Almanya’daki Erken Seçimler Türk Diasporasını Nasıl Etkileyecek?
Almanya'da erken seçimler için kurulacak sandıklar, Türk diasporası için birçok bakımdan kritik önem taşıyor. Radikal, popülist milliyetçi sağın güçlenmesi, tersine çevrilmesi imkânsız bir sürecin önünü açabilir. Kendini gösteren radikal, sağ milliyetçi tehlike karşısında Türklerin seçimlere kitlesel ve bilinçli katılımı hem Almanya’nın hem de Türk diasporasının geleceği için son derece önemli.

Almanya’daki Türk diasporası, birçok farklı kültür ve etnik kökenden insanı bünyesinde barındıran Almanya’nın asli bir unsuru. Bulundukları ülkeye bağlılık duyan, toplumsal yaşamın her alanında aktif olan ve siyasi katılım gösteren Türkler, Türkiye ile de kültürel, sosyal, hatta siyasi ve ekonomik bağlarını da devam ettiriyorlar. Bu anlamda Almanya’daki Türk diasporası sosyoloji literatüründeki “ulusötesi topluluk” kategorisinin bütün özelliklerini taşıyor; iki kültürlü, iki dilli bir yaşam tarzı sürdürürken hem Almanya hem de Türkiye’ye sadakatle bağlılar.
Türklerin bundan sonra da toplumsal yaşamın her alanında kendi kimlikleriyle aktif rol alabilmeleri ve siyasal süreçlere etkin bir biçimde katılabilmeleri, Almanya’nın demokratik bir hukuk devleti olma özelliğini korumasına, toplumun ise açık, çoğulcu ve çokkültürlü kalabilmesine bağlı. Ancak, bu noktada çeşitli risk ve sınanmalar söz konusu: Almanya’daki özgürlükçü demokratik düzen, ciddi bir sağ radikal, popülist ve milliyetçi bir meydan okumayla karşı karşıya!
Almanya ayrıca dışarıdan da antidemokratik bir sınama ile, otoriter bir meydan okuma ile karşı karşıya. Tesla ve SpaceX CEO’su, sosyal medya platformu X’in sahibi ve Trump yönetiminde ABD Hükûmet Verimliliği Bakanı olan Elon Musk, göçmen ve İslam karşıtı Almanya için Alternatif (AfD) partisine, “Almanya’yı kurtarabilecek tek parti” olduğunu belirterek destek verirken, Başbakan Olaf Scholz’a “aptal” diyerek hakaret etmişti. Dolayısıyla, Almanya’da yaşayan Türk toplumunun, Almanya’nın demokratik ve özgürlükçü özelliklerine karşı gelişen tehditler karşısında bilinçli bir yurttaş sorumluluğuyla hareket etmesi ve seçimlere katılım sağlaması büyük önem taşıyor.
Seçimler Siyasi İstikrar Getirmeyebilir
23 Şubat parlamento seçimlerinin Almanya ve Almanya Türk Toplumu için barındırdığı sınama ve tehditlerin başında siyasal istikrarsızlığın devamı geliyor. Mevcut anketlere göre şöyle bir tablo ile karşı karşıyayız: 11 Şubat 2025 tarihli FORSA anketinin verilerine göre, önümüzdeki seçimlerde Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) seçmenlerden yüzde 29 oranında oy alıyor; ikinci sıradaki popülist milliyetçi, radikal sağ Almanya İçin Alternatif (AfD) partisi ise yüzde 20’lik bir seçmen desteğine sahip. Onları sırasıyla yüzde 16 ile Almanya Sosyal Demokrat Parti (SPD), yüzde 14 ile Birlik90/Yeşiller (B90/Grüne), yüzde 6 ile Sol Parti (LINKE) ve yüzde 4 ile Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ile Hür Demokrat Parti (FDP) izliyor.
Bu tabloya göre, iki koalisyon modeli mümkün. Birincisi, CDU/CSU ve SPD’nin ortaklığında ve Friedrich Merz’in başkanlığında kurulacak bir “Büyük Koalisyon”. İki köklü partinin koalisyon yapması hâlinde Federal Mecliste edineceği sandalye sayısı (334), 630 sandalyeli mecliste çoğunluğu elde etmek için yeterli olan 316 sandalye sayısının üzerinde olacağı için, bu tarz bir hükûmetin meclis aritmetiği açısından güçlü ve istikrarlı olacağı söylenebilir. Ancak, BSW ve FDP’den birinin meclise girmesi durumunda, bu koalisyon alternatifi sadece kıl payı bir çoğunluğa sahip olabilir.
Dolayısıyla Almanya’yı bekleyen birinci tehlike, siyasal istikrarsızlığın devamı iken, ikinci tehlike ise AfD desteğiyle kurulacak bir azınlık hükûmeti olabilir. AfD’nin Hristiyan Birlik partileriyle koalisyon yapması durumunda sandalye sayısı – yukarıdaki anket sonuçlarına göre – muhtemelen 365 civarında olacaktır. Friedrich Merz’in kuracağı bir azınlık hükûmeti, uzun süre iktidarda kalabilir ve Merz uygun gördüğü bir zamanda erken seçime gidebilir. Zira mecliste AfD dışındaki partiler azınlıkta olacağı için, Merz azınlık hükûmetini sürdürmek zorunda kalacaktır. Alman sisteminde, hükûmetin düşürülebilmesi için yalnızca güvensizlik oyu yeterli değildir. Güvensizlik oyu veren partilerin, yeni bir hükûmet ve başbakan adayı üzerinde de anlaşmaları gerekiyor. Bunun için de AfD’nin oyları gerekecektir.
Türk Diasporasını Bekleyen Tehlike
“İslam Almanya’ya ait değildir. Yayılması ve sayıları sürekli artan Müslümanların varlığı, devletimiz, toplumumuz ve değerlerimiz için büyük bir tehlikedir.”
Son iki yıl içinde oylarını iki katına çıkaran AfD, büyük olasılıkla Federal Mecliste (Bundestag) ikinci büyük fraksiyonu oluşturacak. Bu durum, partinin komisyonlardaki temsiliyeti ve siyasi gücünün artmasına yol açacaktır. Bu güçlenme, göç, vatandaşlık, din ve vicdan özgürlüğü gibi konularda elde edilen kazanımları törpülemeye yönelik girişimleri de beraberinde getirebilir. Meclisin bu denli sağa kayması, göçmen ve Türk kökenli milletvekillerinin hareket alanını oldukça sınırlayacaktır.
Bir diğer tehlike ise, aşırı sağcı ve şiddet yanlısı grupların AfD’nin başarısından cesaret alarak daha fazla etkinlik göstermeleridir. Aşırı sağcı şiddet, ırkçılık ve İslam karşıtlığıyla mücadele etmek daha da zorlaşacaktır. AfD’nin güçlenmesi, diğer siyasi partilerin söylem ve pratiklerini de milliyetçi, dışlayıcı ve ırkçı bir yönde etkileyecektir. Bu durum, toplumda popülist milliyetçi ve ayrımcı bir iklimin doğmasına neden olabilir. Türkiye kökenlilere yönelik ayrımcılık, günlük yaşamda ve devlet kurumlarıyla olan ilişkilerinde daha belirgin hâle gelebilir.
AfD, içinde Alman iç istihbaratı tarafından “aşırı, şiddet eğilimli” olarak tanımlanan grupları barındırmaktadır. Bu nedenle, AfD’nin güçlenmesi, aşırı sağ teröre karşı mücadeleyi de zayıflatacaktır. AfD’yi destekleyenler, tüm seçmenler arasında en popülist grubu teşkil ediyor. Parti, liberal, sosyal düzeni reddederken, göç ve mülteci politikaları konusunda kısıtlayıcı bir siyaset benimsiyor. Müslümanlar ve diğer azınlıklara karşı nefret dilini besleyen bir tutum sergileyen AfD, bu bakımdan Almanya’nın çok kültürlü, çoğulcu ve açık toplum yapısı ve özgürlükçü demokratik düzeni için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Yukarıda AfD parti programından yaptığımız kısa alıntı ise bu partinin Müslümanlara dair bakışını çok iyi özetliyor.
AfD’nin Sorunlu Politikaları: Ekonomi, İklim ve Uluslararası İlişkiler
Bu partinin seçimlerden güçlenerek çıkacak olması, Almanya’nın uluslararası imajı, itibarı ve saygınlığının yanı sıra, Alman ekonomisi için de ciddi bir risk teşkil ediyor. AfD, göçmen karşıtı ve ırkçı yaklaşımları nedeniyle Alman ekonomisine zarar veriyor, çünkü Alman sanayi ve hizmet sektörü yabancı işgücüne ihtiyaç duyuyor. Düzenli ve ekonominin ihtiyaçlarıyla uyumlu bir göç olmadan Almanya’daki nitelikli eleman ihtiyacının giderilemeyeceği aşikar. Göçmenlerin ekonomik katkısı, iş gücü piyasasının ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir rol oynuyor. Dolayısıyla, AfD’nin savunduğu kısıtlayıcı göç politikaları, kısa ve orta vadede olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Ayrıca, son derece küreselleşmiş ve değer üretiminin büyük çoğunluğunu ihracata borçlu olan Alman ekonomisinin, AfD’nin güçlenmesiyle yurtdışında doğacak kuşkulardan olumsuz etkilenmemesi neredeyse imkânsız görünüyor.
Bundan başka, AfD iklim değişikliğinin büyük ölçüde insan eliyle gerçekleştiğini kabul etmiyor ve bu nedenle iklim değişikliğini sınırlamaya yönelik tüm önlemleri faydasız görüyor. Partinin iklim politikası, çevresel tehditlere karşı duyarsızlık gösteriyor ve çevresel sürdürülebilirliği göz ardı ediyor. Parti, CO2 vergisini, içten yanmalı motorların kısıtlanmasını, AB filo vergisini ve ısıtma yasasını kaldırmayı, ayrıca Paris İklim Anlaşması’ndan çekilmeyi savunuyor. Bu yaklaşımlar, Almanya’nın çevre politikalarının geriye gitmesine ve uluslararası iklim taahhütlerinin ihlaline yol açabilir.
Öte yandan, bazı AfD milletvekillerinin Rusya ile meşru olmayan ilişkiler içinde oldukları ve fonlandıkları yönündeki iddialar da basında sıkça yer alıyor. Bu durum, partinin uluslararası ilişkilerdeki güvenilirliğini ve etik anlayışını sorgulatmaktadır. AfD’nin dış politika yaklaşımları, Almanya’nın stratejik çıkarlarıyla uyumsuz olabilir ve ülkenin uluslararası imajını olumsuz etkileyebilir.
Sonuç olarak, Almanya hem siyasi istikrarsızlık hem de radikal-sağ ve popülist-milliyetçilik tehdidi ile karşı karşıya bulunuyor. Bu, Almanya’daki Türk diasporası için de büyük bir demokratik sınavı beraberinde getiriyor. Geçtiğimiz yıllarda kazanılan hakların kaybedilmemesi adına, Türk kökenli Alman vatandaşlarının demokratik sorumluluk ve vatandaşlık bilinciyle hareket edip sandık başına gitmeleri hayati önem taşıyor. Bu, Türkiye kökenli seçmenlerin yalnızca kendilerini ilgilendiren kazanımların korunması için değil, aynı zamanda Almanya’nın refahını ve demokratik yapısını sürdürebilmesi için de kritik bir adım.
*** Bu yazının temelini oluşturan “Almanya Seçimleri Işığında Türkiye–Almanya ilişkileri” başlıklı çalışmaya ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
[…] ayrımcılığın artması ve toplumsal gerilimin yükselmesi riskini beraberinde getirmektedir. Perspektif+1VOA Türkçe+1VOA […]