'İşçi Göçü'

Göçün Dijital Belleği: DiasporaTürk

DiasporaTürk, 15 yıllık geçmişiyle Avrupa’ya yönelik iş gücü göçü sonrası oluşan hafızayı sosyal medyaya taşıyan bir oluşum. DiasporaTürk’ün kurucusu ve en temel hikâye anlatıcılarından birisi olan Gökhan Duman’la oluşumun kendi hikâyesini konuştuk.

Fotoğraf: Gökhan Duman - ©Diaspora Türk.

DiasporaTürk 15 yılı aşan bir geçmişe sahip. Türkiye kökenli göçmenlerin tanıklıklarını kayıt altına almaya nasıl başladınız?

DiasporaTürk, aslında bir fikirden ortaya çıktı. 2008 yılında Ankara Üniversitesindeki bir yüksek lisans dersinde diasporalar üzerine çalışırken bu fikrin şekillendiğini söyleyebilirim. “Diaspora ve göç” çalışmaları doğası gereği sosyolojiyi ve insan hikayelerini de bünyesinde barındıran bir alan. Hatta bu yönü belki de en çekici yanıdır. İnsan hikayeleri, alıntılar, anekdotlar ve ortak hafızaya ait imgeler hemen her çalışmaya zenginli ve derinlik katar diye düşünüyorum.

Diaspora ve göç çalışmaya başladıktan bir süre sonra 1961 yılından beri Avrupa’nın çeşitli ülkelerine göç etmiş milyonlarca insana ait bu devasa hikâyenin kültür sanat, edebiyat, sinema ve diğer alanlarda daha fazla yer edinmesi gerektiğine inanıyordum. Sosyal medyanın hayatımıza girmesiyle “Acaba bu hikâyeler ortak bir yerde, örneğin bir sosyal medya platformunda toplanabilir mi?” düşüncesi ortaya çıktı. O zamana kadar bir arşivimiz yoktu. Fikir böyle ortaya çıktı.

DiasporaTürk’ün sosyal medya sayfalarını açtıktan sonra insanlar bize hikâyelerini göndermeye başladı. Tamamen gönüllü ve organik bir süreç. Beklediğimizden de fazla sayıda hikâye, anekdot, fotoğraf ve anı sosyal medya üzerinden biz ulaşıyordu. Bu alanın şimdiye kadar pek dokunulmamış bir alan olduğu anlaşılıyordu. Her ne kadar şimdiye kadar çok kıymetli edebiyat eserleri, akademik araştırmalar, filmler ve kitaplar var olsa da insanların kendi dilinden hikâyelerini anlattığı, köprü görevi gören bir platformun bu alanda yeni olduğunu söyleyebiliriz.

DiasporaTürk’te tanıklık ve belge toplama süreci nasıl işliyor?

Başlangıçta, “Tanıdıklarımıza ulaşalım, göç hikâyelerini toplayalım” gibi bir matematik kurmadık. İnsanların gönüllü olarak bizimle hikâyelerini paylaşması üzerine bir denklem kurduk. Böyle bir bağlamda insanlar daha doğal şekilde kendi hikâyelerini anlatır diye düşündük. Öyle de oldu.

İlk başlarda, internette kolaylıkla bulabileceğiniz, neredeyse herkesin aşina olduğu birkaç göç fotoğrafını yayınlayarak başladık. Sirkeci’den tren kalkarken el sallama fotoğrafı ya da Türk işçilere ait gazete kupürleri gibi… Daha sonra “Benim dedemin bir hikâyesi var. Onu anlatmak istiyorum.”, “Babamın göç hikâyesini sayfanızda yayınlar mısınız?”, “Annemle babamın ilk gittikleri zamandan bir fotoğrafları var. Paylaşır mısınız?” gibi mesajlar almaya başladık. O kadar çok hikâye, fotoğraf, mektup, görsel, kartpostal gelmeye başladı ki böylece bir arşiv oluştu. Tabii bu hikayeleri hakkıyla -o duyguya herhangi bir gölge düşürmeden ve saygı duyarak- sunmanız gerekiyor. Bu insanlar ve duyguları gerçek. Onlar varlar. Onların hikâyelerini olduğu gibi, bütün samimiyetiyle anlatmaya gayret ettik. Belki de insanların kendi hikâyelerini bizimle paylaşma nedenlerinden biri de hikâyelerdeki bu duruluk ve sahiliktir.

Kaynağımız esasında hikâyelerin asıl sahipleri; hikâyeyi yaşayan insanların aileleri, çocukları. Böyle olunca bizim payımıza da organik bir hikâye anlatıcılığı düşmüş oluyor. Anlattığımız hikâyeler mülakat yaparak, önceden soru hazırlayarak ortaya çıkan hikâyeler değil. Bunlar, akşamları evdeki çay sohbetlerinde anlatılan, sanki ilk defa dinliyormuş gibi ailenin her ferdinin her seferinde pür dikkat dinlediği, kelime kelime ezberledikleri, bağ kurdukları, derinden hissettikleri hatıralar. Biz de bu tadı korumaya gayret ediyoruz.

Göçün Dijital Belleği DiasporaTürk

İşçi yurdundaki odalarında mektup okuyan bir göçmen işçi grubu. Fotoğraf: Gökhan Duman – ©DiasporaTürk.

Hikâyelerdeki Ortak Temalar ve Biricik Hikâyeler

Hikâye anlatıcılığı sürecinde nelere dikkat ediyorsunuz?

Bir hikâyeyi şimdiye kadar hiç olduğu gibi yayınlamadık. Hikâye bize ulaştıktan sonra karşı tarafa aklımıza takılan, merak ettiğimiz soruları soruyoruz. Çok ilginç detaylar ortaya çıkıyor. Ardından metin nihai haline geliyor. Bunun çok faydasını gördük.

Diyelim ki bir teyzemiz “Sirkeci’den trene binerken Almanlar bize kumanya verdi. O kumanyayı yolda yiyip üç günde Almanya’ya vardık.” diye anlatırken “Peki kumanyanın içerisinde ne vardı?” sorusunu sorarsanız o size bir yol açıyor. O anları yaşayan kişi bazen bu farkındalıkta olmayabiliyor, zaten o heyecanla kumanyaya kafa yoracak hâli de pek yok. Ama bu teyzemiz kumanyanın içerisindekileri sayarken, çikolatadan bahsetti ve zaten kumanyanın içeriğini bilen bir ekip olarak o ana kadar çikolatadan söz eden kimseyle karşılaşmamıştık. Yolluk ödemesi ve kumanya Almanya tarafından karşılanıyordu. Peşine düşünce öğreniyorsunuz ki Türk yetkililer işçilerimize küçük bir jest yapmak istiyor ve ağızları tatlansın diye bütçe ölçüsünde kısa bir süreliğine kumanyaya çikolata ekliyorlar. Bu tür detayların göç tarihi ve anlatıları içerisinde var olması gerektiğini düşünüyorum. Bunların peşine düştüğünüzde aslında ortak hafızaya da katkıda bulunmuş oluyorsunuz.

Öte yandan, yolculuk hikâyelerini, yurt hikâyelerini, dil sorunu, yemek ve su bulma çabalarını, mektuplaşmaları, hediyeleşmeleri, sıla yolunu, ilk yıllarda yaşanan tüm o zorlukları önceliyoruz. Bunlar 64 yıllık göç hikâyesinin genel şablonlarını da bir yönüyle ortaya koyuyor çünkü.

Ama bununla beraber bir de bizim “biricik” dediğimiz bazı hikâyeler var. Mesela kasete seslerini kaydedip yollayan işçilerimizin sesli mektupları var. Bir işçimiz, kasetin A yüzünü doldurup bitirirken, “Hanım, B yüzünü yalnızken dinle.” diyor mesela. Bu biricik bir hikâyedir. Her zaman karşınıza çıkmaz. B yüzünde eşine özel bir şeyler söyleyecek, ona duyduğu özlemi, sevgiyi, aşkı ifade edecek ve bir şarkı söyleyecek. Bunlar da bu göç hikâyesinin tatları, renkleri. Bunları da çoğunlukla masada tutmaya gayret ediyoruz.

DiasporaTürk Göçün Dijital Belleği

194 ve 1971 yıllarında Türkiye’ye gönderilen iki mektup. Fotoğraf: Gökhan Duman – ©DiasporaTürk.

DiasporaTürk sosyal medyadan kitaplara ve sergilere de taşındı. Biraz bu süreci anlatır mısınız? Gelecekte neler planlıyorsunuz?

Evet, sosyal medyada hikâye anlatıcılığıyla başlayan serüven bizi başka yerlere götürdü. İyi ki de öyle oldu. Geriye dönüp baktığımızda her şeyden önce 3 tane kitap ortaya koyduğumuzu görüyorum. Editörlüğünü üstlendiğim 61 yazarlı ve 61 fotoğraflı “Göçüp Kalanlar” kitabı var. Peşinden benim ilk kitabım “11. Peron” ve onun akabinde 2023’ün başlarında çıkan “Ötekilerin Başkenti” kitabı… İngiltere’de ve Almanya’da sergilerimiz oldu. Türkiye’de sergilerimiz oldu. Pandemi dönemindeki dijitalleşmeyle online bir göç sergisi de yapabildik. TRT Türk’te 13 bölümlük “Gurbet” belgeselimiz yayınlandı. İş Sanat Sahnesi’nde müzikal bir gösterinin paydaşı olduk. Tiyatrocuların göç hikâyelerini anlattığı ve o göç hikâyeleriyle bağlantılı türkü ve şarkılarının birleştiği bir sahne düşünün. Çok gurur verici, onur duyduğumuz bir çalışmaydı bizim açımızdan.

Yine hiç aklımıza gelmeyen bir tema: Moda… Uluslararası bir moda markasıyla ortak bir göç koleksiyonu çıkardık. Biz onlara göçün ana unsurlarını, temalarını, simge ve sembollerini anlattık. Onlar da bunu birçok kıyafet türüne yansıttılar. Koleksiyonun neredeyse tamamı tükendi. Bununla beraber yine atölye çalışmaları yapmayı çok seviyoruz. Özellikle yüksek lisans, doktora çalışması yapan arkadaşlarımızla alışverişte bulunuyoruz.

Biz daha çok ortak çalışmalarda yer almayı, bize yönelik çağrılara ses vermeyi, paydaş olmayı, işin bir ucundan tutmayı seven bir topluluğuz. Gönüllülük üzerine çalışmaya devam edeceğiz. Bir katkımız oluyorsa ne mutlu.

Gelecekte de bir diaspora ve göç müzesinin parçası olmayı çok isteriz. İstanbul’a böyle bir müze çok yakışırdı. Avrupa’da, Almanya’da güzel örnekleri var. Bazı müzelerin bazı bölümleri göçle ilgili kurgulanmış. Sadece göç müzesi olarak faaliyet gösteren yerler de var. Ben de arzu ederim ki bunca emek, binlerce hikâye, binlerce obje; bavullar, duvar halıları, kasetler, mektuplar, radyolar, oyuncaklar bir gün bir müzede ziyaretçilerle buluşsun. Tarihi perspektifle, zengin insan hikayeleriyle modern bir tarzda tasarlansın. Sanatsal anlamda değerli bir yerde sergilensin ve hem kendi insanımıza hem de dünyaya bu öyküyü anlatsın.

Burak Gücin

Galatasaray Üniversitesinde sosyoloji alanında lisans eğitimi olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesinde kültürel çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler