almanya’ya aidiyyet duygusu var. Buna rağmen hâlâ bir şeyler eksik.

Kabul edilmek ve tamamen ait olmak için daha ne yapmalıyım?

Sonuç olarak, ortalama okurun anlayacağı basit cümlelerle yazılmış yaklaşık 210 sayfalık hacimli kitap Alman göç toplumunu gelinen nokta itibarıyla olumlu bir çerçevede değerlendiriyor. 1978 doğumlu Mısırlı göçmen bir ailenin çocuğu olan El-Mafaalani yazdıklarını yakinen yaşamış bir kişi. Kitabı Almanya’da çok satanlar listesine girmeyi başardı. Göç tartışmalarında önümüzdeki yıllarda da kendinden bahsettirecek ve kanaati sorulacak isimler arasında yer alacağa benziyor.

Kitapla ilgili yapılabilecek en önemli itiraz, AfD’nin yükselişiChemnitz olayları, Hanau veya Halle saldırıları dikkate alındığında, bu ırkçı olay ve felaketlerin, gerilimleri artırıcı başarılı göç toplumuna ne kadar işaret ettiği hususudur. Yoksa kırmızı çizgiler ya da yazarın deyimiyle açık toplumun sınırı çoktan aşıldı mı? Adı konulması gereken farklı bir evre mi söz konusu? Yazarın gelecekte bu soruya daha fazla yoğunlaşması, toplumsal barış için çok ciddi bir katkı olacaktır.

Ünal Koyuncu

Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji, tarih dallarında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır. Koyuncu, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde Ülke Masaları’nı koordine etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler