'Anatomi Serisi'

Entegrasyon Nedir?

Toplumsal grupların iletişimini, kültürlerarası bir diyalogu vurgulayan entegrasyon söylemi; bütün kesimlere kültürel özelliklerini koruyarak birlikte yaşamayı mı vaat ediyor? Perspektif Anatomi Serisi, entegrasyon kavramını irdeliyor.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Göçler çağının en önemli konularından biri göçmenlerin ve göç kökenlilerin yeni toplumla uyumunu hedefleyen birlikte yaşam sorunlarıdır. Bu sorunlar göç sonrası birlikte bir gelecek tasavvuru ve inşasına kadar genişlemektedir. Ekonomik, siyasi, toplumsal motivasyonlar yahut doğa olayları nedeniyle gerçekleşen göçler, hem köken ülkede hem de ev sahibi ülkede önemli sosyal değişmelere sebep olmuştur. Örneğin Avrupa örneğinde 20. yüzyılın ikinci yarısında bu durum ilk etapta misafir işçilerin, yabancıların çoğunluk toplumuna adaptasyonu çerçevesine indirgenmiştir. Ancak zamanla meselenin çok boyutlu/ katmanlı olması sebebiyle yeni çözüm arayışları gündeme gelmiştir. İki binli yıllardan itibaren başta politika alanında olmak üzere birçok alanda entegrasyon kavramının yoğunlukla kullanılmaya başladığı görülmektedir. Toplumsal grupların iletişimini, kültürlerarası bir diyalogu vurgulayan bu söylem; bütün kesimlere kültürel özelliklerini koruyarak birlikte yaşam vaat etmekte ve bu ideale ulaşmak için aşılması gereken sorunlara odaklanmaktadır.

Genel anlamıyla entegrasyon; bir bütüne uyma, tek tek parçalardan bir bütüne ulaşma, toplumsal bir grubun ortak değer ve normlar çerçevesinde bütüne uyumu gibi anlamlara gelmektedir. Sosyolojik bir terim olarak üzerinde fikir birliği olmamakla birlikte entegrasyon; bir toplumu meydana getiren bireylerin, farklı grupların ve diğer çeşitli ünitelerin karşılıklı bağımlılık ve düzen oluşturacak şekilde birleşmeleri süreci olarak tanımlanabilir (Günay, 2012:343). Bir süreç olmanın yanında bir işlev ya da bir amaç olarak da nitelenebilen bu kavram; ayrışma, asimilasyon ya da çatışma gibi terimlerin karşısına konumlandırılmaktadır. Bu doğrultuda entegrasyon, çeşitli kültürel grupların eşit haklarla bir arada yaşamalarını vaat eder. Söz konusu amaçlara ulaşılmasında eşit yasal muamele sorunlarını giderme, ayrımcılıkla mücadele etme, toplumun çeşitli kesimlerinin birbirlerini tanımalarını teşvik etme gibi öncelikle ifa edilmesi gereken görevler olarak belirir.

Entegrasyon Teorisi

Entegrasyona dair ilk teoriler ve politik uygulamalar, Amerika Birleşik Devletleri’nde 60’lı yıllarda asimilasyon politikalarının etkisizliği belirince gündeme gelmiştir. Entegrasyon tartışmalarının Avrupa’ya intikali ise misafir işçilerin kalıcılığının belirginleştiği daha sonraki dönemlerde gerçekleşmiştir (Toköz, 2006: 36). Avrupa toplumlarında yabancı düşmanlığının artması ve göçmenlerin sosyo-ekonomik ve kültürel hakları doğrultusunda tanınma talepleri birlikte yaşama dair tartışmaların yoğunlaşmasına sebep olmuştur. Nihayetinde misafir işçiler, yasa dışı göçmenler gibi gruplar için gündeme gelebilen “ayrıştırma” (segregasyon) politikalarının toplumun tam üyesi olmak isteyen göç kökenliler için düşünülmesi söz konusu olamayacaktır.

Entegrasyon dışında birlikte yaşama dair teoriler olarak karşımıza çıkan diğer iki teori asimilasyon ve çokkültürlülük teorileridir. Bunlardan asimilasyon, aslında entegrasyonun bir ileri aşaması olarak görülmektedir. Amerika’da 1920’lerde göçmenler için dördüncü aşaması asimilasyon olan ırk ilişkilerine dair bir döngü tasarlanmıştı. Bu kaçınılmaz, evrimsel döngüye göre göçmenler; asimile olmadan önce temas, çatışma ve uyum aşamalarını yaşamaktaydı. Bu döngünün etnisiteler arası evliliklerle hızlanacağı ve nihayetinde bütün kültürel farklılıkları bir potada eritebileceği varsayılmaktaydı.

Olumsuz çağrışımları sebebiyle asimilasyonun kullanılmak istenmediği kimi bağlamlarda entegrasyon kavramı asimilasyon yerine kullanılabilmektedir. Azınlıkları hâkim kültür içinde eritmeyi hedefleyen bir entegrasyon politikası Castel’in ifadesiyle “asimilasyonun yavaş ve kibar biçimi” olma işlevi görmektedir (Castel ve Miller, 2008:362). Kimi entegrasyon yaklaşımları ise çokkültürlü toplumlarda kültürel farklılıkların uzun vadede bir senteze evirileceklerini savunmaktadır. Şu kadarı söylenebilir ki entegrasyon ile asimilasyon arasındaki temel fark, birincisinin en azından teorik planda azınlıklardan kültürel kimliklerini terk etmelerini beklememesidir.

Günümüzde artık entegrasyon yaklaşımının olumsuz çağrışımları sebebiyle zayıfladığı görülmektedir. Entegrasyon ve asimilasyon teorileri yerine yeni arayışlar söz konusudur. Bu kavramlar yerine çeşitli gerekçelerle “katılım” (İng. “participation”, Alm. “Partizipation, Teilhabe”), “içerme/dahil etme” (Alm. “Inklusion”), “fırsat eşitliği” (Alm. “Chancengleichheit”) gibi kavramlar kullanılmaktadır. İşgücü göçünün başlamasının üzerinden yaklaşık 60 yılın geçtiği bir dönemde göç kökenliler, bir taraftan tanınma ve kültürel kimliği koruma uğraşı verirken, diğer yandan birlikte yaşamın gereklerini toplumsal ve siyasal katılım vurgusuyla yerine getirme çabası içinde görünmektedirler (Aslan, 2020:217).

İş gücü göçü, göçmen kökenlilik, çokkültürlülük, çifte vatandaşlık gibi sıkça kullanılan kavramları Anatomi Serisi’nde açıklıyoruz. Anatomi Serisi’nin diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.
TIKLA

Birlikte Yaşamın İnşası

Günümüz Avrupa toplumlarında entegrasyon söylemi, birlikte yaşam için geliştirilmiş bir ideal olarak sunulmaktadır. Bu ideal, Avrupa Birliği mevzuatında, göç kökenlilerle toplumun bütünü tarafından belirlenmiş ortak prensipler üzerine kurulu; haklar ve sorumluluklar dengesini gözeten, göçmenlere ekonomik, sosyal, kültürel ve politik fırsatlar vaat eden; uzun vadeli, dinamik bir süreç olarak tanımlanmaktadır (Açık Toplum, 2010:18). İşaret edildiği gibi bu süreç sadece göçmenlerin ve onlardan doğan kuşakların değil toplumun tüm üyelerinin katılımını gerektirmektedir. Göç kökenlilerden yeni yurtlarında sahip oldukları haklara ve sorumluluklara göre bir yaşama uyum beklenirken, çoğunluk toplumundan da toplumun yeni üyelerine ekonomik, sosyal, kültürel ve politik katılım fırsatları sunması beklenmektedir.

Çokkültürlü ve çok etnisiteli toplumlarda yapısal ve kültürel boyutlarıyla toplumsal bütünleşmenin sağlanması, karmaşık ve çok yönlü ilişkileri içeren bir süreçtir. Dolayısıyla sadece iş bölümü ve kurumların birbirleriyle uyumu, söz konusu toplumlarda toplumsal bütünleşmenin sağlanması için yeterli değildir. Böyle toplumlarda entegrasyon hedeflerine ulaşılabilmesi, azınlık grupların kültürel kimliklerini korumalarına ve toplumsal sisteme katılımlarına imkân verilmesini gerektirmektedir (Aslan, 2018: 45-46).

Çoğunluk toplumu, göç kökenlilere toplumun refahından ve eğitim imkânlarından adil şartlarda yararlanma, konut ve işgücü piyasasına erişim imkânı sunmalıdır. Yine birlikte yaşamın bariyerleri olan önyargıların, ayrımcılık ve ırkçılığın eğitim yoluyla engellenmesi ve bu gibi suçların uygun yasal düzenlemelerle cezalandırılması vazgeçilmez öncelikler arasında yer almaktadır. Diğer taraftan göç kökenlilerin içinde yaşadıkları topluma karşı iletişime açık olma, ortak dili öğrenme, toplumda geçerli olan norm ve yasalara uygun davranma ve genel olarak bütünleşmeye istekli olma gibi sorumlulukları bulunmaktadır. Ayrıca önyargı, ayrımcılık ve ırkçılık gibi eğilim ve uygulamaların yalnızca çoğunluk toplumundan göç kökenlilere yönelik olduğunda değil azınlık gruplardan çoğunluğa yönelik olduğunda da yanlış ve suç olduğu unutulmamalıdır.

Almanya Örneğinde Entegrasyon Politikaları

Nüfusunun yaklaşık beşte biri göç kökenli bireylerden oluşan Almanya’da yeni göçmen ve mülteci dalgalarının oluşması ile entegrasyon kamusal tartışmalara konu olmaya devam etmektedir. Diğer taraftan kültürel çeşitliliğin yaygın olduğu toplumlarda entegrasyonla ilişkili sorunların toplumun gündeminden çıkması düşünülemez.

Almanya’da toplumsal bütünleşmeye dair konular 90’lı yıllarda istenmeyen göçmenler ve sığınmacılarla nasıl baş edileceği bağlamında tartışılmaktaydı. Ancak 2000’li yıllardan itibaren yeni göç yasasıyla birlikte göçmenlerin ve göç kökenlilerin entegrasyonu hedeflenmiş görünmektedir. 2007’de kamuoyu ile paylaşılan Ulusal Entegrasyon Planı (NIP) bu bağlamda politik söylemin değişiminde bir milat olarak değerlendirilmektedir. Bu planlar doğrultusunda dil ve entegrasyon kursları, özel eğitim programları, şirketlerin istihdamlarında “kültürel çeşitliliği” dikkate almaları gibi uygulamalar hayata geçirilmiştir. Federal ve yerel yetkililer, sosyal grupların ve göçmenlerin temsilcilerinden oluşan Ulusal Entegrasyon Zirvesi, entegrasyon amaçları doğrultusunda zirveye dahil olan herkes arasında sürekli ve yapılandırılmış bir diyalogu tesis etmektir. Yine zirve Federal Hükümetin entegrasyona ilişkin politikalarının başarısını düzenli aralıklarla değerlendirmektedir. Bu doğrultuda Göçmenlik, Mülteciler ve Entegrasyon Komiseri, 2009 Haziran ayında, göç kökenlilerin sosyal yaşam, yasal statü, eğitim, gelir, barınma ve sağlık durumlarından oluşan yaşam koşullarını değerlendiren bir rapor hazırlamıştır.

Göç kökenlilerin sorunlarına dair önceki yaklaşımların yanlışlığı, politikacıları entegrasyon sorunlarını “kültürelerarası sorunlar” olarak değerlendirmeye yöneltmiş görünmektedir. Zira tüm entegrasyon söylemlerine rağmen kültürel çatışmalar, şehirlerin belli bölgelerinin ihmal edilmesi, suç oranları gibi toplumsal ayrışma belirtileri tüm toplumu etkileyen ve çözüm bekleyen sorunlardır. Entegrasyon söylemi Almanya nüfusunun yaklaşık %20’sini oluşturan göçmen kökenliler için vaat edilen eşit fırsatlara ulaşmayı amaçlayan bir sosyal politikanın ayrılmaz bir parçası haline gelirse ancak gerçekten başarılı olabilir.

Almanya’nın entegrasyon politikalarının tarihinde göç alan bir ülke olma gerçeğinin zor kabul edildiği dikkat çekmektedir. İlk resmi işçi göçü antlaşması 1955 yılında imzalanmış olmasına rağmen, 2000`li yılların başına kadar politikacılar bu gerçeği göz ardı ederek Almanya’nın bir göç ülkesi olmadığını savunmuşlardır. Yarım yüzyılı aşkın göç gerçeğine rağmen ortaya konan bu tavır, üretilen uyum politikalarında belirleyici olmuştur. Bu politikalarda göze çarpan göçmenleri ya geldikleri ülkelere geriye dönüşe özendirmek ya da onlara hâkim kültürü benimseterek Almanya toplumuna entegre olmalarını sağlamaya çalışmaktır (Akgün, 2012). Kısacası tüm bu süreçte eksik olan; İsviçreli yazar Max Frisch’in, 1965 yılında görüp “Biz işçi çağırdık; ama insanlar geldi.” şeklindeki meşhur sözüyle özetlediği tespitin politikalara zamanında ve yeterince yansıtılmamasıdır.

Entegrasyon Söyleminin Günümüzdeki Yansımaları

Geçen beş yıl içinde Almanya’ya yeni gelen mültecilerle birlikte aslında ülkede daha önce yapılmış birçok tartışma yeniden alevlenmiş, entegrasyona ilişkin meseleler tekrar gündem olmuştur. Ancak gelinen aşamada entegrasyon söyleminin artık yeterince anlamlı bulunmadığı görünmektedir. Mesela Sosyolog Farid Hafez kendisiyle yapılan bir söyleşide, “Entegrasyon kavramını yeniden tanımlasanız, nasıl tanımlardınız?” sorusuna “Hiçbir şekilde tanımlamazdım. Çünkü ben bu kavramı doğrudan kullanılamaz buluyorum.” şeklinde cevap vermektedir. Entegrasyon kavramı yerine ise önerisini şu şekilde ifade etmektedir: “Bu kavramın semantik açıdan sırtında taşıdığı yük nedeniyle kimileri “kapsayıcılık” (Alm. “Inklusion”) kavramından bahsediyor ve böylece “katılım” sinyali vererek entegrasyondaki asimile edici nüansları ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Kimileri güç pozisyonlarına katılımı sağlamak için“entegrasyon” kavramına alternatif olarak “katılım”dan bahsediyorlar. Bana kalırsa bu tartışmada tamamen ön planda olması gereken şeyler, sosyo-ekonomik katılım ve fırsat eşitliği olmalı.” (Perspektif, 2018, 267: 46).

Gelinen noktada entegrasyon kavramı göç kökenlilere göre; onları nesneleştiren, onların Almanya’daki yaşam süresini hiçe sayan ve bir dizi ödevleri içeren bir talep olarak algılanmaktadır. Yeni kuşaklar göç kökenlilerin bütün meselelerini domine eden entegrasyon kavramı yerine “birlikte yaşama” kavramını teklif edilmektedir (Perspektif, 2018, 267:35-37).

Kaynaklar:

Akgün, H. (2012). “Alman Uyum Politikaları ve Göçmenler”, Alman Eğitim Sistemi, Entegrasyon Politikaları ve Göçmenler Sempozyumu 2012, http://www.diegaste.de/pdf/diegaste-sayi24.pdf (12.02.2017)
Aslan, A. (2018). “Çokkültürlülük ve Entegrasyon Tartışmaları Bağlamında Üçüncü Kuşağın Kimlik Algısı ve Din: Köln Örneği”, Doktora Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun.
Aslan, A. (2020). “Türkiye Kökenli Almanyalı Müslümanların Sosyal Katılımı: Perspektif Dergisi Örneği”. Uluslararası Ekonomi Siyaset İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi, 3 (4), 216-239.
Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/ijephss/issue/56690/705421
Açık Toplum Enstitüsü (2010). Muslims in Europe, A Report on 11 EU Cities, At Home in Europe Project, Macaristan: Open Society Institute.
Castles, S. & Miller M. J. (2008). Göçler Çağı: Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri, Bülent Uğur Bal, İbrahim Akbulut (çev.), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Freyer, H. (2012). Sosyoloji Kuramları Tarihi, İstanbul: Doğu Batı Yayınları.
Günay, Ü. (2012). Din Sosyolojisi, İstanbul: İnsan Yayınları.
Kymlicka, W. (2015). Çokkültürlü Yurttaşlık. Azınlık Haklarının Liberal Teorisi, A. Yılmaz (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınevi.
Martikainen T. (2010). “Din, Göçmenler ve Entegrasyon”. Nebile Özmen (çev.), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 38 (2010/1), 263-276.
Perspektif (2018). İslam Toplumu Millî Görüş Aylık Haber-Yorum Dergisi. 267. Sayı, https://perspektif.eu/sayilar/ , Plural Publications, Köln. 23.09.2020
Perşembe, E. (2005). Almanya’da Türk Kimliği Din ve Entegrasyon, Ankara: Araştırma Yayınları, 2005.
Toksöz, G. (2006). Uluslararası Emek Göçü, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Ahmet Aslan

Bir dönem Almanya’da ikamet etmiş olan Ahmet Aslan, Din Sosyolojisi alanında doktorasını tamamlamış olup gençlik, değerler ve göç sosyolojisi alanlarında araştırmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler