'Siyasi Arenada Türkiye Kökenliler'

Turgut Yüksel: “Yabancı Kökenli Bir Siyasetçinin İki Kat Çalışması Gerekiyor”

Siyasi katılım, azınlıktaki Türk topluluğu için ana gündem maddelerinden biri. “Siyasi Arenada Türkiye Kökenliler” serisinde Perspektif, mikrofonu Batı Avrupa’daki Türkiye kökenli siyasetçilere uzatıyor. Bugün söz, Sosyal Demokrat Parti (SPD) Frankfurt Eyalet Meclisi Milletvekili Turgut Yüksel’de.

Fotoğraf: turgut-yueksel.de. Değişiklikler: Perspektif.

Öncelikle sizi biraz tanımak isteriz. Eğitiminiz ve şu an aktif olduğunuz partideki pozisyonunuz hakkında bize bilgi verebilir misiniz? 

1956 yılında doğdum. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi İstanbul’da bitirdim. 1978’te Almanya’ya geldim. Bir işçi ailesinin çocuğuyum. Annem ve babam Ulm’de yaşıyorlardı. Bildiğiniz gibi 1970’li yıllarda Türkiye politik olarak karmaşıktı. Bu dönemde siyasi olarak aktif olduğum için benim geleceğinden korktular. Babamın dayatmasıyla Almanya’ya gelmek zorunda kaldım.

Frankfurt Goethe Üniversitesinde iktisat ve sosyoloji eğitimi aldım. Uzun dönem SPD gençlik örgütünde görev aldıktan sonra 7 yıl il genel teşkilatında parti yönetim kurulunda görev aldım. Alman vatandaşı olduktan sonra 16 yıl Frankfurt İl Genel Meclisi üyeliği yaptım. 2014’ten bu yana Hessen Eyaleti Milletvekili olarak görev yapmaktayım. Şu anda SPD Güney Hessen Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyesi’yim. Mecliste partimin göç, entegrasyon ve gençlik politikaları sözcüsüyüm.

2009-2013 yılları arasında Almanya İslam Konferansının üyeliğini yaptım. Bu konferansa Almanya’nın merkezi İslami dinî örgütleri dışında benim gibi örgüt temsilcisi olmayan, seküler yapıları temsil edebilecek birisi olarak katıldım.

Siyasete girmeye ne zaman ve nasıl karar verdiniz? Sizi siyasete girmeye iten en önemli etken ne oldu?

Üniversiteyi bitirdikten sonra bir gençlik federasyonu olan Frankfurter Jugendring’de kültür ve gençlik uzmanı olarak çalıştım. Böyle bir kurumda yabancı kökenli birisi olarak görev alan ilk kişiydim.

1980’li yıllardan bu yana göçmenlerin sorunlarını ele alan birçok siyasi grubun oluşmasına katkıda bulundum. Almanya’da belki ilk çok kültürlü gençlik derneği olan Saz-Rock e.V.’yi kurduk. Hâlâ Frankfurt’ta faaliyet gösteren gençlik, eğitim ve sporla ilgilenen bir dernek. O zamanlar derneklerin çoğu Türkiye odaklı klasik derneklerdi. Biz de gençlerimizin sorunlarına birebir eğilen, buradaki gençlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir dernekleşmeye girersek daha faydalı olacağına inandık.

Almanya’ya gelince birçok göçmen gibi ben de ilk başlarda Türkiye’ye yönelik siyasetle ilgilendim. 1980’lerin başında Türkiye’ye yönelik çalışmalar yapmaktaydık. Ama buradaki gelişmelere biraz duyarsız kalıyorduk. Aradan geçen zaman içinde yaşamın merkezi olan Almanya’nın sorunlarını esas alınması gerektiğine inandığımdan Almanya odaklı siyasete girdim.

39-40 yaşlarındayken Alman vatandaşlığına geçtim ve seçme hakkına sahip olabildim. Eyalet Parti Genel Kongresine katılan 300 kişiden 298’inin seçilme hakkı vardı. Yabancı kökenli olup seçime katılamayacak olanların ismi okundu. Biraz gururuma dokundu, 300 kişinin içinde sadece bu iki kişi katılamayacak denince. O zaman vatandaşlığa geçmeye karar verdim. 1996 yılında Alman vatandaşı oldum.

Almanya’da hem Türkiyelilere hem de Türkiye’ye yönelik bir şeyler yapabilmem için buradaki toplumda söz sahibi olmak zorundayım.

Bulunduğunuz partiyle yolunuz nasıl kesişti? Partinizi tercih etmenizde sizin için hangi özelliği/siyaseti belirleyici oldu?

Buradaki sorunlarımıza çözüm bulabilmek için yapabileceğimiz en iyi çalışma buradaki partilere girip aktif olmaktır. Bundan dolayı 1981’de kendime yakın bulduğum Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) üye oldum. Kişiliğiyle ve Almanya tarihindeki rolüyle çok etkilendiğim Willy Brandt’ın partisinde yer almak istedim.

Parti kongresinde delege oldum. O zamanlar tabii hem okul, hem de politika yapmak çok zordu. Üniversiteyi bitirdikten sonra işe başlayınca hem çalışıyordum hem de fahri olarak İl Genel Meclisi üyeliği yapıyordum. Artık bundan sonra da profesyonel olarak siyaset yapmaya karar verdim.

Siyaset Yapmak Hiçbir Zaman Kolay Olmadı”

Siyasete girdikten sonra yaşadığınız en büyük zorluklar nelerdi?

Alman vatandaşlığına geçince ben de İl Genel Meclisi listesine alınmak için çaba gösterdim. Örgütünüzü temsilen, mahalle örgütünüzün önerisi çerçevesinde listeye alınabiliyorsunuz. Ben de aday adayı olmak istiyorum deyince semt örgütünden bir arkadaşım, “Sen şimdi Alman olduğun için seçileceğini zannediyorsun ama insanların gözünde hep Türk kalacaksın.” dedi. Benim bayağı gururuma dokundu. O 13. sıradaydı ben ise 19. Aldığım tercihli oylarla ben listede 10 sıra öne atladım, o yedek durumuna düştü.

Siyaset, eskiden de, Türkiye’ye yönelik yaptığımız siyasette de kolay değildi. Mücadele etmek zorunda kaldık, sesimizi duyurmaya çalıştık. Ama tabii yabancı kökenli olarak özellikle 1980’lerde parti içine girip de aktif olarak görev aldığınız zaman size önce yabancı gözünden bakıyorlar. “Böyle yapmıyoruz” deseler de yine içlerindeki önyargılarından dolayı, geldiği ülkeye göre insanları değerlendirdiler o zamanlar. Yani kendimizi kabul ettirmek için hep bir Alman’dan daha fazla çaba göstermek zorundaydık. Elbette yabancı kökenli birisinin uzun geleneği olan bir halk partisinde şimdiye kadar geldiğim konuma gelmesi kolay değil. Yabancı kökenli birinin siyasette kariyer yapabilmesi için Alman bir rakibine göre iki kat fazla çalışması gerekiyor.

Bana destek verenler oldu. Yardım edenler oldu. Partim olmasaydı ben bu göreve kadar gelemezdim. İçinde yaşadığım ülke de bana bu imkânları verdi. Yani üniversiteyi bitirebildim, birçok göreve gelebildim. Ama bunu yaparken de daha çok çaba göstermek zorunda kaldım.

Parti içinde de, çalıştığım yerlerde de arkada olduğun sürece iyi oluyorsun. Yanına geldiğin sürece “ya yavaş” diyorlar. Rekabet olunca, artık pastadan sen de pay almak istediğinde pastayı paylaşmak zorunda kalıyorlar. Bu nedenle maalesef toplumumuzda hâlâ bunun kavgası verilmekte.

“Türkiye Kökenli Gençler Politikaya Duyarlı Değil”

Şu an partinizdeki Türkiye kökenli genç siyasetçilerin kendinize göre daha şanslı olduğunu düşünüyor müsünüz?

Gençlerin önünü şu veya bu şekilde biz geçmişte açmaya çalıştık. Elinizi taşın altına koyarsanız, sabırlı olursanız ve çabuk hüsrana uğramazsanız siyasette bir yerlere gelebileceğinize inanıyorum. Fakat maalesef özellikle son yıllarda Türkiye kökenli gençlerin partideki etkinlikleri oldukça düşük. Politikaya pek duyarlı değiller. Kuzey Afrika ülkelerinden buraya gelenler ya da Afgan, Pakistan, İran kökenli gençler bu konularda daha aktifler. Bizim partide, 29 yaşında Suriye kökenli mülteci ailenin buraya dört yaşında gelen çocuğu Frankfurt’ta on sene evvel parti başkanı oldu. O genç Mike Josef, 40 yaşında Frankfurt Belediye Başkanı seçildi. Frankfurt’ta bizim Federal Mecliste iki temsilcimiz var. Birisi Kenya Kamerun kökenli genç birisi, 35 yaşında ancak var. Birisi de İran kökenli, o da 35-36 yaşında milletvekili.

Ben 22 yaşında geldim ama burada doğup büyüyen, burada liseyi bitirenlerin önünün daha açık olacağına inanıyorum. Bu konuda yalnız tabi Almanlardan beklemek değil, kendimiz de o konuda aktif olmak zorundayız.

Sizce Türkiye kökenli gençler arasında siyasete dair ilgisizliğin nedeni ne olabilir?

1980’lerde ve 1990’ların başında Türkiyeliler sivil toplum örgütleri olarak politik arenada oldukça aktiftiler. Maalesef sivil toplum örgütleri, özellikle sol eğilimi olan yapılanmalar gittikçe güçlerini kaybettiler. Bunların yerine daha çok Almanya‘da dini ya da etnik bazda örgütlenen yapılanmalar oluşmaya başladı. Ben Almanya‘da Sosyal Demokrat Parti’de görev aldığım zaman şunun kararını da vermiştim: Ayaklarım neredeyse kafam da orada olmalı. Ama maalesef o dönemde de, günümüzde de ayaklarımızla buradayız, kafamızla hâlâ geldiğimiz ülkedeyiz.

Türkiye kökenlilerin seçime katılımı Alman vatandaşı olmalarına rağmen oldukça az. Almanya’daki olumsuzluklardan, sosyal dengesizlikten, işsizlikten, krizden birçok şeyden etkilenmemize, bu konularda 60 sene geçmesine rağmen duyarsız kalmaktayız. Sünnisi, Alevisi, Kürdü, Türkü, sağcısı, solcusu Türkiye’de seçimler olduğunda hepsi belli bir heyecan içinde bir şeyler örgütlemeye, bir parti için çalışmaya çaba gösteriyorlar. Göstersinler bir şey demiyorum ama aynı duyarlılığı içinde yaşadıkları ve bire bir etkilendikleri toplumla ilgili olarak göstermiyorlar.

Türkiye kökenli siyasetçiler genellikle yalnızca “uyum/entegrasyon, göçmen ya da azınlık politikaları” gibi konularla ilgilenirmiş gibi bir algı var. Sizce Türkiye kökenli bir siyasetçinin kendine bu konular dışında bir siyasi çalışma alanı seçmesi mümkün mü? Yoksa “Türk siyasetçi, Türklerle/azınlıklarla ilgili konulara yönelir” algısı mı hâkim?

Ben parti içine girdiğim zaman bu konularla ilgilenen insan sayısı oldukça azdı. Şunun farkına vardık ki biz azınlık olarak daha başka bir pencereden baktığımızdan bu konularda daha duyarlıydık. Bu duyarlılığımızı sürekli dile getirdiğimizden dolayı da bize bu gömleği giydirdiler. Yani benim gibisi birisi çıkıp “Bundan sonra ben çevre politikası yapacağım” ya da “Enerji politikası yapacağım” dediği zaman pek inandırıcı olmaz. 40 senedir bu işlerle uğraşıyorum ve 40 senedir uyum konusunda, göçmenlik konusunda olan eksiklikleri, yanlışlıkları dile getirmeye çalışıyorum. Bir birikiminiz var bunlara dair. Bu birikimimden sonra yeniden başlamak biraz zor. Ama burada doğup burada büyüyen gençlik daha geniş perspektifte ve alanda politikada söz sahipleri olabilirler.

“Bu Ülkenin Anayasası, Toplumun Hakim Kültürü Olmalı”

Öncü kültür tartışmaları, toplumsal uyum/entegrasyon konularında partinizin ve sizin pozisyonunuz nasıl?  

Kimlik tartışması özellikle Almanya’da son zamanlarda önemli bir rol oynadı. Özellikle Alman sağcıları (Kimlikçi Hareket, Identitäre Bewegung) bunu gündeme getiriyor. Buna karşı özellikle genç nesil de Alman kurumlarını, polisini vs. karşısına alıp suçlamakta. Karşımıza alarak değil, diyalog çerçevesinde değişime açık olma çerçevesinde birbirimizi anlayarak bir şeylerin değişebileceğine inanıyorum. Kültür konserve edilemez, değişkendir. Kültürü korumaya çalıştığın zaman, havasız saklanan sebze meyve gibi olur. Açtığınızda artık taze kokmaz, anlatabiliyor muyum? Yani değişime açık olmalıyız. Alman için de Alman olmayan için de sağcısı, solcusu, dindarı, dinsizi, Müslümanı, gayrimüslimi, Arabı, Sünnisi kim olursa olsun… Toplumun hakim kültürü bu ülkenin anayasası ve anayasanın temel değerleri olmalı. Anayasanın birinci maddesi diyor ki insanın onuruna dokunulmaz. Bir Alman’ın, Türk’ün, Kürt’ün, Hristiyan’ın demiyor. Kişinin onuru dokunulmazdır ve korumak da bu devletin görevidir. Anayasanın üçüncü maddesine göre hiçbir bireyin dilinden, dilinden, cinsiyetinden dolayı dışlanmaması gerekir. Anayasanın dördüncü ve yedinci maddesi de Almanya’da inanç özgürlüğünün olduğunu söylüyor. Beşinci maddesi sanatın, kültürün özgürlüğünden, basın özgürlüğünden bahsediyor. Bizi bir arada tutan bu değerler olmak zorunda. Bizim de üst kimliğimiz bu olmalı.

Bunu kendi içimize kurumsallaştırırsak, bunu çocuklar da okullarda, ilkokuldan ortaokuldan, liseden öğrenseler o zaman ayrımcılığa, antisemitizme, ırkçılığa karşı toplumun tavrı da çok ayrı olacak. Toplumu biz-siz diye bölen bir yapı olmamalı. Anayasada biz-siz demiyor, birey diyor. Bunun dışına çıktığımız zaman ötekileştirmeye başlıyoruz. Bunu içselleştirmenin en iyi yolu da eğitimden geçer. Okulun görevi, devletin görevi bu eğitimi vermek olmalı.

Siyaseten aktif olduğunuz Almanya’da İslam düşmanlığı, yabancı karşıtlığı ve ırkçılıkla ilgili sizin çözüm öneriniz nedir?

Almanya’da ayrımcılığa karşı yürürlükteki yasanın değiştirilip yenilenmesi gerekliliği federal hükûmetin gündeminde. Diğer taraftan bütün eyaletler bazında ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı yasa oluşturulması gerekmekte. Çünkü federal yasalar buradaki eyaletlerdeki özel yapılanmalara etkili olmuyor. Yani ne okulda, ne poliste, ne de diğer resmî kurumlarda etkili oluyor. Amacımız uyum bakanına veya uyum sözcüsüne de ihtiyaç olmadığı bir toplum yaratmak. Bunun için de bu konuları hayatın her alanında dile getirmek gerekir. Eğitim, kültür, ekonomi, istihdam, sağlık, yaşlılık konusunda…

Örneğin, Frankfurt’ta yabancı kökenlilerin sayısı halkın yüzde 50 sinin üzerinde. Gençlerde yüzde 60, çocuklarda yüzde 70’e ulaşmakta. Ama bu toplumsal gerçeklik içinde yaşadığımız toplumda, kurum ve kuruluşlarında, devletin ve şehirlerin kurumlarında yansımıyor. Parlamentoda da hâlen yansımış değil.

Daha okullarda hâlâ bir eleme sistemi var. Çocukların gelecekleri, ailelerinin eğitimi ve cüzdanlarının kalınlığına bağlı. Bu alanda en çok etkilenenler yine yabancı kökenliler şu anda. Nitelikli işçi ihtiyacımız var ama meslek eğitimi ve diploma almadan okulu bırakan birçok genç var. Maalesef bunların arasında yabancı kökenli ve Türkiye kökenlilerin sayısı oldukça kabarık. Yüzde 80’i yabancı kökenli veya Türkiye kökenli. Demek ki burada bir dengesizlik var. Eğitimdeki ayrımcılık en büyük sorunlarınızdan birisi. Yabancı kökenli birisi olarak bir boş eve başvurduğunuzda isminiz etkili oluyor. İşe başvurduğunuzda posta kodunuz bile belirleyici oluyor.

Ama buna rağmen burada olanaklarının var olduğuna inanıyorum. İstersek içinde yaşadığımız toplumda bir yerlere gelebiliriz diye düşünüyorum. Tabii yaptığınız işte etkin olmalısınız ki emeğinizin semeresini alabilesiniz. Yani beni keşfetsinler diye beklemek yerine, keşfettirmek için elinizden gelen çabayı göstermek zorundasınız.

Ben dört sene boyunca Alman İslam Konferansı üyesi olduğum için oradaki tartışmaları yakından izledim. Özellikle Almanya’da İslamofobi, İslam’a karşı bir düşmanlık ve İslam’a karşı ön yargı da var. Müslüman düşmanlığı da var. Bunun karşısında Müslüman karşıtı ırkçılık (antimuslimischer Rasissmus) diye tabir edilen terimi ben kullanmayı pek doğru bulmuyorum.

“Kurbanların Aileleri ve Sivil Toplum Olmasa Hanau Araştırma Komisyonu Kurulamazdı”

Peki ya görev bölgeniz Hessen’de yer alan Hanau’da gerçekleşen ırkçı saldırıdan sonra partiniz adına bir çalışmanız oldu mı?

Hanau’daki bütün ailelerle iletişim hâlindeyim. Gelişmeleri yakından takip ettiğim Hanau Araştırma Komisyonunun bir üyesiydim. Hessen eyaletinin parlamentosunda bu komisyon kuruldu. Bu komisyonun görevi Hanau’daki saldırının vuku bulmasında devlet güçlerinin sorumluluklarının ne kadar yerine getirdiğinin araştırılması. Aileler olmasaydı, sivil toplum yapılanmalarının etkinliği olmasaydı belki de bu araştırma komisyonu kurulamazdı. Onların etkinliğiyle, biz de bu etkinliğe gösterdiğimiz duyarlılıkla özellikle Sosyal Demokrat Parti, Sol Parti ve Hür Demokratlar Partisinin (FDP) verdiği önergeyle bir araştırma komisyonu oluşturduk.

Almanya’daki Müslüman dinî cemaatlerle ilişkiniz ne seviyede?

İlişkili olduğum Müslüman kimliğiyle öne çıkan cemaatler var. Almanya’da üç milyona yakın Türkiye kökenli Müslüman yaşıyor. Türkiye’den gelen insanların hepsi örgütlü değil. Örgütlü olan yapılanmalar buradaki Müslümanların yüzde 20’sini ancak temsil edebilmekteler. Bundan dolayıyla hep söylemeye çalıştım. Eğer çıkıp Müslümanlar adına konuşuyorlarsa böyle bir meşruiyetinin ancak kendi örgütlenmeleri için olabileceğini, bütün burada yaşayan Müslüman kökenliler adına söz söyleme hakkının olmadığını anlatmaya çalıştım. Yaşadığımız ülkede din ve inanç özgürlüğü olduğu için herkes bu özgürlüğe sahip olmalı. Maalesef Almanya’da örgütlü olan İslami ve dinî yapılanmaların çoğu hâlen daha geldikleri ülkelerinde var olan örgütlenmelerin etkinliğinde gelişmekteler. Bu konuda da özerkleşemediler.

Frankfurt’ta düzenlediğimiz çok kültürlü etkinlikler nedeniyle Türkiye kökenli sosyal kurumlardan gençlik derneklerine sürekli iletişim hâlinde oldum. Onlarla iletişimi hiçbir zaman kesmedim.

“Almanya’dakilerin Sorunlarını Ancak Buradaki Siyasetçiler Çözebilir”

Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin Türkçe ile ilişkisine dair görüşünüz nedir? Türkçe öğrenimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Almanya‘da hemen hemen her eyalette eski ana dil dersi şu veya bu şekilde yapılmakta. Ne kadar uzun sürer onu bilemiyorum. Bir kısmını Türkiye Cumhuriyeti ödemekte, bazı yerlerde ise yarısını Türkiye yarısını Almanya ödemekte. Ama zaman içinde bu da gittikçe cazibesini ve etkinliğini kaybediyor. Bu dersler özellikle ders geçmeye, okul notuna etki etmeyen bir ders olarak veriliyor. Ama eğer burada üç milyona yakın Türkiye kökenli insan yaşıyorsa, bu dilleri konuşuyorsa, bir okulda iki yüze yakın Türkiye kökenli öğrenci varsa, eğer o okulda Çince, Japonca, Rusça, İtalyanca, İspanyolca ikinci, üçüncü yabancı dil statüsündeyse Türkçenin de bu statü içine alınması gerekir diye düşünüyorum. Burada yaşayan Türkiye kökenli çocukların konuştukları dil, evden getirdikleri bir zenginlik var. Bu zenginlik desteklenmelidir. Bu nedenle de uzun dönemdir Türkçenin seçmeli yabancı dil statüsüne alınması için Hessen eyaletinde mücadele ediyorum.

Türkiye ile yaşanan krizlerden bir siyasetçi olarak nasıl etkileniyorsunuz?

Tabii bir sosyal demokrat olarak ve Türkiye’nin Avrupa’ya girmesini isteyen bir Avrupalı olarak, doğduğum ülkeye karşı ayrı bir duyarlılığım var. Bir sorumluluğumun da olduğuna inanıyorum ama Türkiye’deki sorunları buradan çözemeyeceğiz.

Buradaki insanların Türkiye seçimlerinde seçme seçilme hakkı olmasına karşı değilim. Yunanı da, İtalyanı da, Fransızı da diğerleri de bu hakka sahipler. Ama Türkiye’deki politik tartışma buradaki sokağın tartışması olmamalı. Buradaki eğitim sorunu Türkiye’dekilerin olmamalı. Buradakilerin sorunlarını ancak bu ülkenin partileri, başkanları, başbakanları çözer. Bunu Türkiye çözmemelidir.

Bu krizlerin önlenmesi ve çözülmesi adına sizce Avrupa’daki Türkiye kökenli grupların tavrı nasıl olmalı?

İnsanlarımız içinde yaşadığı toplumdaki gelişmelere duyarsız olmasınlar. Herkesin elini taşın altına koyup etkilendikleri konularda tavır alması ve mücadele etmesi gerekir. Çevremizdeki, yanımızdaki, komşumuzdaki, şehrimizdeki, eyaletimizdeki, ülkedeki alınan bütün kararlar bizi hep etkilemekte. Bu kararlara karşı bir şey yapabilmek için, onları etkileyebilmek için bizlerin de etkin olmamız gerekir. Bunu heyecanla, tutkuyla yapmak zorundayız.

Çözüm için iddiamız olmalı. Tabii ki politikalarla uğraşmak kolay değil, yabancı kökenli olduğumuz için yaşadığımız gerçekliği göz ardı etmememiz gerekiyor. Sabırlı olmamız gerekiyor. Verdiğiniz uğraşın zorunluluğunu bilerek çabuk yılmamamız gerekiyor. Bir de yaptığımız işi heyecanla, tutkuyla yapmamız gerekiyor. Böylece içinde yaşadığımız toplumda da hem de kendi toplumumuza başarılı olacağımıza inanıyorum.

Türkiye kökenli bir siyasetçi olarak, siyaset içerisinde kendinize yer bulabilmek için vazgeçtiğiniz/ödün verdiğiniz şeyler oldu mu?

Şunu söyleyebilirim; gençlik yıllarından beri kesinlikle taviz vermeden her şeyi yapmaya çalışıyorduk. Ama demokrasi taviz vermek ve konsensus bulmakta yatıyor. Bundan dolayı reel politikanın içine girince gerçekleştirebilecek yapılabilecek şeyleri ön plana çıkarmaya çalıştık.

Siyasette aktif olmanın sizin için en büyük kazanımı ne oldu?

Ben girdiğim zaman çok yalnızdım ama birçok genç arkadaşımı, yabancıyı partiye kazandırdım. Belediye meclisinde Frankfurt’ta yabancıların istihdamda yer alabilmeleri için yollarını açmaya çalıştım. Yalnız temizlik, bahçe bostan işlerinde ve yol yapımında değil kurumlarda da görev almaları için… Örneğin Eskişehir ile Frankfurt kardeş şehir oldu. Çalışma arkadaşlarımla Eskişehir’e gittiğimde önyargıları vardı. Almanya’ya döndüklerinde Eskişehir’i anlata anlata bitiremediler. Kafalarındaki önyargıların yıkılmasında böyle bir girişimin büyük bir faydası olduğuna inanıyorum. Gençlik ve kültür uzmanı olarak çalıştığım dönemde gençlere ve göçmen derneklerine yönelik bir çok projenin gerçekleşmesine ön ayak oldum. “WordUp” HipHop Yarışması, Parade der Kulturen yani Kültürler Yürüyüşü’nün Frankfurt’ta gerçekleştirilmesi ve Anne-Frank-Eğitim Kurumu’nun kurulması gibi.

Solingen’deki faciada hayatını kaybeden beş kişiden biri olan Hülya Genç’in adını Frankfurt’ta bir meydana verdik: Hülya-Platz. Bunun için altı sene uğraştım. Eğer ben ve benim gibi yabancı kökenliler olmasaydı belki böyle bir şey gerçekleşmeyebilirdi. Bir daha böyle bir saldırının olmaması için, Martin Luther King’in “Benim bir rüyam var.” sözünden de esinlenerek Hülya ismi toplumsal geleceğe dönük umut vaat eden bir isim olarak tercih edildi. Bu, küçük ama manevi değeri olan bir şey.

bgucin

Galatasaray Üniversitesi’nde Sosyoloji programından mezun olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Ağırlıklı olarak ideoloji, kültür ve göç üzerine çalışan Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler