'Dosya: "Kesin Dönüş Mümkün mü?'

Türkiye’ye Kesin Dönüş-II: “Başucumda Hâlâ Stefan Zweig Kitapları Duruyor”

Kesin dönüş, göç kökenliler için en temel tartışma konularından birisi. Kesin dönüş yapmış olanlarla görüştüğümüz röportaj serisinin ikincisinde, Türkiye’ye 30 yıl önce dönen Ayşegül Hanım’ın hikâyesini dinliyoruz.

Fotoğraf: 99Art - Shutterstock.

Perspektif için şubat ayında bir “Kesin Dönüş” dosyası hazırlarken niyetim tek bir röportaj metniyle konuyu kapatmaktı.  “Neresi Sıla Bize, Neresi Gurbet? Yollar Bize Memleket!” başlıklı yazım için Türkiye’ye kesin dönüş yapanların hikâyelerini dinledikçe ve bu hikâyelerdeki otantikliği gördükçe ikinci bir yazıyla devam etmek gerektiğini düşündüm. Bu ilginç hikâyelerden birisi de Almanya’nın Fulda şehrinde doğup büyüyen Ayşegül Karakurt Ürüt’e ait.

Bugün 43 yaşında olan Ayşegül Hanım, şu an Samsun’da yaşıyor. Onun hikâyesi “kesin dönüş” yapanların hikâyesinden bazı yönleriyle ayrılıyor. Zira kendisi, Almanya’dan Türkiye’ye kesin dönüş adımını attığında sadece 12 yaşındaymış. O dönemi şöyle anlatıyor Ayşegül Hanım:

“Babam 1976 yılında, henüz 19 yaşındayken Almanya’ya gitmiş. Almanya’da kaldığı 20 yıl boyunca hep temelli dönüş hayali vardı. Türkiye’de bir ilahiyatçı akrabamız, ‘Çocukları Türkiye’ye ne kadar erken gönderirsen o kadar kolay uyum sağlarlar’ dediği için bizi Türkiye’de yatılı Kur’an kursuna göndermeye karar verdi. Benden 1 yıl önce ablam Türkiye’ye gitti. Ben de 12 yaşında geldim. Konya’da Kur’an kursuna gittik. Sonra da özel okulda eğitimimize devam ettik. Ara tatillerde ve yaz tatilinde Almanya’ya ailemizin yanına gidiyorduk. Hafta sonları ise Konya’daki anneanne ve babaannemizin yanında kalıyorduk.”

Henüz ufak bir çocukken başlayan yurt hayatının o dönem ablasıyla kendisi için bir “macera” olduğunu ekliyor Ayşegül Hanım. Fakat 96 yılına gelince ablasıyla artık yurtta kalmak istemediklerini, bir daire tutmak istediklerini Almanya’daki ailelerine söyleyince işin renginin değiştiğini söylüyor: “Biz böyle söyleyince babam ‘Demek evlatlarım için yurtta kalmak artık zor hâle geldi. O hâlde hepimiz hemen Türkiye’ye dönüyoruz’ dedi. Aslında yaz tatilinde gemiyle Türkiye’ye gitme planı olmasına rağmen babam rotayı değiştirdi ve hızlıca toparlanıp tüm aile 1996 yılında Türkiye’ye temelli dönmüş olduk.”

Böylece Karakurt ailesi için 1976 yılında başlayan Almanya macerası, 20 senenin ardından 1996 yılında sona ermiş.

“Bu Bir Gerçek, Bizi İstemiyorlar ve Bunu Hep Hissettirecekler”

Özellikle 90’lı yıllarda Almanya’dan Türkiye’ye dönüşleri Almanya’daki dinamikler açısından ele almakta fayda var: 1983 yılında Almanya’da çıkan “Geri Dönüş Yardımı Yasası” ile Almanya’da işsiz kalan yabancıların ve ailelerinin geldikleri ülkelere geri dönüşü teşvik edilmişti. Bu işçilere 10.500 Mark para verilmesi, çocuk başına ek ödenek sunulması, aynı zamanda Almanya’da ödedikleri sigorta paylarının da kendilerine topluca verilmesi ve böylece Almanya’daki emeklilik haklarından feragat etmeleri planlanıyordu. O dönem bu düzenlemeden faydalanan 150.000 kadar yabancının Almanya’yı terk ettiği biliniyor.

Ayşegül Hanım’ın babası ise o dönem Almanya’ya geleli henüz 6 sene olmuştu. Ve o dönem aile henüz, kendilerini Türkiye’ye iten “büyük felaket”i de yaşamamıştı. Tüm aileyi Türkiye’ye dönme konusunda cesaretlendiren o olayı Ayşegül Hanım şöyle anlatıyor:

“Babamı Türkiye’ye dönüş konusunda en çok etkileyen şey, dedemin işyerinde yanması olmuştu. Çalıştığı yerde bir yere mazot dökülmüş, orayı tutuşturması için dedem gönderilmiş. O olayda dedem yanarak hastaneye kaldırılmış. Babam ve ailemizde bu olay, hep bir düşmanlık sonucu yapılan, bir nevi tuzak olarak anlatılırdı. Babam, ‘O kadar verimli çalışmamıza rağmen Almanlar bizi hiç dost olarak görmedi. Hep 2. sınıf vatandaşız.’ derdi.”

Ayşegül Hanım aile içinde aktarılan bu anlatının sebepsiz olmadığını izah ediyor. Almanya’da 1996 yılında çıktıkları alışverişte, iki başörtülü genç kız olarak çarşıda kendilerine birisinin “Ausländer raus!” diye bağırdığını hatırlıyor. “Çok korkmuştuk. Eve gelip anlattığımızda babam bize şöyle dedi: ‘Bu bir gerçek, bizi istemiyorlar. Ve bunu hep hissettirecekler.’”

Ayşegül Hanım, buna rağmen bu ırkçılık tecrübesinin ailesi içerisinde ele alınma biçimine de eleştirel yaklaşıyor. “Belki bu ayrımcılıkla karşılaşan eğitimli göçmenler, bu tür olaylara bugün daha farklı tepki verebiliyorlar. Ama babam başta olmak üzere o dönem misafir işçi neslinin eğitim düzeyi de düşüktü. Bunlara dedemin yangın olayı ve babamın Almancayı kendini savunacak kadar bilmeyişi eklenince, babamın bu ırkçılığa tepkisi hep ‘kesin dönüş fikri’ şeklinde oldu diyebilirim.”

Türkiye’ye Dönüşte 28 Şubat Atmosferi

Ayşegül Hanım babası için çocuklarının “Alman kültürü içinde kaybolmamaları”nın çok merkezî bir yerde durduğunu hatırlıyor: “Babamda, ‘Çocuklarıma dinimizi özümsetemem’ korkusu ve hatta derinde de bir suçlu hissetme endişesi vardı. Kendi akrabalarının çocuklarının ‘Alman gibi’ olduğunu görünce korkardı.”

Bu korkudan hareketle Karakurt ailesinin döndüğü Türkiye’de de toplumsal atmosferin oldukça karmaşık olduğunu söyleyebiliriz. Zira Ayşegül Hanım’ın ailesi döndükten sonra Türkiye’de 28 Şubat patladı. Hem ekonomik anlamda Türkiye’deki istikrarsızlık hem de o sırada başörtüsüyle okumaya çalışan Ayşegül Hanım’ın karşılaştığı yasaklar, Türkiye’de tutunma sürecini oldukça zorlaştırmış. “Babam bizi özel okulda okutmak için çok zorlandı, ama vazgeçmedi. O dönem babamın Almanya’dan aldığı bir sigorta kesintisi vardı. Türkiye’ye dönüş yaptığımızda biraz da o paraya güvenmişti. O parayla belki rahat bir ev alırdı. Ama ‘eğitiminiz daha önemli, okumaya devam edin’ dedi ve özel okulda bizi okuttu.”

O dönem yaşadıkları ekonomik zorlukları şöyle anlatıyor Ayşegül Hanım: “Küçük kardeşim Almanya’da doğup büyümüştü, hiç Türkiye’ye gelmemişti. Almanya’da buzdolabında puding veya çikolata görmeye alışıktı. Almanya’da bunlara sık sık erişebilirken Türkiye’de ekonomik durumumuz nedeniyle bunları bulamayınca kardeşimin zorlandığını hatırlıyorum. Biz zaten 12 yaşından beri yurtta kaldığımız için o kesin dönüşten çok etkilenmedik açıkçası.”

Ayşegül Hanım Türkiye’ye ailesiyle birlikte kesin dönmüş bir genç kız olarak 2000 yılında üniversiteye girmiş ve üniversitede iktisat okumuş. “Üniversite okurken ailemden yeniden ayrılmak istemiyorduk. Ortaokul döneminde bir gurbetlik yaşayınca üniversite için dört kardeş bir arada kalmak istedik. Hepimiz Konya’da, ailemizin yanında okuduk.”

Bayramlarda Yapılan Käsekuchen

Türkiye’ye yerleşmesinin üzerinden neredeyse 30 yıl geçen Ayşegül Hanım’a, “Peki Almanya’yı nasıl hatırlıyorsunuz?” diye soruyorum. Aldığım cevap “huzurlu hatırlıyorum” şeklinde oluyor. 30 yıl önce ayrıldıktan sonra Almanya’ya hiç gitmese de başucunda hep Stefan Zweig kitapları bulunduğunu, Almanca kitapları sindire sindire okuduğunu anlatıyor. Aradan geçen 30 yıla rağmen Almanya, Ayşegül Hanım’ın hatırasında huzurlu bir çocukluğun nostaljik bir fotoğrafı gibi sabit duruyor.

Ve tam da burada, kendime, bana sorulmasından nefret ettiğim bir soruyu Ayşegül Hanım’a sorma izni veriyorum. “Nerede kendinizi evinizde hissediyorsunuz?” diye soruyorum. Onlarca yıldır Türkiye kökenlilere yönelik “Türkiye mi Almanya mı? Türk millî takımı mı Alman millî takımı mı? Orası mı burası mı?” sorularına göz devirmiş birisi olarak, sanki suç işlermiş gibi sorduğum bu soruya Ayşegül Hanım gözlerini kapatıp şöyle cevap veriyor:

“Gözümde canlanan sahnede evim, belki yüzde 40 Almanya’da. Almanca konuşurken mutlu oluyorum. Käsekuchen, Lebkuchen, Brezel gibi tatlar hâlâ damağımda. Alman yemekleri tariflerini ablamla birbirimize gönderiyoruz. Bayramlarda ailece bir araya geldiğimizde mutlaka Käsekuchen yapıyoruz. Almanya’dan gelen birisini gördüğümde, ortak paydamız var gibi hissediyorum.”

Ve o an bir şey fark ediyorum: Almanya’da tam da 1992 yılında Mölln’deki ırkçı kundaklama, ardından 1993 yılında Solingen kundaklaması olurken de, Ayşegül Hanım sınıf arkadaşlarının kendisini “Nächste Woche kommen die Nazis” (Gelecek hafta Naziler gelecekler) diye korkuttuğunu anlatırken de, “Almanlar”ın ırkçı ve acımasız olduğu düşüncesi babasının iliklerine kadar işlenirken de, tüm aile hikâyesi Almanya’dan kopmaya çalışsa da; bir kere bir yerde ev kuran insanın, bir şekilde orasıyla bağlantısının hep devam ettiğini görüyorum. Ne Naziler, ne ırkçılar, ne eğitim sistemi, ne koca devlet politikaları insanları bir ülkeden koparmaya bütünüyle yetmiyor. İnsan kendisini bir kere bir yerde huzurlu hissetti mi, bir parçasını hep orada bırakıyor.

Elif Zehra Kandemir

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ırkçılık araştırmaları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler