Arnavutluk Avrupa’nın Guantanamo’su mu Oluyor?
Ruanda'dan Arnavutluk'a, Avrupa Birliği kendisine sığınmak üzere ölümcül rotaları göze alarak kıtaya ulaşan savunmasız insanları kendi adına tutacak ülke arayışından vazgeçmiyor. Aşırı sağın güç kazandığı Avrupa’da, yasal açıdan tartışmalı olsa da, bu seçeneğin önümüzdeki yıllarda daha fazla ülke tarafından gündeme alınması bekleniyor.

Her geçen gün bir başka Avrupa ülkesi mültecileri ülkeye kabul etmemek için bu “sorunu” sınırlarının dışında tutabileceği bir “çözüm” arayışına giriyor. Schengen bölgesinde birbiri ardına başlayan sınır kontrolleri ve mültecileri anlaşmalı üçüncü ülkelere gönderme planları bu çözüm arayışlarından bazıları. Birleşik Krallık’ın ardından bir çok Batı Avrupa ülkesi deniz veya kara yoluyla ülkeye ulaşan mültecileri gönderebilecekleri 3. ülkelerle anlaşmalar imzalıyor. Bunun en son örneği ise İtalya ve Arnavutluk arasında imzalanan Arnavutluk Protokolü.
İki ülke arasında geçtiğimiz kasım ayında imzalanan beş yıllık anlaşmaya göre, İtalyan yetkililerin denizde yakaladığı düzensiz göçmenler, Arnavutluk’ta hazırlanan kabul merkezlerine gönderilecek ve iltica başvuruları burada İtalyan yetkililer tarafından işleme konacak. İtalya projenin ne kadara mal olacağı hakkında bilgi vermekten kaçınsa da, beş yıllık anlaşmanın yaklaşık 1 milyar Euro’ya mal olacağı tahmin ediliyor.
STK’lar anlaşmayı “AB’de sığınma hakkına vurulmuş yıkıcı bir darbe” olarak nitelendirerek, önlemlerin uluslararası koruma standartlarını zayıflattığını savunuyor. 50 sivil toplum kuruluşu kaleme aldıkları bir açık mektupta, insan haklarından ödün verildiği takdirde bunun herkes için bir sonucu olacağını belirterek şu ifadelere yer verdi:
“Mevcut hâliyle kabul edilmesi hâlinde, çocuklar ve aileler de dahil olmak üzere göçmenlerin keyfi olarak gözaltında tutulmasını normalleştirecek, ırksal profillemeyi arttıracak, geri itmeleri mümkün kılmak için “kriz” prosedürlerini kullanacak ve bireyleri şiddet, işkence ve keyfi hapis riski altında oldukları sözde ‘güvenli üçüncü ülkelere’ geri gönderecektir.”
Sayılar Ne Söylüyor?
Uluslararası Göç Örgütü (IOM)’nin Kayıp Göçmenler Projesi tarafından elde edilen verilere göre, 2023 yılı dünya genelinde en az 8,565 kişinin göç yollarında hayatını kaybederek kayıtlara geçtiği en ölümcül yıl oldu. 2023 yılındaki ölü sayısı, 2022 yılına kıyasla yüzde 20’lik trajik bir artışa işaret ediyor.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’ne göre 2023 yılında en az 264 bin 371 sığınmacı Avrupa’ya tekne ve kara yoluyla giriş yaptı; bu bir önceki yıla göre yüzde 66 artış ifade ediyor ve 2016’dan bu yana kaydedilen en yüksek rakam. Her 10 sığınmacıdan altısı ise İtalya kıyılarına çıktı. Uluslararası Göç Örgütü (IOM) sözcüsü Flavio Di Giacomo bu rakamların, bir milyondan fazla insanın deniz yoluyla Avrupa kıyılarına ulaştığı 2015 yılında kaydedilen rakamlara nazaran “oldukça yönetilebilir rakamlar” olduğunu söyleyerek, “Ortada gerçek bir acil durum yok” diyor. Ancak sağ kanat politikacılar başta olmak üzere Avrupalı karar alıcılar farklı görüşte.
Her Yıl 36 Bin Göçmen Arnavutluk’a Gönderilecek
Öte yandan birçok gecikme ve tüm eleştirilere rağmen İtalya’nın sığınmacıları Arnavutluk’a göndermeyi içeren tartışmalı planının birkaç hafta içinde yürürlüğe girmesi bekleniyor. Anlaşma ilk olarak İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ve Arnavutluk Başbakanı Edi Rama tarafından 2023 Kasım ayında Roma’da duyurulmuştu. Anlaşma, sahil güvenlik ya da sınır polisi dahil İtalyan gemileri tarafından kurtarılan 36 bin kadar göçmenin her yıl Arnavutluk’taki kabul merkezlerine gönderilmesini öngörüyor.
İtalya tarafından işletilen iki göçmen merkezi, Arnavutluk’un başkenti Tiran’ın yaklaşık 45 mil kuzeyindeki Shengjin ve onun yakınındaki Gjader’de inşa ediliyor. Sky News‘in yerinde incelediği Shengjin limanındaki ilk merkez 6 bin metrekarelik bir alanı kaplayan iki katlı dört büyük binadan oluşuyor. Merkezin etrafında beş metre yüksekliğinde metal çitler bulunuyor ve merkez 40 CCTV kamerasıyla izleniyor.
Merkezin denetiminden sorumlu Polis Müdürü Evandro Clementucci, sadece uluslararası sularda kurtarılan bekar erkeklerin buraya gönderileceğini, yardım kuruluşları ya da göçmen grupları tarafından işletilen gemiler tarafından kurtarılanların, doğrudan İtalyan topraklarına girenlerin ya da İtalyan sularında bulunanların ise bu planın dışında tutulacağını belirtiyor. Göçmenlerin ilk yerleştirilecekleri yerin Shengjin kabul merkezi olduğu bildirilirken, verilen bilgiye göre buraya gelen göçmenler ilk önce sağlık taramasından geçirilecek, onlara yiyecek, su ve giyecek verilecek ve bağımsız hukuki danışmanlığa erişimleri sağlanacak.
Göçmenler buradan eski bir askeri üs ve göçmenlerin bir sonraki durağı olan Gjader’e gönderilecek. Burada en fazla 28 günle sınırlandırılmış hızlı iltica taleplerinin değerlendirileceği bildirilirken, göçmenlerin on beş metre karelik odalarda dörder kişi kalmaları planlanıyor. Burada ayrıca davaları reddedilen ve ülkelerine geri gönderilmeyi bekleyen kişiler için geri gönderme gözaltı merkezi ve merkezde suç işlerken yakalanan kişiler için mini bir cezaevi bulunuyor.
“Ruanda Planıyla Karşılaştırılamaz”
Shengjin ve Gjader merkezlerinde ayda 3 bin kişinin tutulması bekleniyor. Tunus, Mısır, Cezayir, Nijerya, Fas ve Bangladeş gibi İtalyan hükûmeti tarafından “güvenli” kabul edilen ülkelerden gelen insanlar, sığınma taleplerinin reddedilmesi durumunda, İtalya’nın söz konusu ülkelerle yaptığı anlaşmalar nedeniyle ülkelerine geri gönderilebilecekler. İltica başvurusu kabul edilen sığınmacıların ise feribotla İtalya’ya götürüleceği belirtiliyor.
İtalya ve Arnavutluk arasında imzalanan anlaşma Birleşik Krallık’ın yeni hükûmetle birlikte rafa kaldırılan Ruanda planını hatırlatsa da, İtalya’nın Arnavutluk Büyükelçisi Fabrizio Bucci, Arnavutluk Protokolü’nün Birleşik Krallık’ın başarısız Ruanda planıyla karşılaştırılmasına karşı çıkıyor:
“İki plan karşılaştırılamaz ve aralarında iddia edilen bağlantı uygun değil. Arnavutluk’taki merkezlerimiz İtalyan yargı yetkisi altında, yani İtalyan yasaları ve kurallarına tabi. Arnavutluk’un göçle ilgili mevzuatını da inceledik ve bunun Avrupa mevzuatıyla örtüştüğünü biliyoruz”
Muhalefet: “Plan Uluslararası Hukuka Aykırı”
Ancak herkes planla ilgili aynı derecede heyecanlı değil. Muhalefet partileri Rama ve Meloni arasındaki anlaşmanın AB yasalarına, uluslararası anlaşmalara ve insan haklarına aykırı olduğu konusunda uyarıyor. İtalya’da ana muhalefetteki Merkez sol Demokrat Parti, anlaşmanın göçmen krizini çözmediğini ve sadece Meloni’nin stratejik bir hamlesi olduğunu söylüyor. Partinin göç politikaları başkanı Pierfrancesco Majorino bu kararı “müstehcen” ve “insan haklarını ayaklar altına alan berbat bir operasyon. Zarar verici ve pahalı bir gösteri.” olarak nitelendirdi.
Liberal ve Avrupa yanlısı yaklaşımlarıyla öne çıkan Più Europa partisi milletvekili Riccardo Magi ise projeyi “insan haklarına ve uluslararası yasalara saygı göstermediği” gerekçesiyle “İtalyan Guantanamosu” olarak adlandırıyor. Magi’ye göre bu anlaşma, herhangi bir uluslararası hukuku dikkate almadan ve düzgün bir şekilde denetlenme olasılığı olmadan İtalya dışında bir kamp yaratıyor. Ayrıca Magi İtalya’nın, yabancı vatandaşlarla ilgili Avrupa Birliği yasalarına aykırı hareket edemeyeceğini belirtiyor.
İtalya’daki diğer muhalefet partileri de anlaşmanın uluslararası insan hakları hukukunun ihlali anlamına geldiği konusunda uzlaşıyor.
AB’den Yeşil Işık, Arnavutluk’tan Veto
İtalya Cumhurbaşkanlığı Devlet Müsteşarı ve İtalya İstihbarat Delegesi Alfredo Mantovano Arnavutluk Protokolü’nü, “yasadışı göç akımlarını yönetmek için yenilikçi bir model” olarak tanımlayarak planla ilgili Avrupa’da geniş bir fikir birliği olduğunu bildirdi. Buna göre 27 Avrupa Birliği ülkesinden 15’i İtalya’dan plana dair ayrıntıları kendileriyle paylaşmasını istedi.
Bir Avrupa Komisyonu sözcüsü de bu trendi doğrulayarak, projeyi yakından takip ettiklerini ve “Üye devletlerin göç yönetiminde AB dışındaki ülkelerle işbirliği yapmalarının” mümkün olduğunu belirterek, Ancak bunun “AB hukuku ve uluslararası hukuka tam saygı çerçevesinde yapılması önemlidir.” açıklamasını yaptı.
Buna karşılık Arnavutluk Başbakanı Edi Rama Euronews’e yaptığı açıklamada, İtalya ile Arnavutluk arasında imzalanan anlaşmaya ilgi duyan Avrupa ülkelerinin kendilerini bir partner olarak görmemesi gerektiğini söyleyerek, “Bu İtalya ile özel bir anlaşma, çünkü İtalya’ya koşulsuz bir sevgimiz var” açıklamasında bulundu. Rama, Arnavutluk’un 1990’larda komünizmin çöküşünden sonra İtalya’ya sığınan ve “cehennemden kaçıp daha iyi bir hayat hayal eden” Arnavutlar adına Meloni’nin yanında olduğunu söyledi; anlaşmanın İtalya’nın on yıldır AB bloğuna katılmak için resmî bir aday olan Arnavutluk’un AB’ye katılım sürecini iletletme çabalarının bir karşılığı olduğu iddialarını ise reddetti.
Rama’nın açıklaması, AB başkentlerinin ve Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer’in İtalya ve Arnavutluk arasında imzalanan anlaşmaya” ilgi gösterdiklerini belirttikleri açıklamaların ardından geldi.
Birleşik Krallık’ın “Başarısız” Ruanda Planı
Birleşik Krallık’ın iltica başvurularını değerlendirmek üzere ülkeye yasa dışı yollardan giriş yapan göçmenleri Ruanda’ya gönderme planı uzun süre tartışılmıştı. İlk olarak dönemin Başbakanı Boris Johnson, Mart 2022’de yaptığı bir açıklamada Ruanda planını dile getirmiş ve Birleşik Krallık’ta yasa dışı kalan göçmenlerin Ruanda’ya gönderilmesi için 14 Nisan 2022’de iki ülke arasında Göç ve Ekonomik Kalkınma Ortaklığı Anlaşması imzalanmıştı.
15 Kasım 2023 tarihinde Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi, Ruanda’nın sığınmacıların gönderilebileceği güvenli bir ülke olmadığı gerekçesiyle bu planın hukuka aykırı olduğuna hükmetmişti. Yüksek Mahkeme’nin kararına cevaben hükûmet, Ruanda ile ek güvenceler sağlayan yeni bir anlaşma yayınlamış ve Ruanda’nın sığınmacılar için güvenli bir ülke olduğunu ilan eden yeni bir mevzuat çıkarmıştı. Nihayet 25 Nisan 2024 tarihinde Birleşik Krallık’ın Ruanda ile yaptığı antlaşma onaylandı ve 2024 tarihli Ruanda Güvenliği (İltica ve Göçmenlik) Yasası kanunlaşarak yürürlüğe girdi.
2023’te kabul edilen yasa tasarısı, göçmenlerin yakalandığı anda gözaltına alınarak adli soruşturma olmaksızın 28 gün içinde kendi ülkelerine ya da Ruanda gibi güvenli kabul edilen üçüncü ülkelere sınır dışı edilmelerini öngörüyordu. Sığınma taleplerini ve yasal hak arayışlarını ise ancak sınır dışı edildikten sonra yapabileceklerdi.
Johnson’ı takip eden Truss ve Sunak liderliğindeki Muhafazakar hükûmetler de planı yürürlüğe koymada kararlı bir duruş sergilediler. Planın en ateşli destekçilerinden dönemin Birleşik Krallık Başbakanı Rishi Sunak geçtiğimiz aralık ayında, sıkı bir önlem alınmazsa göçün Avrupa ülkelerini “boğacağı” uyarısında bulunmuş ve “zehirli” bir retorik benimsemekle suçlanmıştı.
Muhalefetin yanı sıra pek çok sivil toplum kuruluşunun tepkisini çeken planla ilgili olarak Londra merkezli Uluslararası Af Örgütü, sığınma işlemleri için insanları başka bir ülkeye göndermenin, “sorumsuzluğun doruğu” ve “insanlıktan ve gerçeklikten uzak” olduğunu ifade etmişti.
Avusturalya’nın “Pasifik Çözümü”
Her ne kadar Ruanda planıyla mültecilerin üçüncü bir ülkeye yerleştirilmesi fikrini ilk ortaya atan ülke Birleşik Krallık’mış gibi görünse de, bu fikrin çok önce Danimarka, İsrail ve Avusturya tarafından gündeme getirildiği biliniyor.
Avustralya, 2001 yılında mültecilerin Papua Yeni Gine ve Nauru Cumhuriyeti’ndeki merkezlere gönderileceğini açıkladığında açık deniz gözaltı merkezlerini kullanan ilk ülkelerden biri olmuştu. Avustralya “Pasifik Çözümü” olarak adlandırdığı planı 2013 yılında tekneyle gelmeye çalışan mültecileri caydırmak için daha da sertleştirerek, ülkeye tekneyle giriş yapan mültecilere yeniden yerleştirme vizesi verilmeyeceğini duyurdu. Bu adım, 2011 ve 2012 yıllarında Afganistan, Irak, İran ve Sri Lanka gibi ülkelerden Avustralya’ya teknelerle gelen insanların sayısındaki hızlı artışın ardından gelmişti.
Nauru’da hâlen onlarca mültecinin tutulduğu, Papua Yeni Gine’de Manus Adası’ndaki merkezlerin ise, Papua yüksek mahkemesinin merkezlerin “yasadışı” olduğuna karar vermesinin ardından kapatıldığı bildirildi. Buradaki mültecilerin ise ya Nauru’ya transfer edildiği ya da daimi vatandaş olma sürecini başlatmak üzere Papua Yeni Gine’de kaldığı aktarıldı. İnsan hakları grupları, 13 kişinin şiddet, tıbbi dikkatsizlik veya intihar nedeniyle öldüğünün rapor edildiği merkezlerdeki koşulları eleştirmeye devam ediyor.
İsrail: Ya Sınırdışı, Ya Hapis
2015 yılında dönemin Netanyahu hükûmeti, Uganda veya Ruanda olduğu tahmin edilen adını açıklamadığı bir ülkenin mültecileri kabul etmesini öngören “gönüllü” bir politika uygulamaya koydu. İsrail, sığınmacılara 3 bin 500 dolar para ve uçak bileti karşılığı “gönüllü olarak” ülkeyi terk edip kendi ülkelerine ya da anlaşma kapsamındaki üçüncü bir ülkeye gitme veya İsrail’de kalma ve süresiz hapsedilme seçeneklerini sunuyordu.
Plan, sığınmacıların üçüncü bir ülkeye gitmeyi kabul etseler bile onları daha sonra kaçtıkları ülkeye geri gönderilmekten koruyacak yasal bir statü ya da garanti sağlamadığı gerekçesiyle yoğun bir şekilde eleştirilmişti. Mültecilerin zorla sınır dışı edilmesine yönelik daha sonraki bir plan 2018’de masaya yatırılmış ancak yüksek mahkemenin kararının ardından rafa kaldırılmıştı.
Danimarka: Ruanda Planı Beklemede
Son on yılda giderek sertleşen göç politikaları uygulayan Danimarka‘da Dışişleri Bakanlığı tarafından 2022 Ocak ayında yayınlanan bir rapora göre 2015-2020 yılları arasında yaklaşık beş milyon sığınma başvurusu kaydedildi ve bunların yüzde 52’si reddedildi.
Danimarka, 2021 yılında ülkeye gelen mültecilerin anlaşmalı üçüncü bir ülkedeki sığınma merkezlerine gönderilmesine olanak tanıyan ve Avrupa Komisyonu tarafından eleştirilen bir yasayı kabul etmiş, AB içindeki ve dışındaki ülkelerle, potansiyel olarak Tunus ve/veya Etiyopya’yı da içeren olası anlaşmalar hakkında görüşmeler yapmıştı. 2022’de ise Ruanda ile Danimarka’ya gelen sığınmacıların Afrika ülkesine transfer edilebileceği bir programın oluşturulması konusunda anlaşmaya varmıştı.
Ancak Danimarka hükûmeti bunun yerine AB’nin kendisi veya diğer AB üyesi ülkelerle birlikte benzer bir yapı kurmaya çalıştığı için bu planı şimdilik askıya almış görünüyor. Ülke henüz Ruanda’ya herhangi bir göçmen göndermedi. Danimarka Göç ve Entegrasyon Bakanı Kaare Dybvad Bek, Reuters‘a gönderdiği mesajda “AB ile işbirliği içinde sığınma işlemlerini ortak bir ülkeye taşımak hükûmetin hedefi olmaya devam ediyor” açıklamasını yaptı.
Bununla birlikte, mültecilerin gönderilmesi planlanan söz konusu üçüncü ülkelerin ne derece güvenli olduğu ayrı bir tartışma konusu. Kar amacı gütmeyen ABD’li kuruluş Freedom House’un raporuna göre Ruanda’da “Kongolu ve Burundili genç mülteciler cinsel istismara ve Ruanda güvenlik güçleriyle bağlantılı silahlı gruplara zorla dahil edilmeye karşı savunmasız durumdalar.” Zorunlu göç alanında uzmanlar Ruanda hükûmetinin kırılgan bir itibarı olduğuna ve ülkenin güvenilirlik puanının oldukça düşük olduğuna dikkati çekiyor.
Almaya’nın Ruanda Planı
Birleşik Krallık’ın gündeminden çıkardığı Ruanda planı diğerlerinin yanı sıra, mültecileri ülkeden uzaklaştırmak isteyen Alman politikacılara da ilham oluyor. Almanya Göç Anlaşmaları Özel Temsilcisi Joachim Stamp (FDP), Rusya ve Belarus üzerinden AB ülkelerine giriş yapan düzensiz göçmenlerin iltica başvurularının Ruanda’da yapılması önerisinde bulundu. Rusya ve Belarus’u “hibrid savaşlarının” bir parçası olarak AB’ye göçü teşvik etmekle suçlayan Stamp, Table Media’nın bir podcast programında konuşan Stamp, Almanya’nın “başlangıçta İngilizler için hazırlanmış olan mevcut yapıları kullanabileceğini” söyledi.
Fakat bunu yapabilmek için Almanya’nın sınır dışı yasalarında bazı değişiklikler yapması gerekiyor. Hâlihazırda göçmenler anavatanlarının dışında bir ülkeye, ancak orada ikamet eden akrabalar gibi güçlü bir bağlantıları varsa sınır dışı edilebiliyor.
Almanya’da yakın zaman önce iltica başvurusu reddedildiği için sınır dışı edilmesi planlanan Suriyeli bir sığınmacının 23 Ağustos’ta Solingen şehrinde gerçekleştirdiği ölümcül bıçaklı saldırının ardından ülkedeki mültecilerin sınır dışı edilmesi tartışması yeniden alevlenirken, saldırının hemen ardından Başbakan Olaf Scholz, aralık ayına kadar sınır dışı işlemlerini hızlandırmak için yeni yasa tasarıları sunma sözü vermişti.