Eskiden Yeniye Fransız Laikliği: Joan Wallach Scott’un Kitapçığı
Joan Wallach Scott'un Fransa laikliği ile ilgili küçük kitabı, aynı zamanda Fransa'daki başörtüsü tartışmalarına da giriş niteliğinde. Ünal Koyuncu Scott'un "Yeni Ve Eski Fransız Sekülarizmi" isimli kitabını yorumladı.
Almanya, Fransa, İngiltere, Hollanda veya Avusturya gibi Batı Avrupa ülkelerinde azınlık olarak var olan Müslümanlarla ilgili meseleler ve olaylar hakkında sadece bugün yaşanıyormuş gibi bir bilgiye, algıya sahip olabiliyoruz. Ama öyle değildir. Müslümanlar bu ülkelerde yerleşik hâl almaya başlamadan önce de her bir ülkede egemen akımın ötekileştirdiği, varlığını sorunsallaştırdığı bir toplumsal kesim her zaman varolagelmiştir. Bu yorumu ispatlamak için söz konusu ülkelerin tarihlerinden fazlasıyla örnekler verilebilir. Katoliklerin hâkim olduğu coğrafyada Protestanlar, Protestanların hâkim olduğu yerlerde Katolikler can ve mal güvenliği tehdit edilircesine sorun olmuş; Yahudiler gibi dinî azınlıklar zulüm görmüştür. Sadece azınlıklar konusunda değil; bugün aile yapısı, kadın-erkek ilişkisi veya ebeveyn-çocuk ilişkisi konularında da Müslümanlar üzerinden yapılan tartışmalar geçmişte farklı çerçevede olsa da benzer mahiyette yaşanmıştır. Özellikle de kadınlar yakın zamana kadar kendilerine egemen akım tarafından biçilen toplumsal rolü oynamak durumunda kalmışlardır.
Batı Avrupa coğrafyasının kendi içindeki İslam meselesini, yeni bir azınlık olan Müslümanlara karşı tutumunu ve onu şekillendirme biçimini anlayabilmek, yorumlayabilmek için bu tarihsel kaynakları hesaba katmak, bazı avantajları beraberinde getirecektir. Joan Wallach Scott’un Fransız laikliği ile ilgili küçük kitabı bu açıdan okumaya değer bir örnek teşkil ediyor. Onun İngilizceden Almancaya tercüme edilmiş “Yeni Ve Eski Fransız Sekülarizmi” (Alm. “Der neue und der alte französische Säkularismus”) isimli eseri geçmiş ile şimdiki hâl arasında kıyaslama yaparak günümüzdeki bazı gelişmeleri anlamamıza yardımcı oluyor.
Fransa’da Başörtüsüyle İlgili Neler Oldu?
Kitabın başlangıcında -tarihsel kıyaslamaya geçmeden önce- Fransa’daki Müslümanlar, daha doğrusu başörtülü Müslüman kadın üzerinden şekillenen, uygulama ve düşüncedeki Fransız laikliği etkileyici yakın zamandaki gelişmelere yer veriliyor. Bu bilgileri şu şekilde özetleyebiliriz: 2002 yılındaki Le Pen’in Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde elde ettiği başarı Fransız siyasetinde şoka neden olmuştu. Bu durumun sebebi olarak da Müslümanlar nedeniyle Front National’a oy kaybedildiği düşünülüyordu. Dönemin Başbakanı Jean-Pierre Raffarin, Müslüman nüfusun sözde cemaatçilik ve fundamantalizm eğilimlerinden kaynaklanan sorunlarından çıkış yolu bulunması gerektiği kanaatindeydi. Bunun nedenlerini araştırmak üzere Meclis Başkan Yardımcısı ve UMP sözcüsü François Baroin tarafından ‘‘nouvelle laicitè‘‘ (yeni laiklik) başlıklı bir rapor hazırlandı. Fransa’daki Müslümanlara yönelik bakış açısında paradigma değişiminin de göstergesi olan bu rapor, söz konusu kesimin dinî aidiyetlerinin sınırlandırılarak Fransız toplumuna entegrasyonunun, daha doğrusu asimilasyonunun teşvik edilmesini savunuyordu. Rapora göre ülkede bir laiklik krizi vardı ve bunun sebebi İslam’dı. Bu tehlikeye karşı siyasi bir çözümün bulunması kaçınılmazdı.
Raporla kendini gösteren zihniyet değişiminin ardından özellikle de başörtüsü üzerinden Müslümanların kamusal hayata katılımını sınırlandırıcı hukuki adımlar atıldı. 2004 yılında dinî aidiyeti gösteren semboller devlet okullarında yasaklandı. Bakanlık genelgesiyle memurlara mesleklerinde tarafsızlığı korumaları gerektiği hatırlatıldı. 2008 yılında burka taşıyan bir kadının vatandaşlık başvurusu Fransız toplumuna asimile olmadığı gerekçesiyle reddedildi. 2010 yılındaysa Fransa’da kamusal alanda yüzün kapanması yasaklandı. Sonrasında kamu güvenliği ve kadının özgürlüğünün zedelendiği gerekçesiyle özel bir anaokulunda çalışan başörtülü bir kadına çıkış verilmesi tartışmalara neden oldu.
Alınan bu karar, 2014 yılında mahkeme tarafından doğru bulundu. Zira mahkemeye göre kadın, her ne kadar da özel bir anaokulunda çalışsa da kamusal hizmet veriyordu. 2015 yılında Guardian gazetesinde, bir anaokulunda Müslüman ve Yahudi çocukların domuz eti haricinde yemek alamamalarına ilişkin bir haber yayınlandı. Belediye Başkanı azınlıkların talebine karşılık vermeyeceğini, bu şekilde 1905 yasasına uygun hareket ettiğini savunuyordu. Yazar Wallach, Fransız sosyolog François Dubet’ye atıfta bulunarak, bu olaylar silsilesiyle ilgili “sekülarizm hakkında konuşmanın, herkesin aynı değer ve gelenekleri paylaştığı beyaz ve Hristiyan Fransa’nın talep edildiği, Müslümanların istenmediği bir yönteme dönüştüğü” değerlendirmesinde bulunuyor.
Fransız Laikliği: Dinî Eğilimli Fransız Kadının Benzer Tecrübesi
Kitapta ilk bölümün devamında, bu gelişmeler çerçevesinde Fransa’da yeni laiklikle ilgili yapılan farklı yorumlara yer veren Prof. Scott, ikinci bölümde eski laiklik anlayışında kadının nasıl ele alındığını tarihsel perspektifle irdeliyor. Burada dikkat çektiği temel husus, devrim ile Katolik kilisesinin otoritesini sarsan, kamusal alanda dinin konumunu bilim ve akıl ile değiştirmeye çalışan cumhuriyetçilerin “kadını” dine benzer bir şekilde vasıflandırmasıdır.
Bu zihniyete göre, kadının “duygusal” ve “akılsız” olması nedeniyle dinî eğilimlere sahip olması normaldir. Din nasıl ki özel alanda kalmalıysa, kadın da özel-mahrem alanın bir aktörüdür. Bilim, akıl, aydınlanma, kamusal alan ve erkek figürü bir yanda; din, duygu, akılsızlık, özel alan ve kadın figürü diğer yanda iki kutbun farklı kanatlarıdır. Cumhuriyetçilerin bu şekilde dışladığı, özel alana hapsettiği kadın, kendisine kilise hizmetlerinde yer bulur. Bu nedenle bu hizmetlerde yer alan kadın sayısında artış yaşanır. Kadının oynadığı toplumsal rolün ve kilise ile yakınlaşmasının oluşturduğu sıkıntının farkına varan cumhuriyetçiler, “kadını dinden kurtarmak için ne yapmalı” sorusunu sormaya başlarlar.
Yazar bu olguları belirtirken aslında cumhuriyetçi Fransa’nın devrimden bu yana kadın ile esasta bir sorunu olduğunu gösteriyor. Yani bugün başörtülü Müslüman kadın üzerinden yapılan tartışmalar sadece konjonktürel olarak ülkede yeni olan bir şeyle ilgili bir tartışma değil. Aksine Fransa, kadın cinsiyetine yönelik geçmişten bu yana sistemik olarak var olan hegemonik biçimleme mekanizmasının güncel şartlar itibarıyla yeniden alevlenmesiyle karşı karşıya. Bu alevlenmenin başlangıcını da sömürgeci Fransa’nın Kuzey Afrika’da Müslüman kadınla karşılaşma anı oluşturuyor.
Prof. Scott kitabının üçüncü bölümünde bu karşılaşmanın ortaya çıkardığı sonuçları kısaca konu ediniyor. 19. yüzyılda sömürge gücü olan Fransa’da sekülaristler “Fransız kadın” ile “Müslüman kadın” arasında kıyaslamalara gider. Tarihteki sorunlu “dinî eğilimli Fransız kadının” yerini “Müslüman kadın” alır. Ancak ortada çelişkili bir durum vardır. Dönemin Fransasında, Fransız kadın mesela erkeğe tabidir, seçme ve seçilme hakkına sahip değildir. Yani erkekle eşit hak ve role sahip olmadığı için ortada iki cinsiyet arası asimetrik bir durum vardır. Böyle olmasına rağmen Müslüman kadın, İslami yasa ve gelenek tarafından, cinsel olarak sömürülen ve evlerine hapsedilmiş varlıklar olarak görülür. Bir bakıma “kendi kadınının” dezavantajlı konumuna bir şey demeyen sekülaristler, “öteki kadının” durumunu dert edinirler.
“Açık Erişim” İle “Kapalı Sistem” Arasında Mücadele
Joan Wallach Scott bu çelişkiye değindikten sonra “örtülü ve örtüsüz kadın” başlığını taşıyan dördüncü bölümde örtü, cinsiyet ve eşitlik üçgeninde sürdürülen tartışmaların aslında neye tekabül ettiğini yorumlamaya çalışıyor. Bunu yaparken örtüyü, zıt iki tarafın birbirinden ayrıştığı püf nokta olarak görüyor. Buna göre “açık erişim” taraftarları vücudun açılmasını, görülebilirliğini, izlenebilirliğini hatta ve hatta tadılabilirliğini eşitliğin ve özgürlüğün temel ayaklarından bir unsur olarak kabul ediyorlar. Buna karşın “kapalı sistem” yaklaşımında örtü, cinsel mesafe, sınır veya fazileti sembolize ediyor. Eşitlik veya özgürlük, cinsiyet üzerinden değil bireysellik üzerinden gerçekleşiyor. Bu bağlamda Scott, Müslüman kadın feministlerin örtünün kendilerini gerçekten özgürleştirdiğini söylediklerini belirtiyor.
İçeriği hakkında özetle bilgi verdiğimiz Prof. Scott’un 60 sayfalık kitapçığı Fransa’daki başörtüsü tartışmalarına bir giriş mahiyeti taşıyor. Scott bir yandan tarihten ve günümüzden olaylar ve tartışmalara ilişkin bilgiler verirken; diğer yandan bu olayların arka planında yatan zihniyeti analiz etmeye çalışıyor. Çalışmayı asıl anlamlı kılan husus ise, Fransız devriminden bu yana kadın cinsiyetinin maruz kaldığı yaftalamaları, adlandırmaları bir bütün olarak resmetmesi. Böylelikle kadın üzerinden kimlik bulan Fransız laikliği, kendi kadın anlayışının dışındaki yaklaşımlara geçmişten bugüne ne kadar kapalı olduğunu göstermiş oluyor. Diğer dillere de tercüme edilmesi gereken bu kitabın sonunda okuyucunun aklında, Fransa’daki bu sistemsel kapalılığın nasıl aşılabileceği meselesi bir not olarak kalıyor.