'Göçün Bilinmeyen Hikâyeleri'

Mektuptan Kasete: Sınırları Aşan Cümleler

Sınırları aşan cümleler mektuplarda, radyo yayınlarında ve kasetlerde yolculuk etti. Gökhan Duman, Göçün Bilinmeyen Hikâyeleri Serisi’nin dördüncü yazısında Türkiye ve Almanya arasında yolculuk eden nice duygu ve heyecana ortak oldu.

İşçi yurdundaki odalarında mektup okuyan bir göçmen işçi grubu. Fotoğraf: Gökhan Duman - ©Diaspora Türk.

Mektuplar, şarkılar, türküler ya da kasete çekilmiş ses kayıtları… Bir zamanlar Türkiye ve Almanya arasında mekik dokudular. Uzun yıllar boyunca nice duygular, nice heyecanlar onlar aracılığıyla taşınıp durdu. Göndereni ve alıcıları farklı olsa da hepsinin ortak bir yanı vardı… Sınırları aşan cümleler taşıyorlardı.

Mektup yolu gözlemek, göçmenlerin hayatında bir “eski zaman ritüeli” gibidir. Sıradan bir “bekleme” eylemi, merak ve sabırla yoğurularak tarifi zor bir duyguya dönüşür ve farkında olmadan derin anlamlara bürünür. Haftanın yalnızca belirli günlerinde mahalleye gelen postacıyı takip etmek; üzerinde sarı renkte PTT yazan emektar posta çantasının içerisinden kendileri için gönderilmiş “Deutsche Post” damgalı bir zarfın çıkmasını ummak, misafir işçi ailelerinin ortak yazgılarından biridir. Yazgının diğer tarafında ise işçi yurtlarının ya da fabrikaların personel girişlerinde bulunan ve üzerinde “Türkei” yazan posta kutularını “acaba bana gelen bir şey var mı?” düşüncesiyle her gün kontrol eden işçiler bulunmaktadır.

Yüksek Sesle Okunan ve Herkese Ait Mektuplar

Herkes bilir ki, mektup kime yazıldıysa o kişiye özeldir ve zarfın üzerindeki isim mektubun asıl sahibidir. Ancak bunun bir istinası vardır ki, o da göçmen mektuplarıdır. Memleketten bir mektup geldiyse eğer o mektuptan herkes nasiplenirdi. Yurt odalarda toplanılır, en son havadislerden, memleketin havasından suyuna, tarlasından ekinine, çocukların okulundan sağlık ocağına gelen yeni hekime varıncaya dek mektupta onlara dair ne varsa bir bir okunur, ardından vardiyada olup da yetişemeyenler için sonraki günler bir daha tekrar edilirdi. 

“O zamanlar mektubu gelene hürmet edilirdi. İşte şu adamın düşüneni, seveni varmış diye. Bir de memleketteki en son havadisler onda olurdu. O yüzden birinin mektubu geldiyse hemen gidip göz aydınlığı verirdik.” (11. Peron)

Mektubun yönü değiştiğinde de durum benzerdi. Gurbetten bir mektup gelmişse eğer bu kez evin tüm ahalisi, yakın akrabalar hatta komşular bir odada toplanır, okuma yazması olan kişi yüksek sesle mektubu tane tane okurdu. Mektubun okunması devam ederken kimi zaman tebessüm edilir, kim zaman gözyaşlarına hâkim olunamazdı. Eskiler, o yıllarda mektuplarında eşlerine özel birkaç kelam etmekten geri dururlarmış nedense. Bizim belki şimdilerde pek anlam veremeyeceğimiz bu eski adet, bir saygı ve hürmet göstergesiymiş. Evin büyükleri olur da duyar, görür diye çekinirlermiş. Ama bunu bir şekilde aşmanın yollarını da ararlarmış. Gitmeden eşiyle anlaşıp kimsenin tanımadığı hayali bir isim belirleyip, mektupta o kişiye selam söyleyerek aslında eşine selam söyleyenler, yine aynı şekilde anlaşıp mektubun bitişine üç nokta koyarak, “seni unutmadım” diyenler ve mahalleden başka bir arkadaşının ismine mektup göndererek gizlice eşine, sevdiğine mektubunu ulaştıranlar… Zaman hepsini dönüştürdü. Artık sevgimizi bu denli saklama ihtiyacı duymuyoruz. Anne-babalarımız, dedelerimiz, ninelerimiz bunları hatırlayıp gülümsüyorlardır şimdi belki. 

Türkiye’den Almanya’ya göçün üzerinden geçen 60 yıl, çok fazla insanın hayatında iz bıraktı. Göçün Bilinmeyen Hikâyelerinin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

“Biz eşimize mektup yazamazdık. Anne-babamıza yazar, herkes iyi mi diye sorardık. Onlar da herkes iyi, sana da çok selamı var diye yazardı.” (11.Peron)

İlk Frekanslar…

Göçmenlerin ilk göz ağrısı mektuplar olsa da zamanla Türkçe radyoların yayına geçmesiyle memleketten daha hızlı havadisler alınmaya başlandı. Çok geçmeden ilk Türkçe radyo yayını işçi yurtlarında yankı buldu. Batı Alman Radyo ve Televizyon Kurumu WDR, 1964’te her gün 45 dakika olmak üzere Türkçe yayına geçti. Daha önce Almanya’ya gelen göçmen işçiler için İtalyanca, Yunanca ve İspanyolca yayınlar yapılıyordu. Türklerin gelişiyle birlikte WDR “Köln Radyosu” ismiyle Türkçe yayınlarını başlatmış oldu. Aynı dönemlerde “TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu” da karasal yayın üzerinden Almanya’ya ulaşmaya başlamıştı.

Bir akşam saatinde yurt odasında radyoyu kurcalarken bir anda tanıdık bir Anadolu türküsü duyan Türk işçiler o anda ne hissetmişlerdi? Türküler memleketin yolunu daha kısaltıyordu belki de. O yüzden radyoların başına oturulur, saatlerce Muzaffer Sarısözen’den, Ruhi Su’dan, Yücel Paşmakçı’dan, Bedia Akartürk’ten bir türkü, bir şarkı yolu gözlenirdi. Bazen de haftada bir kez yapılan istek saati beklenirdi heyecanla. Bir saat kadar süren istek programında sevdiklerinin isimlerini, şehirlerini söyleyerek onlara bir şarkı armağan ederlerdi. Kalplerinden geçenleri ve söylemek isteyip de söyleyemediklerini o şarkı aracılığıyla anlatırlardı sevdiklerine. 

“Babam radyo yayını teybe kaydetmeyi öğretmişti. Her gün o mesaideyken Türkçe haberleri, şarkıları, türküleri teybe çekerdim. Babam işten gece 01.00 gibi gelir, salonda sessizce kaseti dinler, öyle yatardı.” (Eflatun Demirci)

Türkiye’den gelen işçilerin ve ailelerin sayısı arttıkça, radyolar ve televizyonlar da giderek Türkçe yayınlarını arttırmaya başladı. Köln Radyosu’nun yanı sıra SWR, NDR, RBB, Hessen, Münih ve Hamburg radyoları da belirli gün ve saatlerde Türkçe yayınlara yer veriyordu. Hem TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu’nu hem de Almanya’daki diğer radyoları dinleyebilmek için herkes bir radyo satın almanın peşine düşüyordu. Grundig ya da Schaub Lorenz marka radyolarını omuzlarına takıyor, memleketlerine giderken bile radyolarıyla gidiyorlardı.

Bay Ottens, kaseti icat ettiğinde bunun belki de en fazla müzik sektöründe karşılık bulacağını düşünmüş, on binlerce göçmen işçinin ve onların aileleri arasında bu denli bir köprü kuracağını tahmin edememişti.

Sesli Mektuplar

70’li yılların başında Hollandalı mühendis Lou Ottens’in kaseti icat etmesinden kısa bir süre sonra onları kullanabileceğimiz teypler de hayatımıza girdi. Birçok firma teyp ve mikrofonu entegre ederek kasetin üzerine ses kaydı yapılmasına olanak sağladı. Böylece göçmen işçiler için de yeni bir dönem başlamış oldu. İşçi yurtlarında elinde mikrofonuyla ses kaydı yapan, şiir okuyup, şarkı söyleyen işçilerin sayısı giderek artıyordu. Artık ilk maaşla alınacaklar listesinin en başına teypler yazılıyordu. Bir tane memlekete, bir tane de yurda teyp alarak mektup yerine kaset doldurup gönderme modasını göçmen işçiler başlattı. Bu yeni modanın adı ise “sesli mektup” olmuştu. Herkes sesini banta çekip, eşine, ailesine, sevdiklerine gönderiyordu. Köylerde, kasabalarda, şehirlerde “sesli mektup gelmiş!” deyip toplanıyorlar, gurbette olanın kanlı canlı sesini dinliyor, ardından en başa alıp bir daha tekrar ediyorlardı. Teybi ve kaseti evin yüksek bir yerinde muhafaza etmeye özen gösteriyorlardı. Bu eşyayı korumaktan daha çok, onu gönderene olan saygıdan ileri geliyordu. Tıpkı mektuplar gibi kasetler de o evdeki en değerli şeydi çünkü içerisinde eşlerinin, babalarının, çocuklarının seslerini taşıyordu.

Bay Ottens, kaseti icat ettiğinde bunun belki de en fazla müzik sektöründe karşılık bulacağını düşünmüş, on binlerce göçmen işçinin ve onların aileleri arasında bu denli bir köprü kuracağını tahmin edememişti. Hatta bir zaman sonra Esslingen’de işçi olarak çalışan Beyhan Kayabaş’ın fabrikaya giderken çocuğunun evde korkmaması için kasete hikaye ve masallar okuyup ona bırakması gibi hayatın farklı alanlarını kolaylaştıracağını da bilemezdi.

“Eşim bant doldurup yollamış, bütün ev teybin başındayız. Eşim bantta iyisiniz inşallah diyor bütün ev ‘iyiyiz iyiyiz’ diyor, köye kar inmiştir diyor, herkes ‘indi indi’ diyor. En son anasını, babasını herkesi andı, kalanlara da hasretle selam ederim dedi. İşte o kalan bendim.” (11.Peron)

Sınırları aşan cümleler, bazen günlerce yolculuk ettikten sonra küçük bir yurt odasında yüzleri tebessüm ettiren bir mektupta, bazen günün en yorgun saatinde memleketten Almanya’ya uğurlanan bir radyo tınısında, kimi zaman da bir köşeye geçip kimse duymadan sevdiğine kaset doldurup şiirler okuyan göçmen işçinin boğuk sesinde kendine karşılık buldu. Küçük hayatlarımıza küçük mutluluklar katardı mektuplar, radyolar ve kasetler. Bir zaman sonra, sessizce hayatımızdan çıkıp gittiler.

Gökhan Duman

Yazar ve editör olan Duman, “11. Peron” ve “Göçüp Kalanlar” isimli kitapların yazarı, ayrıca “DiasporaTürk” isimli sosyal medya hesabının kurucusudur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler