'Hanau Saldırısı'

Hanau Saldırısı: “Hatırlamak Değiştirmek Demektir”

Almanya’nın Hanau şehrinde 19 Şubat 2020 tarihinde gerçekleştirilen ırkçı saldırı, 9 insanın hayatına mal oldu. Irkçılık karşısında dayanışma için kat edilmesi gereken mesafe ise uzun.

© Abdulhamid Hoşbaş - Anadolu Ajansı

19 Şubat Hanau İnisiyatifi yeterli ve adil bir anma, sosyal adalet, eksiksiz aydınlatma ve siyasi sonuçlar talep ediyor. İnisiyatif, ırkçı cinayetlerle ve etkileriyle doğrudan karşı karşıya kalmış ve hâlen karşı karşıya olan insanların yakınlarını ve arkadaşlarını andıkları, birbirlerini teselli edip destekledikleri ve mümkün olduğu ölçüde yaşananları atlatmaya çalıştıkları bir yer. Psikososyal destek, hukuki danışmanlık, maddi destek ve taşınma yardımı, yakınlarını kaybedenlerin organize ettiği ve birbirlerine sunduğu dayanışma faaliyetlerinden sadece birkaçı.

Cinayetler bastırılmış korkuları, 1990’ların başındaki ırkçı cinayetlerin hatıralarını ve aynı zamanda ırkçılıkla ilgili günlük deneyimleri tekrar canlandırıyor. Bu konu üzerinde konuşmak, her bir ırkçılık deneyimini bireysel bir problem olarak görüp önemsizleştirmenin ve üstesinden gelinemez olduğu düşüncesinin önüne geçebilir. Diğerlerinin de benzer deneyimler yaşadığını, birçok küçük ve büyük, açık ve gizli saldırıların, hatalı yorumlamaların, aslı olmayan temsillerin ve engellerin birbiriyle bağlantılı olduğunun ve cinayetlerin beslendiği zemini oluşturduğunun farkına varmak, ırkçılığın toplumsal bir sorun olduğunu kabul edip onunla bu doğrultuda mücadele etmeye yardımcı olur. Gündelik ırkçılık deneyimleri karşısında duyulan kızgınlık ve utanç, cinayetler karşısında duyulan yas ve öfke bastırılmamalı, susturulmamalı ve saklı kalmamalıdır.

Irkçılıkla Mücadele Toplumsal Dönüşümü Amaçlıyor

Hanau İnisiyatifi, Almanya da dahil olmak üzere ırkçılığın her türüyle her cephede mücadele eden siyasi çalışma tarihine bakarak kurbanların anısını canlı tutuyor. Filmler ve şarkılar, kitaplar ve sergiler kadar bildirgeler, dilekçeler, şikayetler, açılan davalar, hukuki ve psikososyal destek de bu çabanın bir parçası.

1990’ların başındaki Rostock-Lichtenhagen, Mölln, Solingen ve Hoyerswerda’daki ırkçı pogrom ve cinayetlerden, NSU‘nun ırkçı infazlarından ve Dresden mahkeme salonundaki ırkçı cinayetten bu yana, “93 | Solingen’den 13 – 20 Yıl Sonra” adlı belgesel film ya da “NSU-Tribunal” veya “Müslüman Karşıtı Irkçılıkla Mücadele Günü” gibi çeşitli girişim ve inisiyatifler hayata geçirildi. Yaşamını yitirenleri anıyor, geride kalan yakınlarını dinliyor, yaşananlar üzerinde düşünüyor ve olaylara neden olan ve daha ilerisine uzanan şartları analiz ediyorlar. “Hatırlamak, değiştirmek demektir” mottosu yalnızca yas tutma ve yaşananla başa çıkma eylemini değil, aynı zamanda günlük ve kurumsal ırkçılıkla mücadelede toplumsal bir dönüşümü de amaçlıyor.

Son birkaç on yılda gerçekleşen faaliyetler ve oluşturulan inisiyatiflerden önce de ırkçılığı deneyimlemek zorunda kalan insanların kendi aralarında örgütlenmesi gerekiyordu. İnsanlar beraberce ırkçılık tecrübelerine nasıl son verebileceklerini düşündüler. Büyük engellemeler ve hayatlarına yönelik tehlikelere rağmen stratejilerini hayata geçirdiler. Örneğin Sinti ve Romaların sivil haklar hareketi kamusal alanları işgal etti, raporlar yayınladı ve Nasyonal Sosyalist cinayetlerin sona ermesinden onlarca yıl sonra Avrupa’nın Sinti ve Roma halklarına yapılan soykırımın nihayet tanınmasını başardı. Mücadele henüz bitmedi, zira ırkçılık toplumun her alanına sirayet etmiş durumda. Soykırımdan kurtulanlar ve onların çocukları siyasi çalışmaların meyvelerini toplayamayacak. Onların çocukları ise yaşananların etkileri ve devamlılığıyla, aynı zamanda yeni ırkçılık biçimleriyle karşı karşıya kalacak.

İnkâr, Aşağılama ve Failin Mağdura Dönüştürülmesi

Irkçı cinayetler, eziyetler, soykırımlar ve sömürge suçları gibi aileler ve bütün bir topluluğun hayatlarında dönüm noktası teşkil eden olaylarla karşılaştırıldığında etkileri daha hafif kalsa bile, ırkçı zulme maruz kalan, ayrımcılığa uğrayan ve marjinalize edilen insanlar kendilerine gösterilen şiddete karşı her zaman direndiler.

Birlik olmak ve birbirini karşılıklı olarak desteklemek, sıkıntı içindeki insanları birleştiren bir ihtiyaçtır. Birbirimizi dinlemek ve birlikte susmak, ağlamak ve bağırıp çağırmak, pratik meselelerde birbirimize yardım etmek ve tabii ki dua etmek, en azından bir süreliğine de olsa acıyı hafifletip, verilen kaybı daha katlanılabilir hâle getirebilir. Irkçılık kurbanlarının ırkçılığı gündeme getirdikleri zaman yeniden yüzleşmek zorunda oldukları deneyimler ve inkâr ve aşağılamadan failin mağdura dönüştürülmesine kadar çeşitli ikincil ırkçılık biçimleri göz önünde bulundurulduğunda, şefkat ve dayanışmanın hüküm sürdüğü alanlara olan ihtiyaç daha şiddetli hissedilir. Istırap, üzüntü ve öfkenin eyleme dönüştürülmesi, bir amaç edinilmesi ve gelecekte ırkçılığın nasıl aşılabileceğinin tartışılması açısından bu alanlar oldukça önemli ve faydalıdır.

Her gün ırkçılığın çeşitli biçimleriyle karşı karşıya kalan herkes bunun çok uzak bir hedef olduğunu bilir. Buna karşılık birlikte mücadele etmek, stratejiler belirlemek ve görev paylaşımı yaparak birbirimize güç vermek daha gerçekçi görünüyor. Birlikte çalışmak, medyanın meseleye olan ilgisini diri tutmak ve ırkçılık kurbanlarının anısını yaşatmanın yanı sıra sanatsal ve siyasi girişimleri, pedagojik ve yasal süreçleri, ortaklaşa değerlendirme ve bilimsel analizleri ve aynı zamanda karşılıklı psikososyal ve maddi desteği içeriyor. Tüm bunlar sadece yaşanan kayıpla başa çıkmak için değil, aynı zamanda kişinin günlük yaşamında karşılaştığı kendi ırkçılık deneyimleri ile siyaset, medya ve polisin ırkçı cinayetleri ele alma şekli söz konusu olduğunda da geçerlidir.

Kurbanlar ve Uydurulmuş Hikâyeler

NSU yapılanmasının ortaya çıkması sürecinde devlet ve sivil toplum çok uzun bir süre boyunca başka yöne baktılar. Failleri kurbanların, kurban ailelerinin ve çevrelerinin içerisinde aramaları sebebiyle eleştirildiler. Kurbanların yakınları ve geride bıraktıkları tarafından ilk günden beri dile getirilen bu eleştiri soruşturma makamları, siyaset ve medya tarafından da artık ciddiye alınmaya başlayana kadar yıllar geçti ve bu süreçte başka cinayetler de yaşandı. Yıllarca kurbanlar suçlu olarak yansıtıldı, güvenilmez ve ahlaksız insanlar olarak kamuoyuna sunuldu. Kurbanların yakınları ise, kayıpları ve acıları paylaşılacağı yerde eşini aldatma, uyuşturucu ticareti ve kriminal olaylar içerikli uydurulmuş hikâyelerle baş başa kaldılar. Hâlbuki onların şüphe ve tahminleri dinlenseydi, sundukları somut deliller dikkate alınsaydı katiller daha erkenden tespit edilebilir ve başka masum insanların katledilmesinin önüne geçilebilirdi.

Hanau saldırısından sağ kurtulanlarla ve saldırıda hayatını kaybedenlerin yakınlarıyla alakalı yine benzer bir süreç yaşandı. Bu süreçte empati, profesyonellik ve ırkçılığın ne anlama geldiği konusunda bilgi eksikliği kendini gösterdi. Saldırının gerçekleştiği mekânlar birtakım medya mensupları, siyasiler ve vatandaşlar tarafından şüpheli yerler olarak tanımlandı. Böylelikle kurbanların itibarı zedelendi, katilin eylemi zararsızlaştırıldı. Otopsiler maktul yakınlarının izni alınmadan yapıldı. Üstelik bu insanlar tehdit edilmeye de devam ettiler. Bu cinayetlerin yaşanacağına dair işaretler varken bunlar ciddiye alınmadı.

Katil saldırıdan birkaç ay önce savcılığa bir şikâyet dilekçesi gönderdi. Bu dilekçede katilin ırkçı motivasyonu ve yok etme fantezileri açıkça görülüyordu. Ayrıca cinayetleri işlemeden altı gün önce internete yüklediği videoda ırkçı zihniyetini ortaya döküyordu. Bunların hiçbirinin dikkate alınmadığı, hayatı tehlike altında olan insanları korumak için hiçbir önleme başvurulmadığı görüldü.

Irkçılık İnsanın Zamanını Çalıyor

Hâl böyleyken, Müslümanlar için herhangi biriyle temas kurmak Anayasayı Koruma Dairesi tarafından gözlem altına alınmaya, vatandaşlıktan veya kamu görevinden çıkarılmaya, derneklerine kamu tüzel kişiliği verilmemesine yeterli sebep sayılıyor. Hatta bir konferansta bir gencin yanına oturmuşsanız ve bu genç, İslamcı olduğu düşünülen bir kuruluşun kampına katılan biri ile telefonlaşmışsa, bu Müslümanlar olarak sizin toptan zan altında bırakılmanıza yeterli görülüyor. Diğer tarafta ise Hanau katiline silah ruhsatı verilmiş olduğunu, maktullerle hâlâ alay etmeye ve bizzat ölüm tehditleri de savurmaya devam eden babasının polis koruması altında olduğunu görüyoruz.

Bu yaşananlar karşısında insanın nefesi kesiliyor. “I can’t breathe” (nefes alamıyorum) sözü yalnızca ırkçı cinayetler sebebiyle değil, yaşamın her alanında kendini gösteren mikro saldırılar sebebiyle de ağızlardan dökülüyor. Günlük yaşamda karşılaşılan ırkçılık insanın zamanını çalıyor, sinirlerini bozuyor, yaratıcılığını törpülüyor ve yaşam enerjisini sömürüyor. Oysa hayatta kalabilmek için, pasif bir şekilde kenarda beklemeden, herkese güvenli ve kendini geliştirebileceği bir ortam sunmaktan çok uzak bir toplumda aktif olabilmek için örgütlenmek önemli bir araç. Dayanışma gösteren, dinleyen, yeri geldiğinde sorup yeri geldiğinde susan, içerisinde yaşadığı toplumu düzeltme arzusunda olan, kendisi doğrudan ırkçılığa maruz kalmasa da belki istemeden de olsa bulunduğu pozisyon itibarıyla bundan faydalanan insanlarla birlikte çalışmak da fayda sağlayabilir.

Destek olacak birilerinin her zaman bulunduğunu ve bulunacağını bilmek, artık ırkçılığı sineye çekemeyecek insanların sayısının gittikçe arttığının farkında olmak da yardımcı oluyor. Kat edilmesi gereken mesafe henüz çok uzun ve hedef çok uzakta olsa da belki Hanau’yu Dresden’den, NSU’dan, Rostock-Lichtenhagen’den ayıran budur.

*Bu yazı IslamiQ tarafından hazırlanan “Hanau – Erinnern heißt verändern” isimli eserde yayımlanmıştır.

Prof. Dr. Iman Attia

Irkçılık araştırmaları ve ırkçılık konusunda eleştirel eğitim ve hatırlama kültürü alanında uzman olan Iman Attia, sosyal pedagogtur.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler